Bilimsel kitaplar iyi bir vergi sisteminde olmazsa olmaz iki temel unsurunun bulunması gerektiğini belirtir:
Etkinlik ve adalet.
“Vergilemede adalet” denince genelde hukuki adalet değil, iktisadi bir adaletten bahsedildiği düşünülür. Vergilemede “iktisadi adalet” denilince, farklı durumda olanların farklı şekilde vergilendirilmesi anlaşılmaktadır.
Tarih boyunca vergi adaleti ile ilgili birçok düşünce ve fikir ortaya atılmıştır. Örneğin, İbn Haldun “Mukaddime” adlı eserinde vergi oranları ve vergi adaleti ile ilgili önemli analizlere yer vermektedir.
İbn Haldun’a göre, devleti yönetenlerin güvenlik ve lüks harcamaları artış gösterdiğinde kamu harcamaları da artar. Bu da beraberinde topluma, yeni vergi yükümlülüklerinin getirilmesi sonucunu doğurur. Vergilerin oranlarını yükseltilir. Vergi oranları ve tahsil edilen vergi düzeyi arttıkça devletin harcamaları da artar ve bu artık birbirini besleyen bir sürece dönüşür.
Toplumun vergi yükü anormal derece artmış olur fakat insanlar, vergi yükü artışlarına bir şekilde katlanma ve bu artışları benimseme yolunu tercih ederler. Artışın devamında ise toplumun üretim davranışlarının değişmesi söz konusudur. Artan vergiler nedeniyle üretimin marjinal faydası azalacağından toplum artık üretme hususunda istekli davranmayacaktır.
Bu nokta aşıldığında toplum açısından üretim maliyetleri oldukça yüksektir ve vergi yükü de katlanılamaz düzeyde ağırlaşmıştır. Üretim düşer. Bundan sonra devleti yönetenler, vergileri çeşitlendirerek ve vergi oranlarını artırarak gelir eksikliğini giderebileceklerine ve daha çok vergi tahsil edebileceklerine inanırlar. Bu sarmal, toplumsal üretim tamamen durana kadar devam eder.
***
Başka bir örnek:
Adam Smith, vergilerin yalnızca jandarma devletin kamu harcamalarını karşılamaya dönük alınmasını, vergi alınırken de iktisadi eşitliğin dikkate alınması gerektiğini savunmuştur. Smith’e göre devletin tebaasından her biri, devletin devamına iktidarı oranında yani devletin himayesi altında elde ettiği gelirle orantılı olarak iştirak etmelidir.
Smith’in eşitliği; ödeme gücüne dayanan eşitliktir. Bir vergi sisteminin adalete katkıda bulunabilmesi için durumları aynı olan mükellefler aynı şekilde vergilenmelidir. Ödeme güçleri aynı olan mükelleflerin aynı tutarda vergi ödemesine “yatay eşitlik” denir. Eğer bir vergi mükellefi bir diğerinden daha yüksek bir ödeme gücüne sahipse daha fazla vergi ödemesi de dikey eşitlik olarak kabul edilir. Dikey eşitlik az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmasını gerektirir. Bir vergi sistemi hem yatay eşitliği hem de dikey eşitliği sağlar ise vergi adaleti sağlanmış kabul edilir.
Eşitlik ile adalet günlük dilde aynı anlamda kullanılabilmektedir. Ancak farklı olanlara eşit davranmak adaleti sağlamaz.
Örneğin, vergilemede dikey eşitliği sağlamak için farklı ödeme gücü olanlara eşit davranılmaması gerekmektedir. Vergiler amaçlarını ifa edebilmek için etkin olmalıdır ancak adil de olmalıdır. Bu da vergilemede etkinlik ile adalet arasında hassas bir dengenin sağlanması ve bunun sürdürülmesi ile mümkündür. Bu hassas denge, hemen hemen her ülkenin mevzuatında açık olarak yer almaktadır.
1982 Anayasasının “Vergi Ödevi” başlıklı 73. maddesinde vergilemede adalet konusu ön plana çıkarılmış ve “Herkes ..., mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır…” hükmüne yer verilmiştir.
Ödeme gücü ilkesine göre bireyler kamu harcamalarının finansmanına mali gücü nispetinde katkıda bulunmalıdır. Ödeme gücünün göstergeleri; kişinin geliri, serveti ve harcamalarıdır. Ödeme gücü perspektifinden bu üç kategorinin hepsi bir bütün olarak veya ayrı ayrı olarak ödeme gücünün değişik yansımaları olarak kabul edilmeli ve ayrı ayrı vergilendirilmelidir.
Vergi gelirlerinin ağırlıklı olarak doğrudan vergilerden mi yoksa dolaylı vergilerden mi müteşekkil olacağı kararı da vergi adaleti bağlamında vergi yükünün dağılımını etkileyen önemli bir tercihtir.
Bu konudaki tercihin, örneğin tüketim harcamalarından alınan dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payını orantısız biçimde yüksek tutmanın, gelir seviyesi ve bundan etkilenen marjinal tüketim eğilimi farklılıklarına bağlı olarak düşük gelirli grupların gelirlerine kıyasla daha yüksek bir vergi yüküne maruz kalmalarına sebebiyet verecek, vergi adaletini zedeleyecektır.
Vergilendirme açısından dolaylı vergiler, mükelleflerin kişisel ve özel durumları dikkate alınmadığı için objektif vergilerdir. Bu nedenle vergilemede adaleti bozan bir yapıya sahiptirler. Çünkü gelir düzeyi düşük olan kişilerin marjinal tüketim eğilimleri yüksektir. Bu nedenle gelirlerinin önemli bir bölümünü tüketime ayırır ve daha fazla (gelirlerine oranla) tüketim vergisi öderler.
Düz oranlı bir tarife yapısına sahip olan dolaylı vergiler, düşük gelir seviyesine sahip olan kişilerin, yüksek gelir grubuna sahip olanlara oranla vergi yükünün daha yüksek olduğu vergilerdir.
Öte yandan bu tür vergiler herkese uygulanabilir olması, tahsilatının kolay olması ve tahsilat maliyetlerinin düşük olması nedeniyle hükümetler tarafından tercih edilmektedir. Ayrıca vergiler genellikle fiyatların içinde gizlendiği için mali anestezi etkisi ile mükellefler tarafından vergiye karşı tepkiler de oldukça azdır. Bu nedenle genel olarak dolaylı vergiler adil olmayan vergiler olarak kabul edilmektedir.
***
Gelişmiş ülkelerin hemen hemen hepsinde mal ve hizmetler üzerinden alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki oranın genel olarak yüzde 30’un altında olduğu izlenmektedir.
Ülkemizde ise bu oran yüzde 64’e kadar çıkmaktadır.
2019-2023 Arası Dolaylı-Dolaysız Vergi Oranı ve Merkezi Yönetim Bütçe Finansmanı (Milyon TL)
Yukarıdaki tablonun incelenmesinden açıkça görülmektedir ki süreç içinde dağılım gittikçe dolaysız vergiler aleyhine bozulmuştur. Dolaylı vergi hasılatının dolaysız vergilere oranla oldukça yüksek olduğu görülmektedir.
Türkiye’de vergi tahsilatı üç vergi üzerine yoğunlaşmıştır.
Bunlar dolaysız vergiler içinde gelir vergisi tevkifatı; dolaylılardaysa KDV ve ÖTV’dir.
Veriler, Türk Vergi Sistemi’nin “adalet” ilkesini sağlamaktan uzak olduğunu göstermektedir. Vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin ağırlıklı olduğu bir yapı, vergilerin Anayasanın 73. maddesinde belirtildiği gibi bireylerin mali gücüne göre toplanarak vergilemede adalet ilkesinin sağlanmasına engel olmaktadır.
2025 yılı merkezi hükümet bütçesine baktığımızda dolaylı vergiler ve gelir vergisindeki ağırlık hedefinde bir değişiklik izlenmemektedir:
Merkezi Hükümet Bütçesi (Milyar TL)
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, Gedik Yatırım
***
Bir ülkedeki vergilerin oluşturduğu uyumlu yapının tamamı vergi sistemi olarak adlandırılır. Türk vergi sisteminin bugünkü hali bu tanımlamanın uzağındadır. Sistem yapısının tekrar inşa edilmesi birinci öncelik olmalıdır.
Yapılacak düzenlemelerde gerçek anlamda bir “sistem reformu” niyeti ile hareket edilmelidir. Bunun yanında, genel olarak vergi oranları değiştirilirken ya da istisnalarla ilgili düzenlemeler yapılırken, vergilemede adalet ilkesine dikkat edilmeli, gelirin bir gerçek ya da tüzel kişi tarafından elde edilmesi nihai vergi yükünde bir fark yaratmamalıdır.
Yapılacak her yeni düzenlemenin temel hedefleri arasında;
Vergi tabanın genişletilmesi,
Kentsel rant ve finansal bazı gelir kaynakları gibi etkin vergilendirilemeyen alanların eşitlik ilkesine yakışır şekilde vergilendirilmesi,
Gelir üzerinden alınan vergilerde öncelikle gelir kavramının yeniden tanımlanması,
Özellikle de gelir-harcama, gelir-servet kıyaslamasına imkân verecek mekanizmaların kurulması
Ve şu anda gelir unsuruna girmeyen birçok gelirin kavranmasına dikkat edilmelidir.
Burada harcamadan gelire ulaşılıp vergilendirilmesi en basit yaklaşım olacaktır.
Gelir unsurları arasında en adaletsiz vergilendirilenin ücretler olduğu genel olarak kabul edilmektedir.
Ücretlerin vergilendirilmesinde, eşitsiz ve adaletsiz uygulamalara yol açan hükümlerin gözden geçirilerek düzeltilmesi aciliyet taşıyan bir konudur.
Bu konuda adaletin sağlanması için dileyen herkesin yıllık beyanda bulunmasına imkân tanınmalıdır. Bu imkânın sadece belirli bir tutarın üzerinde gelir elde eden kişilere tanınmasının haksızlığa neden olduğu görülmektedir. Tüm bunların yanında kurum kazançlarının daha etkin vergilendirilmesi ve kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payının daha yukarıya çekilmesi hususu da göz ardı edilmemelidir.
Dolaylı vergiler alanında genel olarak vergi oranlarının kademeli şekilde düşürülmesi, zorunlu mal ve hizmetlerin tekrar tanımlanması, ÖTV’nin gittikçe özel niteliğinden uzaklaşarak genel bir tüketim vergisi haline gelmesinin önüne geçilmesi, verginin vergisi sonucunu doğuran uygulamalara son verilmesi gerekmektedir.
Türk sisteminde mevcut servet vergilerinin serveti gerçekten vergilendirmekten çok uzak olduğu bir gerçektir. Bu nedenle servet vergileri ya da servetten vergi alınması konusunun başlı başına irdelenmesi ve günümüzün gereklerine uygun bir sistemin kurulmasının da büyük önem arz etmektedir.
Servet unsurunun tekrar tanımlanması, mevcut sistemde vergilendirilmeyen servet unsurlarının ve özellikle de servet artışlarının vergilendirilmesine yönelik köklü düzenlemelerin hayata geçirilmesi bir zorunluluk olarak belirmektedir. Vergi adaletini sağlama konusunda çok önemli fonksiyonlar üstlenebilecek olan servet vergilerinin tüm dünyada özellikle de Covid-19 salgını sonrası tekrar gündeme gelmesi boşuna değildir.
Ülkemizde de bu konunun daha gerçekçi bir yaklaşım ile tartışılması ve ciddi adımlar atılması gereklidir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Söz Bursa
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Koray KARAMAN
Vergi Sistemi ve Vergide Adalet!
Bilimsel kitaplar iyi bir vergi sisteminde olmazsa olmaz iki temel unsurunun bulunması gerektiğini belirtir:
Etkinlik ve adalet.
“Vergilemede adalet” denince genelde hukuki adalet değil, iktisadi bir adaletten bahsedildiği düşünülür. Vergilemede “iktisadi adalet” denilince, farklı durumda olanların farklı şekilde vergilendirilmesi anlaşılmaktadır.
Tarih boyunca vergi adaleti ile ilgili birçok düşünce ve fikir ortaya atılmıştır. Örneğin, İbn Haldun “Mukaddime” adlı eserinde vergi oranları ve vergi adaleti ile ilgili önemli analizlere yer vermektedir.
İbn Haldun’a göre, devleti yönetenlerin güvenlik ve lüks harcamaları artış gösterdiğinde kamu harcamaları da artar. Bu da beraberinde topluma, yeni vergi yükümlülüklerinin getirilmesi sonucunu doğurur. Vergilerin oranlarını yükseltilir. Vergi oranları ve tahsil edilen vergi düzeyi arttıkça devletin harcamaları da artar ve bu artık birbirini besleyen bir sürece dönüşür.
Toplumun vergi yükü anormal derece artmış olur fakat insanlar, vergi yükü artışlarına bir şekilde katlanma ve bu artışları benimseme yolunu tercih ederler. Artışın devamında ise toplumun üretim davranışlarının değişmesi söz konusudur. Artan vergiler nedeniyle üretimin marjinal faydası azalacağından toplum artık üretme hususunda istekli davranmayacaktır.
Bu nokta aşıldığında toplum açısından üretim maliyetleri oldukça yüksektir ve vergi yükü de katlanılamaz düzeyde ağırlaşmıştır. Üretim düşer. Bundan sonra devleti yönetenler, vergileri çeşitlendirerek ve vergi oranlarını artırarak gelir eksikliğini giderebileceklerine ve daha çok vergi tahsil edebileceklerine inanırlar. Bu sarmal, toplumsal üretim tamamen durana kadar devam eder.
***
Başka bir örnek:
Adam Smith, vergilerin yalnızca jandarma devletin kamu harcamalarını karşılamaya dönük alınmasını, vergi alınırken de iktisadi eşitliğin dikkate alınması gerektiğini savunmuştur. Smith’e göre devletin tebaasından her biri, devletin devamına iktidarı oranında yani devletin himayesi altında elde ettiği gelirle orantılı olarak iştirak etmelidir.
Smith’in eşitliği; ödeme gücüne dayanan eşitliktir. Bir vergi sisteminin adalete katkıda bulunabilmesi için durumları aynı olan mükellefler aynı şekilde vergilenmelidir. Ödeme güçleri aynı olan mükelleflerin aynı tutarda vergi ödemesine “yatay eşitlik” denir. Eğer bir vergi mükellefi bir diğerinden daha yüksek bir ödeme gücüne sahipse daha fazla vergi ödemesi de dikey eşitlik olarak kabul edilir. Dikey eşitlik az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmasını gerektirir. Bir vergi sistemi hem yatay eşitliği hem de dikey eşitliği sağlar ise vergi adaleti sağlanmış kabul edilir.
Eşitlik ile adalet günlük dilde aynı anlamda kullanılabilmektedir. Ancak farklı olanlara eşit davranmak adaleti sağlamaz.
Örneğin, vergilemede dikey eşitliği sağlamak için farklı ödeme gücü olanlara eşit davranılmaması gerekmektedir. Vergiler amaçlarını ifa edebilmek için etkin olmalıdır ancak adil de olmalıdır. Bu da vergilemede etkinlik ile adalet arasında hassas bir dengenin sağlanması ve bunun sürdürülmesi ile mümkündür. Bu hassas denge, hemen hemen her ülkenin mevzuatında açık olarak yer almaktadır.
1982 Anayasasının “Vergi Ödevi” başlıklı 73. maddesinde vergilemede adalet konusu ön plana çıkarılmış ve “Herkes ..., mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır…” hükmüne yer verilmiştir.
Ödeme gücü ilkesine göre bireyler kamu harcamalarının finansmanına mali gücü nispetinde katkıda bulunmalıdır. Ödeme gücünün göstergeleri; kişinin geliri, serveti ve harcamalarıdır. Ödeme gücü perspektifinden bu üç kategorinin hepsi bir bütün olarak veya ayrı ayrı olarak ödeme gücünün değişik yansımaları olarak kabul edilmeli ve ayrı ayrı vergilendirilmelidir.
Vergi gelirlerinin ağırlıklı olarak doğrudan vergilerden mi yoksa dolaylı vergilerden mi müteşekkil olacağı kararı da vergi adaleti bağlamında vergi yükünün dağılımını etkileyen önemli bir tercihtir.
Bu konudaki tercihin, örneğin tüketim harcamalarından alınan dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payını orantısız biçimde yüksek tutmanın, gelir seviyesi ve bundan etkilenen marjinal tüketim eğilimi farklılıklarına bağlı olarak düşük gelirli grupların gelirlerine kıyasla daha yüksek bir vergi yüküne maruz kalmalarına sebebiyet verecek, vergi adaletini zedeleyecektır.
Vergilendirme açısından dolaylı vergiler, mükelleflerin kişisel ve özel durumları dikkate alınmadığı için objektif vergilerdir. Bu nedenle vergilemede adaleti bozan bir yapıya sahiptirler. Çünkü gelir düzeyi düşük olan kişilerin marjinal tüketim eğilimleri yüksektir. Bu nedenle gelirlerinin önemli bir bölümünü tüketime ayırır ve daha fazla (gelirlerine oranla) tüketim vergisi öderler.
Düz oranlı bir tarife yapısına sahip olan dolaylı vergiler, düşük gelir seviyesine sahip olan kişilerin, yüksek gelir grubuna sahip olanlara oranla vergi yükünün daha yüksek olduğu vergilerdir.
Öte yandan bu tür vergiler herkese uygulanabilir olması, tahsilatının kolay olması ve tahsilat maliyetlerinin düşük olması nedeniyle hükümetler tarafından tercih edilmektedir. Ayrıca vergiler genellikle fiyatların içinde gizlendiği için mali anestezi etkisi ile mükellefler tarafından vergiye karşı tepkiler de oldukça azdır. Bu nedenle genel olarak dolaylı vergiler adil olmayan vergiler olarak kabul edilmektedir.
***
Gelişmiş ülkelerin hemen hemen hepsinde mal ve hizmetler üzerinden alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki oranın genel olarak yüzde 30’un altında olduğu izlenmektedir.
Ülkemizde ise bu oran yüzde 64’e kadar çıkmaktadır.
2019-2023 Arası Dolaylı-Dolaysız Vergi Oranı ve Merkezi Yönetim Bütçe Finansmanı (Milyon TL)
Yukarıdaki tablonun incelenmesinden açıkça görülmektedir ki süreç içinde dağılım gittikçe dolaysız vergiler aleyhine bozulmuştur. Dolaylı vergi hasılatının dolaysız vergilere oranla oldukça yüksek olduğu görülmektedir.
Türkiye’de vergi tahsilatı üç vergi üzerine yoğunlaşmıştır.
Bunlar dolaysız vergiler içinde gelir vergisi tevkifatı; dolaylılardaysa KDV ve ÖTV’dir.
Veriler, Türk Vergi Sistemi’nin “adalet” ilkesini sağlamaktan uzak olduğunu göstermektedir. Vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin ağırlıklı olduğu bir yapı, vergilerin Anayasanın 73. maddesinde belirtildiği gibi bireylerin mali gücüne göre toplanarak vergilemede adalet ilkesinin sağlanmasına engel olmaktadır.
2025 yılı merkezi hükümet bütçesine baktığımızda dolaylı vergiler ve gelir vergisindeki ağırlık hedefinde bir değişiklik izlenmemektedir:
Merkezi Hükümet Bütçesi (Milyar TL)
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, Gedik Yatırım
***
Bir ülkedeki vergilerin oluşturduğu uyumlu yapının tamamı vergi sistemi olarak adlandırılır. Türk vergi sisteminin bugünkü hali bu tanımlamanın uzağındadır. Sistem yapısının tekrar inşa edilmesi birinci öncelik olmalıdır.
Yapılacak düzenlemelerde gerçek anlamda bir “sistem reformu” niyeti ile hareket edilmelidir. Bunun yanında, genel olarak vergi oranları değiştirilirken ya da istisnalarla ilgili düzenlemeler yapılırken, vergilemede adalet ilkesine dikkat edilmeli, gelirin bir gerçek ya da tüzel kişi tarafından elde edilmesi nihai vergi yükünde bir fark yaratmamalıdır.
Yapılacak her yeni düzenlemenin temel hedefleri arasında;
Vergi tabanın genişletilmesi,
Kentsel rant ve finansal bazı gelir kaynakları gibi etkin vergilendirilemeyen alanların eşitlik ilkesine yakışır şekilde vergilendirilmesi,
Gelir üzerinden alınan vergilerde öncelikle gelir kavramının yeniden tanımlanması,
Özellikle de gelir-harcama, gelir-servet kıyaslamasına imkân verecek mekanizmaların kurulması
Ve şu anda gelir unsuruna girmeyen birçok gelirin kavranmasına dikkat edilmelidir.
Burada harcamadan gelire ulaşılıp vergilendirilmesi en basit yaklaşım olacaktır.
Gelir unsurları arasında en adaletsiz vergilendirilenin ücretler olduğu genel olarak kabul edilmektedir.
Ücretlerin vergilendirilmesinde, eşitsiz ve adaletsiz uygulamalara yol açan hükümlerin gözden geçirilerek düzeltilmesi aciliyet taşıyan bir konudur.
Bu konuda adaletin sağlanması için dileyen herkesin yıllık beyanda bulunmasına imkân tanınmalıdır. Bu imkânın sadece belirli bir tutarın üzerinde gelir elde eden kişilere tanınmasının haksızlığa neden olduğu görülmektedir. Tüm bunların yanında kurum kazançlarının daha etkin vergilendirilmesi ve kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payının daha yukarıya çekilmesi hususu da göz ardı edilmemelidir.
Dolaylı vergiler alanında genel olarak vergi oranlarının kademeli şekilde düşürülmesi, zorunlu mal ve hizmetlerin tekrar tanımlanması, ÖTV’nin gittikçe özel niteliğinden uzaklaşarak genel bir tüketim vergisi haline gelmesinin önüne geçilmesi, verginin vergisi sonucunu doğuran uygulamalara son verilmesi gerekmektedir.
Türk sisteminde mevcut servet vergilerinin serveti gerçekten vergilendirmekten çok uzak olduğu bir gerçektir. Bu nedenle servet vergileri ya da servetten vergi alınması konusunun başlı başına irdelenmesi ve günümüzün gereklerine uygun bir sistemin kurulmasının da büyük önem arz etmektedir.
Servet unsurunun tekrar tanımlanması, mevcut sistemde vergilendirilmeyen servet unsurlarının ve özellikle de servet artışlarının vergilendirilmesine yönelik köklü düzenlemelerin hayata geçirilmesi bir zorunluluk olarak belirmektedir. Vergi adaletini sağlama konusunda çok önemli fonksiyonlar üstlenebilecek olan servet vergilerinin tüm dünyada özellikle de Covid-19 salgını sonrası tekrar gündeme gelmesi boşuna değildir.
Ülkemizde de bu konunun daha gerçekçi bir yaklaşım ile tartışılması ve ciddi adımlar atılması gereklidir.