Kolombiyalı yazar G.G. Marguez’in meşhur romanı ‘Kırmızı Pazartesi’, ülkemizde yaşanılan ve şaşkınlıkla(!) karşılanan keskin gelişmelerin aynası gibi adeta.
Marguez kitabında, herkesin bildiği ama kimsenin engellemek için bir şey yapmadığı bir cinayeti konu alarak hem cinayetin arka planını hem de bir halkın ortak davranış biçimlerinin portresini çiziyor.
Aynen romandaki gibi, aklıselim düşünenlerin gördüğü ve bildiği ancak başta muhalefet olmak üzere sistem aktörlerinin, esastasistemin görevlendirdiği figüranlar olması nedeniyle bilip anladığı ama teslimiyetleri bağlamında hiçbir şey yapmadığı gelişmeler peş peşe gelmeye başladı.
Akla ziyan dönüşümler, bile bile, göz göre yaşandı, yaşanıyor ve yaşanacak.
Yani perşembenin gelişinin, çarşambadan belli olması gibi.
Bu gerçeğe rağmen sorumluluk sahibi olanların beklemiyormuş gibi, şaşırmış ve şok olmuş gibi yapmasının anlamı yok.
Millete gelince; şaşkın ve kafası karışmış vaziyette.
Bilinçli şekilde doğru ve yanlışı ayırt etme melekesi dumura uğratılmış, bu keskin değişimler ve olaylar karşısında ne yapacağını bilemez halde.
Nasıl bilsin ki?
Müthiş bir bilgisizlendirme (dezenformasyon) ve bilgi dağınıklığını yayan, kirli bilgiyi boca eden bir propaganda mekanizması oluşturulmuş.
Vatandaş, olayları yazılı ve dijital olarak takip etse de televizyon haberlerini izlese de olan biteni anlamlandırması ve doğru yorumlaması çok zor.
Bu gidişatın nereye olduğunu bilenler hariç, her gelişme vatandaşın ‘kendisinin dışında’ ve puslu olduğundan mantıklı bir değerlendirme yapması mümkün değil.
Uzun yıllar boyunca ‘ne kadar dinselleştirme o kadar akılsızlaştırma’ zehrine maruz bırakılan, aklı suikasta uğratıldığı yetmiyor gibi bir de ahmaklaştırma endüstrisi (medya, edebiyat, din) çarklarının arasına bırakılan milletin bu halde olması beklenen şey zaten.
Bu operasyonların sonucunda, aklın yerinin duygu, düşüncenin yerini önyargı, iradenin yerini beğeni ve öfkenin aldığı ve de kendi gibi olmayanlara saldırganlığın milli ve dini bir görev olduğu aldatmacasının egemen olduğu bir süreç yaşanıyor.
‘Ya bendensin ya ondansın’, ‘ya bizdensin ya ötekisin’ prangasına sıkıştırılmış halde doğruya yalnız doğruya talip olanların bertaraf edildiği, dışlandığı bir atmosferi soluyoruz.
Ülke iç barışını tahrip eden, iç cepheyi tahkim etmek yerine kutuplaştırmalardan nemalanan ve de tek dertleri koltuklarını korumak ve iktidarlarını sürdürmek olan partilerin genel başkanları ise kendilerini, eleştirilerden, sorgulamalardan, ahlaki uyarılardan muaf görüyor ve taraftarlarından da mutlak itaat bekliyor.
Milletin çoğunluğuna ise özgürlüklerini kendilerine yük görerek, sorumluluğu parti, cemaat, tarikat liderlerine yıkmak kolay ve konforlu geliyor.
Meşrep, kişilik, ezbercilik ve komplekslerine uygun olarak seçtikleri milliyetçi, muhafazakâr, sağcı ve dinci egemenlere tapındıkları için, hiçbir zaman bu liderlerin politik ve ahlaki yabancılaşmalarını, kitleleri aldatmakta kullandıkları ideolojilerinden sapıp, savrulmalarını, gafletlerini, ihanetlerini, yolsuzluklarını, hırsızlıklarını, entrika ve skandallarını sorun haline getirmiyor, eleştiri konusu yapmıyor.
Bu nedenle, Murat Belge’nin dediği gibi, bütün siyasetin ve sözüm ona ideolojilerin ortak noktası; dogmatik, ezberci, mutlakçı, tümdengelimci düşünce yönteminin, inancı eleştirinin önüne koyma alışkanlığının artık karakter haline getirildiği bir ortamda debelenip duruyoruz.
Bu ülke, bu hale bilerek getirildi, getirilirken de kimseden çıt çıkmadı. Yani kendimiz ettik, kendimiz bulduk.
Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra ah, vah etmenin faydası yok.
Eğer kendimize gelip akletmezsek, samimi çözüm ve tedbirlere yönelmezsek, biz sadece kırmızı pazartesi değil, daha çook, kırmızı salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi, pazar yaşarız.
Gerçeklerin üzerini bilinçli şekilde kapatmaya yönelik olarak oluşturulan bu karmaşa, şımarıklık, had bilmezlik ve adaletsizlikler umarım milletimizi İsra 16’ya muhatap kılmaz.
Ne buyuruyor Allah ayette;
‘’Ve Biz, bir ülkeyi değişime/yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, o ülkenin varlık, güç ve zenginlik sebebiyle şımarmış önderlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar, kargaşayı, haksızlığı, şımarıklığı sürdürürse artık oranın aleyhine söz hak olur da biz orayı kökünden darmadağın ederiz.’’
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Söz Bursa
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Kırmızı Pazartesi!
Kolombiyalı yazar G.G. Marguez’in meşhur romanı ‘Kırmızı Pazartesi’, ülkemizde yaşanılan ve şaşkınlıkla(!) karşılanan keskin gelişmelerin aynası gibi adeta.
Marguez kitabında, herkesin bildiği ama kimsenin engellemek için bir şey yapmadığı bir cinayeti konu alarak hem cinayetin arka planını hem de bir halkın ortak davranış biçimlerinin portresini çiziyor.
Aynen romandaki gibi, aklıselim düşünenlerin gördüğü ve bildiği ancak başta muhalefet olmak üzere sistem aktörlerinin, esasta sistemin görevlendirdiği figüranlar olması nedeniyle bilip anladığı ama teslimiyetleri bağlamında hiçbir şey yapmadığı gelişmeler peş peşe gelmeye başladı.
Akla ziyan dönüşümler, bile bile, göz göre yaşandı, yaşanıyor ve yaşanacak.
Yani perşembenin gelişinin, çarşambadan belli olması gibi.
Bu gerçeğe rağmen sorumluluk sahibi olanların beklemiyormuş gibi, şaşırmış ve şok olmuş gibi yapmasının anlamı yok.
Millete gelince; şaşkın ve kafası karışmış vaziyette.
Bilinçli şekilde doğru ve yanlışı ayırt etme melekesi dumura uğratılmış, bu keskin değişimler ve olaylar karşısında ne yapacağını bilemez halde.
Nasıl bilsin ki?
Müthiş bir bilgisizlendirme (dezenformasyon) ve bilgi dağınıklığını yayan, kirli bilgiyi boca eden bir propaganda mekanizması oluşturulmuş.
Vatandaş, olayları yazılı ve dijital olarak takip etse de televizyon haberlerini izlese de olan biteni anlamlandırması ve doğru yorumlaması çok zor.
Bu gidişatın nereye olduğunu bilenler hariç, her gelişme vatandaşın ‘kendisinin dışında’ ve puslu olduğundan mantıklı bir değerlendirme yapması mümkün değil.
Uzun yıllar boyunca ‘ne kadar dinselleştirme o kadar akılsızlaştırma’ zehrine maruz bırakılan, aklı suikasta uğratıldığı yetmiyor gibi bir de ahmaklaştırma endüstrisi (medya, edebiyat, din) çarklarının arasına bırakılan milletin bu halde olması beklenen şey zaten.
Bu operasyonların sonucunda, aklın yerinin duygu, düşüncenin yerini önyargı, iradenin yerini beğeni ve öfkenin aldığı ve de kendi gibi olmayanlara saldırganlığın milli ve dini bir görev olduğu aldatmacasının egemen olduğu bir süreç yaşanıyor.
‘Ya bendensin ya ondansın’, ‘ya bizdensin ya ötekisin’ prangasına sıkıştırılmış halde doğruya yalnız doğruya talip olanların bertaraf edildiği, dışlandığı bir atmosferi soluyoruz.
Ülke iç barışını tahrip eden, iç cepheyi tahkim etmek yerine kutuplaştırmalardan nemalanan ve de tek dertleri koltuklarını korumak ve iktidarlarını sürdürmek olan partilerin genel başkanları ise kendilerini, eleştirilerden, sorgulamalardan, ahlaki uyarılardan muaf görüyor ve taraftarlarından da mutlak itaat bekliyor.
Milletin çoğunluğuna ise özgürlüklerini kendilerine yük görerek, sorumluluğu parti, cemaat, tarikat liderlerine yıkmak kolay ve konforlu geliyor.
Meşrep, kişilik, ezbercilik ve komplekslerine uygun olarak seçtikleri milliyetçi, muhafazakâr, sağcı ve dinci egemenlere tapındıkları için, hiçbir zaman bu liderlerin politik ve ahlaki yabancılaşmalarını, kitleleri aldatmakta kullandıkları ideolojilerinden sapıp, savrulmalarını, gafletlerini, ihanetlerini, yolsuzluklarını, hırsızlıklarını, entrika ve skandallarını sorun haline getirmiyor, eleştiri konusu yapmıyor.
Bu nedenle, Murat Belge’nin dediği gibi, bütün siyasetin ve sözüm ona ideolojilerin ortak noktası; dogmatik, ezberci, mutlakçı, tümdengelimci düşünce yönteminin, inancı eleştirinin önüne koyma alışkanlığının artık karakter haline getirildiği bir ortamda debelenip duruyoruz.
Bu ülke, bu hale bilerek getirildi, getirilirken de kimseden çıt çıkmadı. Yani kendimiz ettik, kendimiz bulduk.
Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra ah, vah etmenin faydası yok.
Eğer kendimize gelip akletmezsek, samimi çözüm ve tedbirlere yönelmezsek, biz sadece kırmızı pazartesi değil, daha çook, kırmızı salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi, pazar yaşarız.
Gerçeklerin üzerini bilinçli şekilde kapatmaya yönelik olarak oluşturulan bu karmaşa, şımarıklık, had bilmezlik ve adaletsizlikler umarım milletimizi İsra 16’ya muhatap kılmaz.
Ne buyuruyor Allah ayette;
‘’Ve Biz, bir ülkeyi değişime/yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, o ülkenin varlık, güç ve zenginlik sebebiyle şımarmış önderlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar, kargaşayı, haksızlığı, şımarıklığı sürdürürse artık oranın aleyhine söz hak olur da biz orayı kökünden darmadağın ederiz.’’