Hani karikatüristler, ancak bir kitapla anlatılabilecek meseleleri birkaç fırça darbesiyle anlatırlar ya!
Artık fotoğraflar da aynı işlevi görüyor.
Yani ister iç/dış politika, isterse ekonomik uygulamalarla ilgili hangi konu olursa olsun verilen fotoğraflarla da gerçeği görmek mümkün.
Mesela iktidarın, yıllardır ve hala dilinden düşmeyen ve onlara iktidarın kapısını açan yoksul yanlısı söyleminin aksine bir sermaye/zengin partisi olduğu ortada.
Bunun ispatı için hep ve sürekli sermaye lehine yapılan düzenlemeler, hazine garantileri, adrese teslim ve gizli ihaleler ile vergi aflarından bahsetmiyorum.
Sadece asgari ücretin açıklandığı fotoğrafa bakmak yeterli.
Açıklanacak rakamların hayatlarını doğrudan etkileyeceği işçi, emekçi ve çalışanların temsilcileri.
Belli ki şimdiye kadar yapılan toplantılar samimiyetten uzak ve göz boyamaya yönelik bir tiyatro.
Zaten çalışan ücretleriyle ilgili ocak ve temmuz ayının hemen ertesinde ve daha aylar varken bir sonraki dönemin ücretlerinin tartışılması/tartıştırılması, tamamen gündem oluşturma ve esas meselelerin üstünün kapatılmasıyla ilgili.
Ücretle ilgili konular aylarca kitlelerin önüne atılan bir havuç.
Sonunda çalışanın değil, sermayenin ve sermaye yanlısı iktidarın dediği oluyor.
Verilenle yetinecek, sabredecek ve şükredeceksin zihniyetinin en net yansımasını yine bir fotoğraftan görüyoruz zaten.
Ne diyor belediye yetkilisi;
‘’Devlet bunu verdiyse bunu yiyeceksin. Sabah, öğlen, akşam, yatsıda bunu yiyeceksin. Azsa az yiyeceksin…’’
Ülke artık sadece karın doyurmanın yeterli kabul edildiği, boğaz tokluğuna razı olmanın kader ve ahiret inancının gereği olduğunun kanıksandığı bir hale dönüştürülürken, neden insan gibi, insanca yaşayamıyoruz sorularına bile tahammülün kalmadığı bir iklime sürüklendi.
Ülke yöneticileri ve yandaşlar lüks ve şatafat içinde yüzerken, millet adeta açlıkla sınanıyor. Kendileri asla tasarrufa yanaşmaz ve israfta zirveye çıkarken, milletten de tasarruf ve sabır da zirveye çıkması bekleniyor.
Böyle bir düzene hiçbir din, hiçbir insani değer gerekçe olamaz. Hani geçmişte milliyetçilerin ‘’yaşasın devlet, yıkılsın düzen’’ dedikleri bir zulüm düzeni içindeyiz.
Evet, kendilerini hariç tutmak üzere millete sürekli sabır, şükür, kader dayatması yapan, gerçekleşmeyen vaatleri ve yarına ilişkin ümit pompalamaları ile sadece oyalama sanatında ustalaşan bu iktidar, yaklaşık olarak çeyrek asırdır yönetimde.
Geldiğimiz noktada;
Sosyal desteğe muhtaç hane sayısı 2,5 milyondan 5 milyona, yani ortalama 4 nüfusla 20 milyona çıkmış,
Enflasyonda ve faizde dünyanın zirvesine yerleşen,
Yaklaşık 15 milyonunun açlık, devletin verilerine göre yaklaşık 50 milyon insanın yoksulluk sınırı altında olduğu,
Satın alma gücünün bir önceki yıla göre yüzde 50 azaldığı, Sömürünün ispatı olarak dolaylı vergilerinin yüzde 70 olduğu,
Her hizmetten verginin vergisini alan ve zenginin vergi yükünü azaltarak affeden ama vergiyi millete bindiren düzenin adı ancak iç sömürü tezgâhıdır.
Şatafattan, israftan ödün vermeyen ayrıca fetih rüyaları ve genişleme hülyaları gereği bu ülke kaynaklarını, milleti yerine başka ülke ve milletlere dağıtan bir yönetim anlayışıyla ekonominin düzelmesi mümkün değil ki?
Bu çerçevede yerli/uluslararası sermaye yanlısı olduğu ve milletten koptuğu ayan olan İktidarın bugün Türkiye’de yaptığı uygulamalar, tekelci kapitalizmin kutsallarına uyum içinde.
Ne ister kapitalizm insanlardan;
Olabildiğince büyük ve fazla emek(el), çok küçük mümkünse hiç olmayan bir mide ve çok küçük mümkünse hiç olmayan bir beyin. (*)
Bilgi, beceri ve teknoloji ile emeği(el) büyütmek, hak edilen ücreti vermeyerek, sigortayı düşük göstererek, Suriyeli ve çocuk işçi çalıştırarak mideyi(maliyeti) küçültmek ve korkuyu çoğaltacak din dâhil her türlü aracı kullanarak bilinci, farkındalığı yani aklı/beyni küçültmek.
Kur’an emri olan düşünme, sorgulama ve eleştirinin bile kısıtlamaya, yaptırıma uğradığı bu ortamda millete reva görülen bu kötü ekonomik muamelenin amacı; insanları geçim zorluğuna sokarak, düşünme melekelerini felce uğratmak ve ülkemizin başına örülen çoraplara direnci ortadan kaldırmak. Her şey kitabına uygun ilerliyor.
Diyeceğim o ki, son iki paragraf ekonomi ve zihniyet açısından Türkiye’nin mevcut resminin ta kendisi.
***
(*) Taylan KARA, Edebiyatla ahmaklaştırma felsefeyle çökertme 4.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Asgari Ücret ve Fotoğrafların Dili!
Hani karikatüristler, ancak bir kitapla anlatılabilecek meseleleri birkaç fırça darbesiyle anlatırlar ya!
Artık fotoğraflar da aynı işlevi görüyor.
Yani ister iç/dış politika, isterse ekonomik uygulamalarla ilgili hangi konu olursa olsun verilen fotoğraflarla da gerçeği görmek mümkün.
Mesela iktidarın, yıllardır ve hala dilinden düşmeyen ve onlara iktidarın kapısını açan yoksul yanlısı söyleminin aksine bir sermaye/zengin partisi olduğu ortada.
Bunun ispatı için hep ve sürekli sermaye lehine yapılan düzenlemeler, hazine garantileri, adrese teslim ve gizli ihaleler ile vergi aflarından bahsetmiyorum.
Sadece asgari ücretin açıklandığı fotoğrafa bakmak yeterli.
Asgari ücretin alelacele açıklandığı toplantıda kimler var?
İktidar ve işveren (sermaye) temsilcileri.
Kim yok?
Açıklanacak rakamların hayatlarını doğrudan etkileyeceği işçi, emekçi ve çalışanların temsilcileri.
Belli ki şimdiye kadar yapılan toplantılar samimiyetten uzak ve göz boyamaya yönelik bir tiyatro.
Zaten çalışan ücretleriyle ilgili ocak ve temmuz ayının hemen ertesinde ve daha aylar varken bir sonraki dönemin ücretlerinin tartışılması/tartıştırılması, tamamen gündem oluşturma ve esas meselelerin üstünün kapatılmasıyla ilgili.
Ücretle ilgili konular aylarca kitlelerin önüne atılan bir havuç.
Sonunda çalışanın değil, sermayenin ve sermaye yanlısı iktidarın dediği oluyor.
Verilenle yetinecek, sabredecek ve şükredeceksin zihniyetinin en net yansımasını yine bir fotoğraftan görüyoruz zaten.
Ne diyor belediye yetkilisi;
‘’Devlet bunu verdiyse bunu yiyeceksin. Sabah, öğlen, akşam, yatsıda bunu yiyeceksin. Azsa az yiyeceksin…’’
Ülke artık sadece karın doyurmanın yeterli kabul edildiği, boğaz tokluğuna razı olmanın kader ve ahiret inancının gereği olduğunun kanıksandığı bir hale dönüştürülürken, neden insan gibi, insanca yaşayamıyoruz sorularına bile tahammülün kalmadığı bir iklime sürüklendi.
Ülke yöneticileri ve yandaşlar lüks ve şatafat içinde yüzerken, millet adeta açlıkla sınanıyor. Kendileri asla tasarrufa yanaşmaz ve israfta zirveye çıkarken, milletten de tasarruf ve sabır da zirveye çıkması bekleniyor.
Böyle bir düzene hiçbir din, hiçbir insani değer gerekçe olamaz. Hani geçmişte milliyetçilerin ‘’yaşasın devlet, yıkılsın düzen’’ dedikleri bir zulüm düzeni içindeyiz.
Evet, kendilerini hariç tutmak üzere millete sürekli sabır, şükür, kader dayatması yapan, gerçekleşmeyen vaatleri ve yarına ilişkin ümit pompalamaları ile sadece oyalama sanatında ustalaşan bu iktidar, yaklaşık olarak çeyrek asırdır yönetimde.
Geldiğimiz noktada;
Sosyal desteğe muhtaç hane sayısı 2,5 milyondan 5 milyona, yani ortalama 4 nüfusla 20 milyona çıkmış,
Enflasyonda ve faizde dünyanın zirvesine yerleşen,
Yaklaşık 15 milyonunun açlık, devletin verilerine göre yaklaşık 50 milyon insanın yoksulluk sınırı altında olduğu,
Satın alma gücünün bir önceki yıla göre yüzde 50 azaldığı, Sömürünün ispatı olarak dolaylı vergilerinin yüzde 70 olduğu,
Her hizmetten verginin vergisini alan ve zenginin vergi yükünü azaltarak affeden ama vergiyi millete bindiren düzenin adı ancak iç sömürü tezgâhıdır.
Şatafattan, israftan ödün vermeyen ayrıca fetih rüyaları ve genişleme hülyaları gereği bu ülke kaynaklarını, milleti yerine başka ülke ve milletlere dağıtan bir yönetim anlayışıyla ekonominin düzelmesi mümkün değil ki?
Bu çerçevede yerli/uluslararası sermaye yanlısı olduğu ve milletten koptuğu ayan olan İktidarın bugün Türkiye’de yaptığı uygulamalar, tekelci kapitalizmin kutsallarına uyum içinde.
Ne ister kapitalizm insanlardan;
Olabildiğince büyük ve fazla emek(el), çok küçük mümkünse hiç olmayan bir mide ve çok küçük mümkünse hiç olmayan bir beyin. (*)
Bilgi, beceri ve teknoloji ile emeği(el) büyütmek, hak edilen ücreti vermeyerek, sigortayı düşük göstererek, Suriyeli ve çocuk işçi çalıştırarak mideyi(maliyeti) küçültmek ve korkuyu çoğaltacak din dâhil her türlü aracı kullanarak bilinci, farkındalığı yani aklı/beyni küçültmek.
Kur’an emri olan düşünme, sorgulama ve eleştirinin bile kısıtlamaya, yaptırıma uğradığı bu ortamda millete reva görülen bu kötü ekonomik muamelenin amacı; insanları geçim zorluğuna sokarak, düşünme melekelerini felce uğratmak ve ülkemizin başına örülen çoraplara direnci ortadan kaldırmak. Her şey kitabına uygun ilerliyor.
Diyeceğim o ki, son iki paragraf ekonomi ve zihniyet açısından Türkiye’nin mevcut resminin ta kendisi.
***
(*) Taylan KARA, Edebiyatla ahmaklaştırma felsefeyle çökertme 4.