“Türkiye’nin en başarılı olduğu konu nedir?” sorusuna cevabım şöyle olur:
“Jet hızında gündem değiştirip hayati meseleler ile gerçeklerin üzerini örtmek…’
Malum bugün ülkemizde gündem;
Ülkenin nereye sürüklendiğine dair bilinmezliklerin, soruların, endişelerin ve gerçeklerin örtüsü yapılan Kürtlerle ilgili gelişmeler.
Çok uzun yıllardan beri, aymazlığımız ve içimizdeki işbirlikçiler nedeniyle altına odun atılarak harlanan ve artık kaynama derecesine ulaştırılan bu mesele ne?
Çünkü yakacak.
***
Batılı ülkeler ve Rusya, 1815 tarihli Viyana kongresinde telaffuz ettikleri ve Osmanlı’yı; Avrupa’dan, Balkanlar’dan, Kafkaslardan ve Ortadoğu’dan sürüp, pılısı ve pırtısı ile geldiği yere gönderilme hedefine ‘’Şark Meselesi’’ demişlerdi.
Bu anlayışı en açık şekilde, İngiltere başbakanlarından W. Gladstone şu şekilde ifade ediyordu:
‘’Mesele sadece Müslümanlık olmayıp, fakat bir ırkın kendine has hususiyetleri ile bu dinin birleşmesi sonucu ortaya çıkan meseledir… Türkler genelde insanlığın en büyük insanlık dışı örnekleridir.’’
Yine Birinci Dünya savaşından sonra İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un, Türklerin İstanbul’dan çıkarılmaları ve Malazgirt ötelerine sürülmesi ile ilgili Avrupa görüşünü aktarırken kullandığı şu ifadeler, işbirlikçi ve aymazlar dışındakileri titretecek ve de bugünleri anlamamızı sağlayacak açıklıktadır:
‘’…Türklerin Avrupa’da beş yüz yıla varan varlıkları Avrupa siyaseti için mütemadiyen bir entrika, tehdit, kokuşmuşluk, hâkimiyeti altındaki halklar için bir baskı kaynağıdır… Şimdi yüzyıllardır elimize geçmeyen, tarihteki bu kara lekeyi temizleme fırsatı geçmiştir ve böyle bir fırsat nesiller boyu tekrar elde edilmeyebilir. Dünya bu büyük problemin çözümünü bekliyor… Yeryüzünü en büyük kötülük kaynaklarından birinden temizleme fırsatı kaçırılmamalıdır.’’
Bu kirli amacı gerçekleştirme fırsatı, Sevr antlaşması ile ellerine geçti.
1920’de Osmanlı devletinin imzaladığı Sevr antlaşması ile Avrupalılar, tarihte ilk defa Osmanlı topraklarında istedikleri düzenlemeyi yapma ve Anadolu’yu parçalara ayırma fırsatını yakaladılar.
Ancak Mustafa Kemal Atatürk gibi bir deha sayesinde bu proje imha edildi ve geldiğimiz yerlere dönmedik ama onlar Sevr projesinden hiç vazgeçmedi.
Sevr referansı çerçevesinde ve Sevr’den milim şaşmayarak, ‘’Şark meselesi’’nin adını, ‘’Kürt meselesine’’, ilave garnitür/yancı olarak da ‘’Ermeni meselesine’’ çevirdiler.
Yeri ve zamanına göre bazen Kürt, bazen Ermeni, bazen azınlıklar kartını bazen de hepsini bir arada masaya sürüyorlar ve sürmeye de devam ediyorlar.
Tarihsel bilinçaltı ve üstü, Türk düşmanlığı saplantısıyla dolu Batı yönetici elitleri, hedefledikleri modeli gerçekleştirmek için siyasi, ekonomik ve askeri tüm güçlerini, uzun yıllardır seferber ediyor.
Yetmiyor, Türkleri fiziki varlığıyla Anadolu’dan çıkaramama ihtimaline karşı, kültürel emperyalizm (medya, edebiyat, din) yoluyla, aklı tutsak edip ahmaklaştırarak, Türk’ü düşünemez hale getiriyor ve tarihsel/insani misyonundan koparıyor.
Bu döngüyü ancak kendilerine ruhaniyet atfeden din simsarlarına değil sadece Allah’a kul olup özgürleşerek, selim aklını işleterek, okuyup anlayarak, analiz ederek, büyük resmi görme zahmetine katlanarak kıracak olan millet ise konfor alanından vazgeçmeyerek gönüllü zihinsel tutsak haline getiriliyor.
Böylece ahmaklaştırılıp sadece duygusallığa yöneltilen kitleler,
Milli/yerli/dini görünümlü troller,
Düşünmeyi/sorgulamayı iptal etmişadanmış taraftarlarve hamasi söylemlerin etkisiyle, ne idüğü belirsiz, toplama ve emperyalizmin kurup uşağı haline getirilen örgütlerin, Halep ve Hama’ya girmesiyle coşuyor.
Her olayda olduğu gibi, bu gelişme de bazılarının kullandığı turnusol kağıdına dönüştürülüyor. Hamas’ı desteklersen iyi, desteklemezsen kötü, Haniye’nin ölümüne ağlarsan iyi, ağlamazsan kötü, bir taraftan İsrail’e küfredip, diğer taraftan gizli ticaret iddialarına ses çıkartmazsan iyi, konu ile ilgili soru sorarsan kötüsün.
O örgütler ne yapacak orda.
Şimdilik sahayı temizleyecek sonra da talimatla YPG’ye yani Kürtlere teslim edecekler. Gerçek bu iken sevinmek mi gerekiyor?
Hem adama sormazlar mı, Kerkük, Musul, Kıbrıs, Ege adaları, sınırlar ve Yunan botlarının çıktığı kıyılarına sahip çıkamazken, Hatay tehlike altındayken, sığınmacılarla demografik ve ekonomik işgale uğratılmış ve hala uğratılacak iken bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye.
***
1938-45 arası ısınma turlarıyla geçen, 1945-1960 arası kılcallarımıza kadar girerek ete kemiğe bürünen, 1960’tan bugüne bağımsızlığımızı yitirip adım adım potasına girdiğimiz emperyalizme tam teslim olduğumuz, planlarına/projelerini harfiyen yerine getirdiğimiz bir hale getirildik.
Bu durum sırf koltuklarını, makamlarını, iktidarlarını korumak amacına yönelik iki dilli, ikiyüzlü siyasiler ile onların her dediğini ‘’dava’’ kutsal(!) kâsesinin içinde değerlendirip onlara nerdeyse mutlak itaat/biat edenlerin eseri.
Çünkü siyasi partilerdeki lider-partili/taraftar ilişkisi, tarikat ve cemaatlerdeki mürşit- mürit ilişkisinin yansıması.
Ve iktidar olsun, muhalefet olsun tüm liderlerin/genel başkanların koltuklarını korumasının yolu, dünya/küresel sistemine uyum ve itaatten geçiyor.
Hala anlaşılmayan bu!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Şark Meselesi ve hizmet erleri!
“Türkiye’nin en başarılı olduğu konu nedir?” sorusuna cevabım şöyle olur:
“Jet hızında gündem değiştirip hayati meseleler ile gerçeklerin üzerini örtmek…’
Malum bugün ülkemizde gündem;
Ülkenin nereye sürüklendiğine dair bilinmezliklerin, soruların, endişelerin ve gerçeklerin örtüsü yapılan Kürtlerle ilgili gelişmeler.
Çok uzun yıllardan beri, aymazlığımız ve içimizdeki işbirlikçiler nedeniyle altına odun atılarak harlanan ve artık kaynama derecesine ulaştırılan bu mesele ne?
Çünkü yakacak.
***
Batılı ülkeler ve Rusya, 1815 tarihli Viyana kongresinde telaffuz ettikleri ve Osmanlı’yı; Avrupa’dan, Balkanlar’dan, Kafkaslardan ve Ortadoğu’dan sürüp, pılısı ve pırtısı ile geldiği yere gönderilme hedefine ‘’Şark Meselesi’’ demişlerdi.
Bu anlayışı en açık şekilde, İngiltere başbakanlarından W. Gladstone şu şekilde ifade ediyordu:
‘’Mesele sadece Müslümanlık olmayıp, fakat bir ırkın kendine has hususiyetleri ile bu dinin birleşmesi sonucu ortaya çıkan meseledir… Türkler genelde insanlığın en büyük insanlık dışı örnekleridir.’’
Yine Birinci Dünya savaşından sonra İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un, Türklerin İstanbul’dan çıkarılmaları ve Malazgirt ötelerine sürülmesi ile ilgili Avrupa görüşünü aktarırken kullandığı şu ifadeler, işbirlikçi ve aymazlar dışındakileri titretecek ve de bugünleri anlamamızı sağlayacak açıklıktadır:
‘’…Türklerin Avrupa’da beş yüz yıla varan varlıkları Avrupa siyaseti için mütemadiyen bir entrika, tehdit, kokuşmuşluk, hâkimiyeti altındaki halklar için bir baskı kaynağıdır… Şimdi yüzyıllardır elimize geçmeyen, tarihteki bu kara lekeyi temizleme fırsatı geçmiştir ve böyle bir fırsat nesiller boyu tekrar elde edilmeyebilir. Dünya bu büyük problemin çözümünü bekliyor… Yeryüzünü en büyük kötülük kaynaklarından birinden temizleme fırsatı kaçırılmamalıdır.’’
Bu kirli amacı gerçekleştirme fırsatı, Sevr antlaşması ile ellerine geçti.
1920’de Osmanlı devletinin imzaladığı Sevr antlaşması ile Avrupalılar, tarihte ilk defa Osmanlı topraklarında istedikleri düzenlemeyi yapma ve Anadolu’yu parçalara ayırma fırsatını yakaladılar.
Ancak Mustafa Kemal Atatürk gibi bir deha sayesinde bu proje imha edildi ve geldiğimiz yerlere dönmedik ama onlar Sevr projesinden hiç vazgeçmedi.
Sevr referansı çerçevesinde ve Sevr’den milim şaşmayarak, ‘’Şark meselesi’’nin adını, ‘’Kürt meselesine’’, ilave garnitür/yancı olarak da ‘’Ermeni meselesine’’ çevirdiler.
Yeri ve zamanına göre bazen Kürt, bazen Ermeni, bazen azınlıklar kartını bazen de hepsini bir arada masaya sürüyorlar ve sürmeye de devam ediyorlar.
Tarihsel bilinçaltı ve üstü, Türk düşmanlığı saplantısıyla dolu Batı yönetici elitleri, hedefledikleri modeli gerçekleştirmek için siyasi, ekonomik ve askeri tüm güçlerini, uzun yıllardır seferber ediyor.
Yetmiyor, Türkleri fiziki varlığıyla Anadolu’dan çıkaramama ihtimaline karşı, kültürel emperyalizm (medya, edebiyat, din) yoluyla, aklı tutsak edip ahmaklaştırarak, Türk’ü düşünemez hale getiriyor ve tarihsel/insani misyonundan koparıyor.
Bu döngüyü ancak kendilerine ruhaniyet atfeden din simsarlarına değil sadece Allah’a kul olup özgürleşerek, selim aklını işleterek, okuyup anlayarak, analiz ederek, büyük resmi görme zahmetine katlanarak kıracak olan millet ise konfor alanından vazgeçmeyerek gönüllü zihinsel tutsak haline getiriliyor.
Böylece ahmaklaştırılıp sadece duygusallığa yöneltilen kitleler,
Milli/yerli/dini görünümlü troller,
Düşünmeyi/sorgulamayı iptal etmiş adanmış taraftarlar ve hamasi söylemlerin etkisiyle, ne idüğü belirsiz, toplama ve emperyalizmin kurup uşağı haline getirilen örgütlerin, Halep ve Hama’ya girmesiyle coşuyor.
Her olayda olduğu gibi, bu gelişme de bazılarının kullandığı turnusol kağıdına dönüştürülüyor. Hamas’ı desteklersen iyi, desteklemezsen kötü, Haniye’nin ölümüne ağlarsan iyi, ağlamazsan kötü, bir taraftan İsrail’e küfredip, diğer taraftan gizli ticaret iddialarına ses çıkartmazsan iyi, konu ile ilgili soru sorarsan kötüsün.
O örgütler ne yapacak orda.
Şimdilik sahayı temizleyecek sonra da talimatla YPG’ye yani Kürtlere teslim edecekler. Gerçek bu iken sevinmek mi gerekiyor?
Hem adama sormazlar mı, Kerkük, Musul, Kıbrıs, Ege adaları, sınırlar ve Yunan botlarının çıktığı kıyılarına sahip çıkamazken, Hatay tehlike altındayken, sığınmacılarla demografik ve ekonomik işgale uğratılmış ve hala uğratılacak iken bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye.
***
1938-45 arası ısınma turlarıyla geçen, 1945-1960 arası kılcallarımıza kadar girerek ete kemiğe bürünen, 1960’tan bugüne bağımsızlığımızı yitirip adım adım potasına girdiğimiz emperyalizme tam teslim olduğumuz, planlarına/projelerini harfiyen yerine getirdiğimiz bir hale getirildik.
Bu durum sırf koltuklarını, makamlarını, iktidarlarını korumak amacına yönelik iki dilli, ikiyüzlü siyasiler ile onların her dediğini ‘’dava’’ kutsal(!) kâsesinin içinde değerlendirip onlara nerdeyse mutlak itaat/biat edenlerin eseri.
Çünkü siyasi partilerdeki lider-partili/taraftar ilişkisi, tarikat ve cemaatlerdeki mürşit- mürit ilişkisinin yansıması.
Ve iktidar olsun, muhalefet olsun tüm liderlerin/genel başkanların koltuklarını korumasının yolu, dünya/küresel sistemine uyum ve itaatten geçiyor.
Hala anlaşılmayan bu!