Her konu ve gelişme ile ilgili temel bir referans haline geldiği pek fark edilmeyen ama esasta davranışlara kaynaklık ettiği açık olan Nefs ve Nefs’le inşa edilen fikirler ile sebep olduğu karmaşalara geçmeden önce mevcut resimle ilgili bir değerlendirme yaparak başlayayım yazıya.
Türkiye ve dünyada insan/insanlık hak ve onuruna aykırı olarak gittikçe aşırılaşan uygulamalara yönelik değerlendirmelere sığ, yüzeysel ve kolaycı tek bir cümle damga vuruyor; ‘’ Aklımızla dalga geçmeyin’’.
Bunun ötesi yok.
Dikkat edilirse aydınların(!), düşünce sahiplerinin, siyasilerin, ‘’Ne, niçin, nasıl, neden’’ sorularını nedense sormadığı/soramadığı, sorması halinde ise konforunun bozulacağı ve yük getireceği endişesiyle sürekli kurtarıcı olarak sığındıkları bir korunak haline geldi bu cümle.
Çünkü heybelerinde bundan başka bir şey yok, çünkü iktidar ortaklarının zihinsel temellerini, ‘’dava’’larını, davalarının öncüllerini ve bu öncüllerin misyonunu, dayandıkları sütunları anlama gerekliliğini bir türlü akledemiyorlar.
Akletme yerine ikame edilen ezberciliğin de tek çıkış yolu bu cümle oluyor ama bu da egemenlerin bırakın durdurulmasını, daha da aşırılaşmasını teşvik ediyor. Biliyorlar ki hala bilinmiyorlar ve cüretkârca göstere göstere umursamazca yapacaklarını yapıyorlar.
Bu muhalif sorumluların vicdan ve kafalarını rahatlatmak ve de dostlar alışverişte görsün misali kaçışları, kendilerini ve milleti kandırmaktan ve de doludizgin bir bilinmeze yelken açılmasından başka bir sonuç doğurmuyor.
Böyle yapmak hangi sorunu çözüyor ki?
Bırakın çözmeyi mevcut sorunlar her gün katmerlenerek yakıcı/yıkıcı hale geliyor.
***
Sorumluları ‘’geçiştirme/mış gibi yapma’’ hastalığına yakalanmış milletin belli bir kesiminin de durumu çok farklı değil.
İktidarın, gerçek içeriğinin dışında, sadece bir kabuk olarak İslam’ı tekeline alması ve kendi sömürgesine dönüştürmesi neticesinde, özellikle Müslümanlık iddiasında bulunanlar insan/insanlık onur kaybı ile ahlaki çürümeyi dert etmiyor.
Azıcık aklı olan bilir ki, ahlaki değerleri kaybedenlerin kazanacağı hiçbir şey yoktur.
Müslümanlık iddiasında bulunanlar, hamasi yerlilik, millilik propagandasının oluşturduğu duygusallığı sürekli kılan mistik dinin mitos/hurafeleriyle kendilerinden geçip, adeta tapındıkları dinci/muhafazakâr/milliyetçi liderlerin, pervasız, hesap vermez yüksen derece dönüşlerini bile sorun haline getirmedikleri gibi asla eleştiri konusu bile yapmıyor yapanlara da düşman muamelesini reva görüyorlar.
Biz bu ülkenin inanç/kültür/töre ikliminde yetişirken ilk aldığımız temel, bırakın Filistin’i, dünyanın neresinde olursa olsun ister Arjantin’de ister Türkistan’da, isterse Vietnam’da bulunsun, mağdur ve zulme uğramışların acısına ortak olmak, zalime dur demek düsturuydu.
İslam’ın barış, esenlik, iyilik, merhamet, şefkat elinin her yerdeki mazluma uzanmasıydı inancımız.
Artık bu inanç yerle bir. Bırakın başkalarını birimize bile tahammül edemiyoruz, hangi konu olursa olsun kutuplara ayrılmışız. Kendi insanına hayrı/adaleti/merhameti olmayanın Filistin’e slogandan başka hayrı(!) olur mu? Ne bekliyoruz ki kandırmacadan başka?
Bu apaçık yanlış yaşantımızı meşrulaştırmak için, iktidar hizmetkârı olarak görev yapan Diyanet ve sözüm ona ulema(!) ne kadar dini kılıf uydurmaya çalışırsa çalışsın halimizim İslami/insani olmadığı ve kötülüğü emreden nefse (nefs-i emmare) teslim olduğumuz ortada.
Tarikatçılığın, cemaatçiliğin egemen kılındığı batıni bir din ikliminde etniklik ve mezhepçilik prangasına sokulan kitleler, sürekli yüceltilen, övülen ve her dediğinde hikmet aranan karizmatik(!) dini ve politik liderlere mutlak itaati dini bir vecibe olarak görüyor ve bu halin bir nevi putperestlik olduğunu, doğru zannedilen yanlışlarla yaşadığımızı fark etmiyor.
Kur’an buyruklarının aksine ters giyilen bir elbiseye çevrilen eklentili dinin beşer nefsine dayalı buyrukları doğru zannediliyor.
Hâlbuki Zuhruf suresinin 36-40. ayetleri bu anlayışı kökünden söküp atacak netlikte.
Yaptığım değerlendirmeler çerçevesinde ‘nefs’ konusuna geçebilirim.
Ancak bu konuya İslam’ın ve batılı ile doğulu filozofların yaklaşımının ne olduğuna, yapılacak seçimlerin kişi, toplum ve devletleri nasıl etkilediğine gelecek yazıda değineyim.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Söz Bursa
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
‘’Nefs’’ler Mücadelesi!
Her konu ve gelişme ile ilgili temel bir referans haline geldiği pek fark edilmeyen ama esasta davranışlara kaynaklık ettiği açık olan Nefs ve Nefs’le inşa edilen fikirler ile sebep olduğu karmaşalara geçmeden önce mevcut resimle ilgili bir değerlendirme yaparak başlayayım yazıya.
Türkiye ve dünyada insan/insanlık hak ve onuruna aykırı olarak gittikçe aşırılaşan uygulamalara yönelik değerlendirmelere sığ, yüzeysel ve kolaycı tek bir cümle damga vuruyor; ‘’ Aklımızla dalga geçmeyin’’.
Bunun ötesi yok.
Dikkat edilirse aydınların(!), düşünce sahiplerinin, siyasilerin, ‘’Ne, niçin, nasıl, neden’’ sorularını nedense sormadığı/soramadığı, sorması halinde ise konforunun bozulacağı ve yük getireceği endişesiyle sürekli kurtarıcı olarak sığındıkları bir korunak haline geldi bu cümle.
Çünkü heybelerinde bundan başka bir şey yok, çünkü iktidar ortaklarının zihinsel temellerini, ‘’dava’’larını, davalarının öncüllerini ve bu öncüllerin misyonunu, dayandıkları sütunları anlama gerekliliğini bir türlü akledemiyorlar.
Akletme yerine ikame edilen ezberciliğin de tek çıkış yolu bu cümle oluyor ama bu da egemenlerin bırakın durdurulmasını, daha da aşırılaşmasını teşvik ediyor. Biliyorlar ki hala bilinmiyorlar ve cüretkârca göstere göstere umursamazca yapacaklarını yapıyorlar.
Bu muhalif sorumluların vicdan ve kafalarını rahatlatmak ve de dostlar alışverişte görsün misali kaçışları, kendilerini ve milleti kandırmaktan ve de doludizgin bir bilinmeze yelken açılmasından başka bir sonuç doğurmuyor.
Böyle yapmak hangi sorunu çözüyor ki?
Bırakın çözmeyi mevcut sorunlar her gün katmerlenerek yakıcı/yıkıcı hale geliyor.
***
Sorumluları ‘’geçiştirme/mış gibi yapma’’ hastalığına yakalanmış milletin belli bir kesiminin de durumu çok farklı değil.
İktidarın, gerçek içeriğinin dışında, sadece bir kabuk olarak İslam’ı tekeline alması ve kendi sömürgesine dönüştürmesi neticesinde, özellikle Müslümanlık iddiasında bulunanlar insan/insanlık onur kaybı ile ahlaki çürümeyi dert etmiyor.
Azıcık aklı olan bilir ki, ahlaki değerleri kaybedenlerin kazanacağı hiçbir şey yoktur.
Müslümanlık iddiasında bulunanlar, hamasi yerlilik, millilik propagandasının oluşturduğu duygusallığı sürekli kılan mistik dinin mitos/hurafeleriyle kendilerinden geçip, adeta tapındıkları dinci/muhafazakâr/milliyetçi liderlerin, pervasız, hesap vermez yüksen derece dönüşlerini bile sorun haline getirmedikleri gibi asla eleştiri konusu bile yapmıyor yapanlara da düşman muamelesini reva görüyorlar.
Biz bu ülkenin inanç/kültür/töre ikliminde yetişirken ilk aldığımız temel, bırakın Filistin’i, dünyanın neresinde olursa olsun ister Arjantin’de ister Türkistan’da, isterse Vietnam’da bulunsun, mağdur ve zulme uğramışların acısına ortak olmak, zalime dur demek düsturuydu.
İslam’ın barış, esenlik, iyilik, merhamet, şefkat elinin her yerdeki mazluma uzanmasıydı inancımız.
Artık bu inanç yerle bir. Bırakın başkalarını birimize bile tahammül edemiyoruz, hangi konu olursa olsun kutuplara ayrılmışız. Kendi insanına hayrı/adaleti/merhameti olmayanın Filistin’e slogandan başka hayrı(!) olur mu? Ne bekliyoruz ki kandırmacadan başka?
Bu apaçık yanlış yaşantımızı meşrulaştırmak için, iktidar hizmetkârı olarak görev yapan Diyanet ve sözüm ona ulema(!) ne kadar dini kılıf uydurmaya çalışırsa çalışsın halimizim İslami/insani olmadığı ve kötülüğü emreden nefse (nefs-i emmare) teslim olduğumuz ortada.
Tarikatçılığın, cemaatçiliğin egemen kılındığı batıni bir din ikliminde etniklik ve mezhepçilik prangasına sokulan kitleler, sürekli yüceltilen, övülen ve her dediğinde hikmet aranan karizmatik(!) dini ve politik liderlere mutlak itaati dini bir vecibe olarak görüyor ve bu halin bir nevi putperestlik olduğunu, doğru zannedilen yanlışlarla yaşadığımızı fark etmiyor.
Kur’an buyruklarının aksine ters giyilen bir elbiseye çevrilen eklentili dinin beşer nefsine dayalı buyrukları doğru zannediliyor.
Hâlbuki Zuhruf suresinin 36-40. ayetleri bu anlayışı kökünden söküp atacak netlikte.
Yaptığım değerlendirmeler çerçevesinde ‘nefs’ konusuna geçebilirim.
Ancak bu konuya İslam’ın ve batılı ile doğulu filozofların yaklaşımının ne olduğuna, yapılacak seçimlerin kişi, toplum ve devletleri nasıl etkilediğine gelecek yazıda değineyim.