Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi, siyasi söylemlerdeki ‘seccade’, ‘Fatiha’’Mezhep’ tartışmaları ve Cami mitinglerinden de anlaşılacağı üzere, ‘Siyasal dincilik’ bugünümüzü ve yarınımızı belirleyecek ana etken olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Türkiye’de inançların aşırı ve yoğun şekilde seçime malzeme yapılması da bunu gösteriyor zaten.
Bu açıdan inananların kılavuzu Kur’an’a aykırılığı apaçık olan ‘Siyasal Dincilik’ projesinin ne zaman, niye başlatıldığı, neden üretildiği, amacı, içeriği ve ülkeyle milleti olumsuz sonuçlarından hareketle nereye savuracağının bilinmesi önem taşıyor.
***
Türkiye’de ‘Siyasal Dincilik’ denilince akla gelen, bu çizginin temsilcisi AKP dururken, “nerden çıktı bu başlık?” diye sorulabilir ama doğru cevap da bu:
Evet, Türkiye’de ‘İslamizasyon’ süreci yani ‘Siyasal dincilik’ projesi, DP (Demokrat Parti) ve AKP ile başlamadı, 1945’le birlikte iktidarda olan CHP tarafından başlatıldı.
Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün tercihiyle hem de Atatürk’ün politikasına aykırı olarak İngiltere ve ABD ile yapılan anlaşmalar bu yolun başlangıcı oldu.
Bu ülkelere zihnen teslim olmuşlarla oluşturulan ‘Müesses Nizam’ eliyle de bu yolun, ‘Siyasal dincilik’ dâhil, bütün taşları döşenmeye başlanarak bugünlere gelindi.
İnönü’nün bu tercihinde zamanın modası olan en kudretli hegemonik güçlere dayanma faydacılığı veya sürekli ikinci adam olmanın verdiği rahatsızlıkla kendini ispat çabası olabilir ama belki de en belirleyici olan O’nun ABD’ye olan hayranlığı.
27 Ağustos 1919 tarihinde, Kazım Karabekir’e gönderdiği mektupta bunu görmek mümkün.
Şöyle yazıyor; ‘’İstanbul’da… benim tanıdıklarımdan çoğu, ABD mandasını yeğ tutuyorlar… Ki ben de tamamen bu kanıdayım. Bütün memleketi parçalanmadan bir Amerikan denetimine bırakmak, yaşayabilmek için tek uygun çare gibidir.’’ (Milli Kurtuluş Tarihi, D. Avcıoğlu, C.1)
Ve 1919’da kafasında olan düşünceyi, 1938’den ve özellikle 1945’ten sonra uyguladığı politikalarla hayata geçirerek, ‘Tam Bağımsızlık’ ve ‘Milli Egemenlik’ temellerine dayanan Türk devrimini, hızla ortadan kaldırma sürecini başlatmış ve ABD’nin plan/strateji ve projelerine tabi olmuştur.
***
1945 sonrası Soğuk Savaş döneminde kapitalist blok içerisinde yeni bir düzen inşa edildiğini, antikomünist bir yönelimin egemen hale gelmeye başladığını, bu yönelimin sadece siyasi değil, her alana ve bütün bilim dallarına sirayet ederek, bu amaca uygun düzenlemeler yapıldığı tarihsel bir gerçek.
Bu yönelim ve değişikliklerin en olumlu karşılık bulduğu ülkelerden biri de Türkiye.
Çünkü İnönü’nün oluşturduğu ‘Müesses Nizam’ unsurları, her zaman için Sünni ağırlıklı, sağ eğilimli, hiçbir zaman sola dümen kırmayacak ve hele de komünizmi her zaman bir tehdit ve beka sorunu olarak görecek bir davranışsal yönelime/geçmişe sahip.
Hatta en köktenci Cumhuriyet devrimlerinin yapıldığı zamanlarda bile, ‘Müesses Nizam’ın, potansiyel öncüllerinin, merkezi elitlerin statükocu (hilafetçi, saltanatçı) itirazları hiç eksik olmadı.
Zaten zihinleri, sola, sosyalizme karşıt din temelli bir projeye hazırdı.
Atatürk’ü de yalnız kılan, yoran buydu.
***
1947 yılında, ABD’nin uluslararası politikasının değiştiğini ve artık Sovyet karşıtlığının bu yeni politikada temel esas olduğunu dünyaya ilan eden ‘Truman Doktrini’ geldi.
Bu doktrin çerçevesinde, Avrupa’da Sosyalizmin yayılmasını/gelişmesini engellemeye yönelik ekonomik program olan ‘Marshall Yardım’ına Türkiye, 1948 yılı CHP döneminde başvurdu. Ancak Avrupa’nın tahıl ambarı olmayı kabul ve ağır sanayiinden vazgeçmesi koşulu ile plana dâhil edildi.
Zaten meyilli oldukları bu teslimiyet sayesinde ABD, ülkemizin siyasi, sosyal, diyanet, askeri, emniyet, bürokrasi, ekonomi, kültür, istihbarat ve eğitim alanlarının kılcal damarlarına kadar girerek, bolca devşirdiği adamlarla projelerini uygulayabileceği, istediğini ekebileceği, koskoca mümbit bir tarlaya dönüştürmüştür.
Bu kılcala kadar nüfuz edişten STK’lar ve dini yapılanmalar (Tarikat-Cemaat) da payını fazlasıyla aldı.
Artık sıra, sadece ABD’nin değil, dinimizin de düşmanı(!) olarak sunulanlarla mücadeleye gelmişti.
1945 sonrasında, İnönü, CHP ve ‘Müesses Nizam’ın, ABD isteği ve ona zihni teslimiyetleri çerçevesinde ‘Sol’ a karşı yaptıkları mücadele ile ‘İslamizasyon’ yani siyasal dinciliğin önünü bilinçli olarak açtıkları bir gerçek çünkü onlara göre(!) birincil tehdit ‘sol’ ve ‘sosyalizm’ idi ve panzehri ise dindarlık ve muhafazakârlıktı.
Sistem, kurumlar ve süreç bu anlayışa göre yapılandırıldı.Hatta siyasi partiler de. Bu nedenle patent hakkı AKP’nin değil, CHP’nin…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
‘Siyasal Dincilik’ CHP ile Başladı!
Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi, siyasi söylemlerdeki ‘seccade’, ‘Fatiha’ ’Mezhep’ tartışmaları ve Cami mitinglerinden de anlaşılacağı üzere, ‘Siyasal dincilik’ bugünümüzü ve yarınımızı belirleyecek ana etken olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Türkiye’de inançların aşırı ve yoğun şekilde seçime malzeme yapılması da bunu gösteriyor zaten.
Bu açıdan inananların kılavuzu Kur’an’a aykırılığı apaçık olan ‘Siyasal Dincilik’ projesinin ne zaman, niye başlatıldığı, neden üretildiği, amacı, içeriği ve ülkeyle milleti olumsuz sonuçlarından hareketle nereye savuracağının bilinmesi önem taşıyor.
***
Türkiye’de ‘Siyasal Dincilik’ denilince akla gelen, bu çizginin temsilcisi AKP dururken, “nerden çıktı bu başlık?” diye sorulabilir ama doğru cevap da bu:
Evet, Türkiye’de ‘İslamizasyon’ süreci yani ‘Siyasal dincilik’ projesi, DP (Demokrat Parti) ve AKP ile başlamadı, 1945’le birlikte iktidarda olan CHP tarafından başlatıldı.
Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün tercihiyle hem de Atatürk’ün politikasına aykırı olarak İngiltere ve ABD ile yapılan anlaşmalar bu yolun başlangıcı oldu.
Bu ülkelere zihnen teslim olmuşlarla oluşturulan ‘Müesses Nizam’ eliyle de bu yolun, ‘Siyasal dincilik’ dâhil, bütün taşları döşenmeye başlanarak bugünlere gelindi.
İnönü’nün bu tercihinde zamanın modası olan en kudretli hegemonik güçlere dayanma faydacılığı veya sürekli ikinci adam olmanın verdiği rahatsızlıkla kendini ispat çabası olabilir ama belki de en belirleyici olan O’nun ABD’ye olan hayranlığı.
27 Ağustos 1919 tarihinde, Kazım Karabekir’e gönderdiği mektupta bunu görmek mümkün.
Şöyle yazıyor; ‘’İstanbul’da… benim tanıdıklarımdan çoğu, ABD mandasını yeğ tutuyorlar… Ki ben de tamamen bu kanıdayım. Bütün memleketi parçalanmadan bir Amerikan denetimine bırakmak, yaşayabilmek için tek uygun çare gibidir.’’ (Milli Kurtuluş Tarihi, D. Avcıoğlu, C.1)
Ve 1919’da kafasında olan düşünceyi, 1938’den ve özellikle 1945’ten sonra uyguladığı politikalarla hayata geçirerek, ‘Tam Bağımsızlık’ ve ‘Milli Egemenlik’ temellerine dayanan Türk devrimini, hızla ortadan kaldırma sürecini başlatmış ve ABD’nin plan/strateji ve projelerine tabi olmuştur.
***
1945 sonrası Soğuk Savaş döneminde kapitalist blok içerisinde yeni bir düzen inşa edildiğini, antikomünist bir yönelimin egemen hale gelmeye başladığını, bu yönelimin sadece siyasi değil, her alana ve bütün bilim dallarına sirayet ederek, bu amaca uygun düzenlemeler yapıldığı tarihsel bir gerçek.
Bu yönelim ve değişikliklerin en olumlu karşılık bulduğu ülkelerden biri de Türkiye.
Çünkü İnönü’nün oluşturduğu ‘Müesses Nizam’ unsurları, her zaman için Sünni ağırlıklı, sağ eğilimli, hiçbir zaman sola dümen kırmayacak ve hele de komünizmi her zaman bir tehdit ve beka sorunu olarak görecek bir davranışsal yönelime/geçmişe sahip.
Hatta en köktenci Cumhuriyet devrimlerinin yapıldığı zamanlarda bile, ‘Müesses Nizam’ın, potansiyel öncüllerinin, merkezi elitlerin statükocu (hilafetçi, saltanatçı) itirazları hiç eksik olmadı.
Zaten zihinleri, sola, sosyalizme karşıt din temelli bir projeye hazırdı.
Atatürk’ü de yalnız kılan, yoran buydu.
***
1947 yılında, ABD’nin uluslararası politikasının değiştiğini ve artık Sovyet karşıtlığının bu yeni politikada temel esas olduğunu dünyaya ilan eden ‘Truman Doktrini’ geldi.
Bu doktrin çerçevesinde, Avrupa’da Sosyalizmin yayılmasını/gelişmesini engellemeye yönelik ekonomik program olan ‘Marshall Yardım’ına Türkiye, 1948 yılı CHP döneminde başvurdu. Ancak Avrupa’nın tahıl ambarı olmayı kabul ve ağır sanayiinden vazgeçmesi koşulu ile plana dâhil edildi.
Zaten meyilli oldukları bu teslimiyet sayesinde ABD, ülkemizin siyasi, sosyal, diyanet, askeri, emniyet, bürokrasi, ekonomi, kültür, istihbarat ve eğitim alanlarının kılcal damarlarına kadar girerek, bolca devşirdiği adamlarla projelerini uygulayabileceği, istediğini ekebileceği, koskoca mümbit bir tarlaya dönüştürmüştür.
Bu kılcala kadar nüfuz edişten STK’lar ve dini yapılanmalar (Tarikat-Cemaat) da payını fazlasıyla aldı.
Artık sıra, sadece ABD’nin değil, dinimizin de düşmanı(!) olarak sunulanlarla mücadeleye gelmişti.
1945 sonrasında, İnönü, CHP ve ‘Müesses Nizam’ın, ABD isteği ve ona zihni teslimiyetleri çerçevesinde ‘Sol’ a karşı yaptıkları mücadele ile ‘İslamizasyon’ yani siyasal dinciliğin önünü bilinçli olarak açtıkları bir gerçek çünkü onlara göre(!) birincil tehdit ‘sol’ ve ‘sosyalizm’ idi ve panzehri ise dindarlık ve muhafazakârlıktı.
Sistem, kurumlar ve süreç bu anlayışa göre yapılandırıldı. Hatta siyasi partiler de. Bu nedenle patent hakkı AKP’nin değil, CHP’nin…