Millet yararına “çözüm” diye yutturulmaya çalışılan ancak çözülmeden başka sonuç getirmeyecek olan yeni Anayasa özlemlerinde özellikle vurgulanan ‘millet çeşitliliği/zenginliği’ ile ne kast edildiğini anlamak için yine geriye gitmek gerek.
Yıl 1939.
Atatürk’ün ölümünün hemen sonrası.
Ve Türkiye’ye prangaların takılarak manda haline hatta daha alt bir konum olarak yan sömürge haline getirilme anlaşmalarıyla kapının açılmasının da başlangıcı.
Batı’ya zihinsel tutsak o gün ki ‘müesses nizam’ aynısıyla bugün de hükmünü icra ediyor. O zamanda milletin gizli anlaşmalardan haberdar edilmemesinde aynı yol izleniyor, bugün de.
ABD/Batı’nın ‘tak’ diye emrettiğini, tüm efelenme söylemlerine rağmen ‘şak’ diye yapıldığına dair o kadar çok örnek var ki, hangi birini sayalım.
Amaç;
ABD’nin, Türkiye için öngördüğü siyasal dinciliğin egemenliğinde üniter yapının dağıtılarak ümmetçi federal/konfederal din devleti ve azınlıkların ihyası ile bu topraklarda 7-8 bin yıldır var olan Türklerin, demografik bozulmaya uğratılarak tasfiyesi.
Yani BOP aracılığı ile Sevr planı.
***
Her şey o kadar planlı işletiliyor ki, nakış gibi adeta.
Önce Suriye sınırında, devamında da doğu sınırındaki mayınlar temizleniyor. Sonra ABD talimatıyla Suriye karıştırılıp, milyonlarca sığınmacı, vaatler karşılığı alenen Türkiye’ye itekleniyor.
Yardımsever milletimize din ve insanilik masalıyla damardan girilerek duygu istismarı yapılıyor. Yahu en yetkili ağızdan, Avrupa’nın huzuru için, -alınan euro var, huzur var çünkü-Türkiye’nin sığınmacı deposu haline getirildiğinin ve bunun bu ülke için fedakârlık olduğunun ilanı, din ve insanilik gerekçesini boşa çıkarmıyor mu zaten?
Ya da bizzat yetkililer tarafından teyit edildiği gibi sığınmacılara ucuz iş gücü olarak bakılması yine din söylemini tekzip etmiyor mu?
Fedakârlığa gelince; insanımız gıda temininde sıkıntı yaşarken, alım gücü her gün düşerken, füze hızıyla artan kiralardan dolayı ciddi barınma sıkıntısı çekilirken bu işin artık fedakârlık değil aslında kendi biyolojik/zihinsel varlığını yok etme anlamı taşıdığı hala anlaşılmıyor. Çünkü uydurulmuş din ve ulemasının(!) oluşturduğu halüsinasyon hali devam ediyor.
***
Sonra ülkenin doğu sınırı başta olmak üzere kara ve denizden 72 milletten milyonlarca insanın girmesine göz yumuluyor.
Ve birilerinin ısrarla 36 etnisite söylemine ilave olarak nüfusun nerdeyse yüzde 20’sine tekabül edecek 72 milletten sığınmacıyla demografik çeşitlilik/mozaik sağlanmaya çalışılıyor.
Böylece ABD ve içerdeki mozaik heveslileri bir taşla 3 değil, 5-10 kuş vuruyorlar.
Şimdi sorayım;
Yukarıda bahsettiğim proje hedefine uygun olarak, demografik çorba ve kültürel çeşitlilik tarlasına döndürülen ülkemizde, Türk kimliği ve kültürünün hâkim olduğu, üniter yapıyı koruyan mevcut anayasaya uyulur mu?
Uyulmaz elbette.
Bu nedenle müesses nizamın, ABD/Batı çıkarlarına uygun olarak çeşitliliği yansıtan ve Türk’ün, çeşitlerden bir çeşit derecesine indirileceği yeni(!) anayasa arayış, açıklama ve dayatmaları devam edecek.
İkinci soru;
’Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu’ gerekçe gösterilerek, haklı sığınmacı eleştirilerine baskı uygulanmasında bir şeyi kaçırdık galiba. Halk nedir, Türkiye halkı kime denir ve biz sığınmacılarla ne zaman halk olduk?
Üçüncü soru;
2012 yılında İngiltere Başbakanı Cameron’ın, çeşitliliğin (mozaik) işe yaramadığına ilişkin açıklaması Fransa ve Hollanda gibi eski göç ülkelerindeki çok sayıdaki politikacıda yansımasını bulurken, Almanya Başbakanı Merkel, çeşitliliğin bütünüyle başarısız olduğunu ilan etmişken, bizim onlardan 10 yıl sonra çeşitlilik aşkımız neden başladı?
Bizim sosyal yapımız ABD ve onlara benzemezken, Türkiye söz konusu olduğunda neden ikinci, üçüncü bir sanal/zorlama kurucu unsur arayışı gündeme gelir?
Dördüncü soru;
Milletin çeşitliliğini hedefleyen açıklamaya, HDP hemen, çeşitliliği içeren, farklı ana dillerin, kültürlerin, kimliklerin ve inançların tanınacağını varsaydığı yeni anayasa arayışına neden destek verir ve milli devletin çözülmesine yol açacak çeşitlilik açıklamalarına milli/yerli iddiasındaki partiler neden ses çıkarmaz?
O halde cumhur ve eski millet ittifakı partileri ile HDP, Türklük, Laiklik ve üniterliğin olmayacağı ve çeşitliliği yansıtan yeni Anayasa konusunda mutabık anlaşılan.
Hepsinin 1921 Anayasasına özlemleri işaret etmişti bu duruma zaten. Ülkeyi yönetme iddiasındaki partiler bunlar.
Vah ki vah…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Anayasada örtülü 1921 mutabakatı!
Millet yararına “çözüm” diye yutturulmaya çalışılan ancak çözülmeden başka sonuç getirmeyecek olan yeni Anayasa özlemlerinde özellikle vurgulanan ‘millet çeşitliliği/zenginliği’ ile ne kast edildiğini anlamak için yine geriye gitmek gerek.
Yıl 1939.
Atatürk’ün ölümünün hemen sonrası.
Ve Türkiye’ye prangaların takılarak manda haline hatta daha alt bir konum olarak yan sömürge haline getirilme anlaşmalarıyla kapının açılmasının da başlangıcı.
Batı’ya zihinsel tutsak o gün ki ‘müesses nizam’ aynısıyla bugün de hükmünü icra ediyor. O zamanda milletin gizli anlaşmalardan haberdar edilmemesinde aynı yol izleniyor, bugün de.
ABD/Batı’nın ‘tak’ diye emrettiğini, tüm efelenme söylemlerine rağmen ‘şak’ diye yapıldığına dair o kadar çok örnek var ki, hangi birini sayalım.
Amaç;
ABD’nin, Türkiye için öngördüğü siyasal dinciliğin egemenliğinde üniter yapının dağıtılarak ümmetçi federal/konfederal din devleti ve azınlıkların ihyası ile bu topraklarda 7-8 bin yıldır var olan Türklerin, demografik bozulmaya uğratılarak tasfiyesi.
Yani BOP aracılığı ile Sevr planı.
***
Her şey o kadar planlı işletiliyor ki, nakış gibi adeta.
Önce Suriye sınırında, devamında da doğu sınırındaki mayınlar temizleniyor. Sonra ABD talimatıyla Suriye karıştırılıp, milyonlarca sığınmacı, vaatler karşılığı alenen Türkiye’ye itekleniyor.
Yardımsever milletimize din ve insanilik masalıyla damardan girilerek duygu istismarı yapılıyor. Yahu en yetkili ağızdan, Avrupa’nın huzuru için, -alınan euro var, huzur var çünkü-Türkiye’nin sığınmacı deposu haline getirildiğinin ve bunun bu ülke için fedakârlık olduğunun ilanı, din ve insanilik gerekçesini boşa çıkarmıyor mu zaten?
Ya da bizzat yetkililer tarafından teyit edildiği gibi sığınmacılara ucuz iş gücü olarak bakılması yine din söylemini tekzip etmiyor mu?
Fedakârlığa gelince; insanımız gıda temininde sıkıntı yaşarken, alım gücü her gün düşerken, füze hızıyla artan kiralardan dolayı ciddi barınma sıkıntısı çekilirken bu işin artık fedakârlık değil aslında kendi biyolojik/zihinsel varlığını yok etme anlamı taşıdığı hala anlaşılmıyor. Çünkü uydurulmuş din ve ulemasının(!) oluşturduğu halüsinasyon hali devam ediyor.
***
Sonra ülkenin doğu sınırı başta olmak üzere kara ve denizden 72 milletten milyonlarca insanın girmesine göz yumuluyor.
Ve birilerinin ısrarla 36 etnisite söylemine ilave olarak nüfusun nerdeyse yüzde 20’sine tekabül edecek 72 milletten sığınmacıyla demografik çeşitlilik/mozaik sağlanmaya çalışılıyor.
Böylece ABD ve içerdeki mozaik heveslileri bir taşla 3 değil, 5-10 kuş vuruyorlar.
Şimdi sorayım;
Yukarıda bahsettiğim proje hedefine uygun olarak, demografik çorba ve kültürel çeşitlilik tarlasına döndürülen ülkemizde, Türk kimliği ve kültürünün hâkim olduğu, üniter yapıyı koruyan mevcut anayasaya uyulur mu?
Uyulmaz elbette.
Bu nedenle müesses nizamın, ABD/Batı çıkarlarına uygun olarak çeşitliliği yansıtan ve Türk’ün, çeşitlerden bir çeşit derecesine indirileceği yeni(!) anayasa arayış, açıklama ve dayatmaları devam edecek.
İkinci soru;
’Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu’ gerekçe gösterilerek, haklı sığınmacı eleştirilerine baskı uygulanmasında bir şeyi kaçırdık galiba. Halk nedir, Türkiye halkı kime denir ve biz sığınmacılarla ne zaman halk olduk?
Üçüncü soru;
2012 yılında İngiltere Başbakanı Cameron’ın, çeşitliliğin (mozaik) işe yaramadığına ilişkin açıklaması Fransa ve Hollanda gibi eski göç ülkelerindeki çok sayıdaki politikacıda yansımasını bulurken, Almanya Başbakanı Merkel, çeşitliliğin bütünüyle başarısız olduğunu ilan etmişken, bizim onlardan 10 yıl sonra çeşitlilik aşkımız neden başladı?
Bizim sosyal yapımız ABD ve onlara benzemezken, Türkiye söz konusu olduğunda neden ikinci, üçüncü bir sanal/zorlama kurucu unsur arayışı gündeme gelir?
Dördüncü soru;
Milletin çeşitliliğini hedefleyen açıklamaya, HDP hemen, çeşitliliği içeren, farklı ana dillerin, kültürlerin, kimliklerin ve inançların tanınacağını varsaydığı yeni anayasa arayışına neden destek verir ve milli devletin çözülmesine yol açacak çeşitlilik açıklamalarına milli/yerli iddiasındaki partiler neden ses çıkarmaz?
O halde cumhur ve eski millet ittifakı partileri ile HDP, Türklük, Laiklik ve üniterliğin olmayacağı ve çeşitliliği yansıtan yeni Anayasa konusunda mutabık anlaşılan.
Hepsinin 1921 Anayasasına özlemleri işaret etmişti bu duruma zaten. Ülkeyi yönetme iddiasındaki partiler bunlar.
Vah ki vah…