SON DAKİKA
Hava Durumu

Büyük Yalanlara Teslim Olmak!

Yazının Giriş Tarihi: 23.10.2024 11:27
Yazının Güncellenme Tarihi: 23.10.2024 11:27

Genel olarak fiziksel ve ruhsal hastalık/rahatsızlıkların insana has olduğu yönünde bir ön kabul ve alışkanlığımızın olduğu doğrudur.

Peki, insan hastalanır da toplum hastalanamaz mı?

Çünkü toplumsal patoloji (toplumsal hastalık/çözülme) diye bir kavram var.

Toplumların, insan bedeninin çeşitli parçaları gibi bir çöküntü yaşayabileceğini ve hastalanabileceğini ifade etmek için organik mecazıyla ilişkilendirilen bir kavram.

Mesela insanın, kendi fıtrat/yaradılış özellikleri yönünde gelişmesine izin verilmezse ve toplumun yönetme yetkisi verdiği iktidarlar, insan fıtratına uygun düzenlemeleri yapmaz ve üstüne yanlış politikalar uygularsa hem insan hem de toplum hastalanabilir.

Ülkemizin bütün kurum ve faaliyet alanlarından kötülüklerin fışkırdığı, en aşağılık çeteleşmelerin pıtrak gibi çoğaldığı ve hayvanların bile yapmayacağı kötülüklerin sıradanlaştığı atmosfer tam da bu durumu gösteriyor aslında.

Biz ise, Aziz Nesin hikâyesinde geçen ‘’du bakali n’olcek’’ modunda sadece izliyoruz.

Hâlbuki artık koşar adım gelen ‘’olacak’’ olduğunda belki her şey için geç kalınacak.

***

Yine soruyorum, toplumlar nasıl hastalanır?

Birçok nedeni var elbette.

Mesela bir milleti oluşturan insanların, “bu kadar da olmaz” dedikleri akıl dışı olaylar karşısında o ya da bu nedenle kendilerini aciz, güçsüz ve etkisiz hissettikleri ya da aynı olaylara başka insanların da aciz oldukları için sessiz, tepkisiz ve seyirci kaldıkları bir durum, aslında tam da milletin hastalandığı bir durumu gösteriyor.

Mesela kuralsızlığın, yasa tanımazlığın bizzat yetki sahiplerine has kılınması, hukukun üstünlüğünün, üstünler/zenginler/güçlüler hukukuna dönüştürülmesi hastalığa hastalık katmakla kalmıyor, hastalığın tavandan tabana değerli ve geçerli davranışlar olarak kabulünü ve yaygınlaşmasını sağlıyor.

En ürkütücü olansa, yetkililerin bu yasa tanımazlığı cüretkâr ve kaba bir üslupla yapmaları bu kötülükleri meşrulaştırıyor.

Mesela biz hukuku(!), “onlardan değilsen her şeye hakkın var”a çevirdik. Bunun adı ne Batı ne insan ne de İslam Hukuku!

Buna ancak heva ve hevese uyup, “dini de alet etmek” denir.

Mesela yetkililerin ülkeden umudu kestiğinin anlaşılmasıyla ki -sermayedarların, siyasilerin, bürokratların bu ülkeden apardıklarıyla, yurtdışından menkul/gayrimenkul alma ve çocuklarını oralarda okutma çılgınlığı bunu gösteriyor-, artık kimsenin kimse ve ülke için parmak kıpırdatmadığı, her kaptanın kendi gemisini kurtarmaya çalıştığı, bal tutanın parmağını yaladığı ve adına ancak felaket denilebilecek bir gidişin başladığı görülüyor.

Mesela bir şey aynı anda doğru ve yanlış olabilir hale gelmişse yani ben yaparsam doğru çünkü bizim amacımız kutsal anlayışı egemen hale geliyorsa ahlakın çökmesi kaçınılmaz hale geliyor.

***

Peki ahlak erozyonu ne?

Değerlerin kaybı ve tepkisiz kalmak…

Bugün yaşadıklarımız işte bu.

Bir şey aynı anda doğru ve yanlışa örnek, yanı başımızda.

Dün “40 bin kişinin katiliyle görüşen haindir” denilsin ve 25 yıl bunun üzerinden toplum ve siyasetin bir bölümü dizayn edilsin, bugün milletin ortak aklı (kalmadı tabii) TBMM’de konuşsun.

Tarih böyle bir çelişki ve Türk’e bu kadar açık bir kastı görmedi.

Daha ne konuşalım ki toplumun hastalığına dair.

Adaletin, ahlakın, aklın, emniyetin, güvenin, değerlerin dengesini, şirazesini bozarak, devlet olma vasfını kaybediyoruz.

Öyle ki, ülke artık ahlaklı, kural ve yasaya uygun yaşayan insanların yaşam sahasının tehdit altında olduğu bir yere dönüştürülüyor.

İstisnalar olmakla birlikte adeta namussuzlar, namusluları ayaklarına dolaşmayacak bir yere sürmüşler.

Cesur bir savcının görevini yapması bile olağanüstü karşılanıyor.

Nasıl oluyor, buraya nasıl geldik?

Çünkü biz, Darwin’in evrim teorisini bile ters çevirmişiz.

Yani, bizde ayakta kalan, yukarılara tırmanan, göreve layık olan, liyakatli olan değil tam tersine yetersiz ama rüzgâra göre dönen, soytarı ve yalaka olandır.

Liyakatsizin, yetersizin yerini muhafaza edebilmesi için, çevresinde kendisinden de yetersiz olanları toplaması gerekir. Bunu da başarıyla yapar ama gelecek, katlanarak hızlanan çöküş ve çürümedir.

Ve gittikçe derinleştirilen toplumsal hastalıkla; varlık bulduğumuz ve kendilerinden doğduğumuz yüzlerce ana ve kadının hala vahşice katledilmesini, baharını sürmekte olan genç kızlara tecavüz edilip, parçalanarak öldürülmesini, çocuk tecavüzlerinin, ‘’bir kereden bir şey olmaz’’, ‘’kendi rızası vardı’’ gibi ahlak dışı yetkili beyanlarıyla geçiştirilmesini,

Utanmadan, Allah’tan korkmadan ve dini referans gösterip İslam’a iftira atarak, 9 yaşındaki kız çocuklarına nikâh yapılmasını, 2 yaşındaki kız çocuğunun istismar edilip, öldürülmesini,

Ve masum bebeklerin para için katledilmesini, daha vahimi de tüm bu hastalıklara sebep olan ve hedefi açık olan siyasi irade/uygulamalarla, milletin ilmek ilmek çözülmesini, Türk milletinin ve devletinin artık tasfiye sürecine girmesini sadece seyrediyoruz.

Bu millete bunlardan daha korkunç, daha çürütücü başka ne reva görülebilir ki?

Çürümenin kokusuna mı alıştık, aklımızı ve vicdanımızı titretecek bu kadar rezalet varken, kim bilir daha neler örtü altında beklerken, üstümüzdeki ölü toprağını atmak, insan olma haysiyetinin gereği değil mi?

Kanla, canla alınıp bize emanet edilmiş bu topraklardaki yaşam sahamızı ve de insanımızı, bize din soslu hamasetle dayatılan “Büyük Yalan’’lara teslim mi edeceğiz?

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.