Farsçadan dilimize geçen “sermaye” kelimesini günlük hayatta “anamal”, ekonomide “mal veya hizmet üretim süreçlerinde kullanılan tüm ekipman” ve finansta “fiziksel sermaye üzerindeki mülkiyet hakkını” ifade etmek için kullanıyoruz.
Sermaye kelimesi; gücünü sahip olduğu topraklar gibi işveren konumuyla zenginliğinden alan kişileri de çağrıştırır bize.
“Burjuva” olarak isimlendirilen bu kitle, taş devrinden beri sahip olduğu sermayesiyle ‘ekonomik rejim ne olursa olsun’; üretim, kaynak kullanımı ve gelir bölüşümü başlıklarında ve de devlet yönetiminde söz sahibi bir sınıf olarak karşımıza çıktı.
Hele günümüzde “küresel bir güç” haline gelen bu sınıf, adına “neoliberalizm” denilen ekonomik sistemle neredeyse bütün dünyayı yönetiyor…
***
Öyle ki;
Hangi ülkelerde ticaretin önünde engel teşkil eden anayasa veya kanunlar değişecek, hangi ülkelerde hangi siyasetçiler desteklenecek, hangi ülkenin başına veya ekonomi yönetimine devşirmeler getirilecek, nerede ne üretilecek, nereye yatırım yapılacak, emtianın nakli ve güvenliği hangi yollarla sağlanacak, pazar kültürü nasıl oluşturulacak, medya nasıl kullanılacak, nereye otoyol veya köprü inşa edilecek gibi sosyal ve ekonomik faaliyetlerin tamamında söz sahibi haline geldiler.
Bu bir teslimiyettir aslında…
Tıpkı küresel sermayenin bir tüketim cenneti haline getirdiği Osmanlı Devleti’nin yaşadıkları gibi…
Sonuçta teslimiyetin getirdiği fiziki işgali yaşayan ve ağır bedeller ödeyerek Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar tarihten ders çıkarıp; ekonomik ve sosyal faaliyetleri sadece sermayenin inisiyatifine bırakmayan, eğitim ve üretim arasındaki ilişkiyi önemseyen özgün bir ekonomik düzeni tercih ettiler.
Aynı zamanda dünyaya üçüncü bir yol önerisi olan bu model, başarılı bir şekilde uygulanırken ‘manda ve himayecilik aşkıyla yanıp tutuşan” korkakların eliyle terk edildi.
***
Ve bugün geldiğimiz noktada;
Küresel sermaye ve bu sermayenin gücüne tapan kompradorlar* (Rahmetli Atilla İlhan’ın deyimiyle), memlekette öyle bir sanayi ve üretim düzeni inşa etti ki evlere şenlik!
Tüketim toplumu haline geldiğimiz gerçeğinin üzerini örtüp, kendimizi yüzde 93’ü şehirlerde yaşayan sanayi ülkesi olarak tanımlıyoruz ama Kal-Bir Başkanı Mustafa Karaman’ın cümleleriyle bizdeki sanayi ve üretim düzeni “taşeronculuk, fasonculuk, tedarikçilik ve taklitçilikten” başka bir şey değil!
Bu düzenin bize çağ atlatmadığı gün gibi ortadayken, devlet büyüklerimiz sıcak para seferlerine çıkarken, “böyle bir düzenin bize hiçbir şey kazandırmadığını” söylemek yanlış olmaz herhalde.
Üstelik memlekette 10 yılda bir ekonomik buhranlara yol açan bu tablonun altında şöyle bir gerçek daha yatıyorken:
Üzerine fabrika kurduğumuz topraklar bizim ama kirletilen toprak, hava, deniz, göl, dereler de bizim….
Bu fabrikalarda istihdam edilip “asgari düzeyde ücrete” talim eden iş gücü bizim ama düzenin kaymağını yiyenler “asgari kısmı hariç” bizden değil!
Sakın sermaye düşmanlığı yaptığımı sanmayın…
Bizim düşmanlığımız ulus devlete savaş açan “küresel etiketli” sermayeye… Bizim düşmanlığımız dini imanı para olan sermayeye!
Memlekette aklı ve bilimi bir kenara bırakıp, Türkiye’nin yarınlarından çalarak zenginleşenlere…
***
Bakın şu Bursa’nın ve güzelim ovasının geldiği/getirildiği hale…
Büyük bir bölümü kaçak yapılarla işgal edilen bereketli ovanın dört bir yanı izinsiz inşa edilen (bugünlerde Nilüfer’in Alaattinbey ve Ürünlü Mahallelerinde olduğu gibi) fabrikaların zamanla küme haline getirilip, bir şekilde yasal kimliğe kavuşturulduğu sanayi bölgeleriyle doldu…
Üstelik söz konusu sanayi bölgelerinin doluluk oranları yüzde 60’larla ifade edilirken, şimdi Bursa’ya “teknoloji veya ileri teknoloji” adı altında yeni sanayi bölgeleri kazandırma çabası var!
“Ne yapacaksak mevcut sanayi bölgelerini dönüştürerek yapalım. Sadece fiziksel değil zihinsel dönüşümü de esas alalım” demesi gerekenlerin;
Tıpkı Kestel’in Soğuksu ve Seymen Köylerinde 3,5 milyon metrekarelik tarım ve orman arazisine planladıkları ileri teknoloji bölgesi gibi…
Genişleme alanıyla birlikte 5 milyon metrekarelik araziye kurulacak söz konusu bölgeyle ilgili itirazlarını yönetim olarak yüksek sesle dile getiren İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Bursa Şube Başkanı Serdar Atilla Erdem, şu vurguyu yapıyor:
Bu düzenlemeye itirazımızın nedeni; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın söz konusu sanayi bölgesiyle ilgili askıya çıkardığı 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Değişikliği, 1/5000 ölçekli Nazım ve 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planlarının Bursa’nın mevcut (2020) 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı’nın amacına, hedefine, koruma ve geliştirme ilkelerine aykırı olarak, tüm kurumlar ve STK’ları içinde olmadan şeffaflığın hiçe sayılmasına…
Ardından şu uyarıyı yapıyor:
“Sürdürülebilir ve sağlıklı bir kentin tesisi için kısa vadeli ve günlük ihtiyaçların ötesinde bir vizyon ile kararların alınması son derece önemlidir. Bu nedenle Bursa’nın vizyonu elbette tarım, tarih, turizm, ticaret ve mutlaka gerçek teknolojik sanayi olmalıdır. En önemli önceliği ise vizyoner bir yaklaşımla Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin önderliğinde tüm belediye, ilgili kurum ve meslek odalarının dahil olduğu, şeffaf ve katılımcı Bursa anayasasının yazılmasıdır. Bu çerçevede onaylanan bu planın teknik ve bilimsel gerekçeler dikkate alınmadan, fizibilite ve değerlendirmeler göz önünde bulundurulmadan yapıldığı aşikardır.”
Anlaşılan o ki İMO Başkanı Erdem’in de işaret ettiği üzere Bursa yeni bir “Ben yaptım oldu” vakasıyla karşı karşıya!
Ve birileri;
Bursa’nın yeni 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı yani anayasasının, Kestel’deki işlem tamamlanmadan çıkmasını istemiyorlar…
“Biz yapalım siz anayasayı sonra hazırlarsınız” diyorlar!
Bakalım Bursa’nın yeni Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, konuya ilişkin nasıl bir tavır takınacak?
***
Bu arada;
Gördüğüm kadarıyla İMO’nun mevcut yönetiminden Metin Yaran, Erdem Yardımcı, Ayşegül Özbek, Oğuzhan Kurt, Ozan Olgun, Muhammed Yılmaz, Murat Kaplan, Kudret Sena Erdoğan ve Ozan Samet Şahin, Başkan Serdar Atilla Erdem’le birlikte basının karşısına çıktı.
Yine dünden bugüne İMO tarihinde önemli yerleri olan meslek siyasetinin öncü isimlerinden Necati Şahin, Enver Yılmaz ve Mehmet Albayrak’ın da toplantıyı takip etmesi, Soğuksu ve Seymen Köyü topraklarına kurulmak istenen sanayi bölgesine itirazın şiddetini anlatmaya yetiyordu…
***
(*)Komprador:
Zamanında Güney Amerika ve Uzakdoğu'da; yasaklanan sömürgeci ülke şirketleriyle halk arasında örtülü ticari ilişkiler gibi emperyalizmin kültür transferlerine aracılık yapan yerli kişi veya acentalar...
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İbrahim ÖGE
İtirazın şiddeti!
Farsçadan dilimize geçen “sermaye” kelimesini günlük hayatta “anamal”, ekonomide “mal veya hizmet üretim süreçlerinde kullanılan tüm ekipman” ve finansta “fiziksel sermaye üzerindeki mülkiyet hakkını” ifade etmek için kullanıyoruz.
Sermaye kelimesi; gücünü sahip olduğu topraklar gibi işveren konumuyla zenginliğinden alan kişileri de çağrıştırır bize.
“Burjuva” olarak isimlendirilen bu kitle, taş devrinden beri sahip olduğu sermayesiyle ‘ekonomik rejim ne olursa olsun’; üretim, kaynak kullanımı ve gelir bölüşümü başlıklarında ve de devlet yönetiminde söz sahibi bir sınıf olarak karşımıza çıktı.
Hele günümüzde “küresel bir güç” haline gelen bu sınıf, adına “neoliberalizm” denilen ekonomik sistemle neredeyse bütün dünyayı yönetiyor…
***
Öyle ki;
Hangi ülkelerde ticaretin önünde engel teşkil eden anayasa veya kanunlar değişecek, hangi ülkelerde hangi siyasetçiler desteklenecek, hangi ülkenin başına veya ekonomi yönetimine devşirmeler getirilecek, nerede ne üretilecek, nereye yatırım yapılacak, emtianın nakli ve güvenliği hangi yollarla sağlanacak, pazar kültürü nasıl oluşturulacak, medya nasıl kullanılacak, nereye otoyol veya köprü inşa edilecek gibi sosyal ve ekonomik faaliyetlerin tamamında söz sahibi haline geldiler.
Bu bir teslimiyettir aslında…
Tıpkı küresel sermayenin bir tüketim cenneti haline getirdiği Osmanlı Devleti’nin yaşadıkları gibi…
Sonuçta teslimiyetin getirdiği fiziki işgali yaşayan ve ağır bedeller ödeyerek Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar tarihten ders çıkarıp; ekonomik ve sosyal faaliyetleri sadece sermayenin inisiyatifine bırakmayan, eğitim ve üretim arasındaki ilişkiyi önemseyen özgün bir ekonomik düzeni tercih ettiler.
Aynı zamanda dünyaya üçüncü bir yol önerisi olan bu model, başarılı bir şekilde uygulanırken ‘manda ve himayecilik aşkıyla yanıp tutuşan” korkakların eliyle terk edildi.
***
Ve bugün geldiğimiz noktada;
Küresel sermaye ve bu sermayenin gücüne tapan kompradorlar* (Rahmetli Atilla İlhan’ın deyimiyle), memlekette öyle bir sanayi ve üretim düzeni inşa etti ki evlere şenlik!
Tüketim toplumu haline geldiğimiz gerçeğinin üzerini örtüp, kendimizi yüzde 93’ü şehirlerde yaşayan sanayi ülkesi olarak tanımlıyoruz ama Kal-Bir Başkanı Mustafa Karaman’ın cümleleriyle bizdeki sanayi ve üretim düzeni “taşeronculuk, fasonculuk, tedarikçilik ve taklitçilikten” başka bir şey değil!
Bu düzenin bize çağ atlatmadığı gün gibi ortadayken, devlet büyüklerimiz sıcak para seferlerine çıkarken, “böyle bir düzenin bize hiçbir şey kazandırmadığını” söylemek yanlış olmaz herhalde.
Üstelik memlekette 10 yılda bir ekonomik buhranlara yol açan bu tablonun altında şöyle bir gerçek daha yatıyorken:
Üzerine fabrika kurduğumuz topraklar bizim ama kirletilen toprak, hava, deniz, göl, dereler de bizim….
Bu fabrikalarda istihdam edilip “asgari düzeyde ücrete” talim eden iş gücü bizim ama düzenin kaymağını yiyenler “asgari kısmı hariç” bizden değil!
Sakın sermaye düşmanlığı yaptığımı sanmayın…
Bizim düşmanlığımız ulus devlete savaş açan “küresel etiketli” sermayeye… Bizim düşmanlığımız dini imanı para olan sermayeye!
Memlekette aklı ve bilimi bir kenara bırakıp, Türkiye’nin yarınlarından çalarak zenginleşenlere…
***
Bakın şu Bursa’nın ve güzelim ovasının geldiği/getirildiği hale…
Büyük bir bölümü kaçak yapılarla işgal edilen bereketli ovanın dört bir yanı izinsiz inşa edilen (bugünlerde Nilüfer’in Alaattinbey ve Ürünlü Mahallelerinde olduğu gibi) fabrikaların zamanla küme haline getirilip, bir şekilde yasal kimliğe kavuşturulduğu sanayi bölgeleriyle doldu…
Üstelik söz konusu sanayi bölgelerinin doluluk oranları yüzde 60’larla ifade edilirken, şimdi Bursa’ya “teknoloji veya ileri teknoloji” adı altında yeni sanayi bölgeleri kazandırma çabası var!
“Ne yapacaksak mevcut sanayi bölgelerini dönüştürerek yapalım. Sadece fiziksel değil zihinsel dönüşümü de esas alalım” demesi gerekenlerin;
Tıpkı Kestel’in Soğuksu ve Seymen Köylerinde 3,5 milyon metrekarelik tarım ve orman arazisine planladıkları ileri teknoloji bölgesi gibi…
Genişleme alanıyla birlikte 5 milyon metrekarelik araziye kurulacak söz konusu bölgeyle ilgili itirazlarını yönetim olarak yüksek sesle dile getiren İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Bursa Şube Başkanı Serdar Atilla Erdem, şu vurguyu yapıyor:
Bu düzenlemeye itirazımızın nedeni; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın söz konusu sanayi bölgesiyle ilgili askıya çıkardığı 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Değişikliği, 1/5000 ölçekli Nazım ve 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planlarının Bursa’nın mevcut (2020) 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı’nın amacına, hedefine, koruma ve geliştirme ilkelerine aykırı olarak, tüm kurumlar ve STK’ları içinde olmadan şeffaflığın hiçe sayılmasına…
Ardından şu uyarıyı yapıyor:
“Sürdürülebilir ve sağlıklı bir kentin tesisi için kısa vadeli ve günlük ihtiyaçların ötesinde bir vizyon ile kararların alınması son derece önemlidir. Bu nedenle Bursa’nın vizyonu elbette tarım, tarih, turizm, ticaret ve mutlaka gerçek teknolojik sanayi olmalıdır. En önemli önceliği ise vizyoner bir yaklaşımla Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin önderliğinde tüm belediye, ilgili kurum ve meslek odalarının dahil olduğu, şeffaf ve katılımcı Bursa anayasasının yazılmasıdır. Bu çerçevede onaylanan bu planın teknik ve bilimsel gerekçeler dikkate alınmadan, fizibilite ve değerlendirmeler göz önünde bulundurulmadan yapıldığı aşikardır.”
Anlaşılan o ki İMO Başkanı Erdem’in de işaret ettiği üzere Bursa yeni bir “Ben yaptım oldu” vakasıyla karşı karşıya!
Ve birileri;
Bursa’nın yeni 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı yani anayasasının, Kestel’deki işlem tamamlanmadan çıkmasını istemiyorlar…
“Biz yapalım siz anayasayı sonra hazırlarsınız” diyorlar!
Bakalım Bursa’nın yeni Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, konuya ilişkin nasıl bir tavır takınacak?
***
Bu arada;
Gördüğüm kadarıyla İMO’nun mevcut yönetiminden Metin Yaran, Erdem Yardımcı, Ayşegül Özbek, Oğuzhan Kurt, Ozan Olgun, Muhammed Yılmaz, Murat Kaplan, Kudret Sena Erdoğan ve Ozan Samet Şahin, Başkan Serdar Atilla Erdem’le birlikte basının karşısına çıktı.
Yine dünden bugüne İMO tarihinde önemli yerleri olan meslek siyasetinin öncü isimlerinden Necati Şahin, Enver Yılmaz ve Mehmet Albayrak’ın da toplantıyı takip etmesi, Soğuksu ve Seymen Köyü topraklarına kurulmak istenen sanayi bölgesine itirazın şiddetini anlatmaya yetiyordu…
***
(*)Komprador:
Zamanında Güney Amerika ve Uzakdoğu'da; yasaklanan sömürgeci ülke şirketleriyle halk arasında örtülü ticari ilişkiler gibi emperyalizmin kültür transferlerine aracılık yapan yerli kişi veya acentalar...