SON DAKİKA

Kuruluş, Kurtuluş ve Erkan Aydın

Yazının Giriş Tarihi: 08.04.2025 19:39
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.04.2025 19:41

Türk Edebiyatı’nın Düzyazı Ustası Ahmet Hamdi Tanpınar, en önemli denemelerinden biri olan “Beş Şehir” isimli kitabının konusunu “Hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır (güçlü istek).” cümlesiyle özetler.

Tanpınar, Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul gibi kadim Türk şehirlerini anlatırken, “Biz neydik, Neyiz ve Nereye gidiyoruz?” şeklindeki sorulara cevap vermeye çalışır.

Özellikle Tanzimattan, yaşadığı döneme -günümüze de diyebiliriz- bu topraklardaki kültürel değişimi/yozlaşmayı sorgular…

Bugüne bakıp Tanpınar’ın Bursa hakkındaki şu tespitleri bile O’nun bu yakınmalarında ne denli haklı olduğunu anlatmaya yeter:

“Cetlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu. Duvar, kubbe, kemer, mihrap, çini, hepsi Yeşil’de dua eder, Muradiye'de düşünür ve Yıldırım’da harekete hazır, göklerin derinliğine susamış bir kartal hamlesiyle ovanın üstünde beklerdi. Hepsinde tek bir ruh terennüm ederdi. (A.g.e S/110)”

***

Sanırım;

Tanpınar’ın vurgu yaptığı “cettin inşa ahlakından” bihaber bu çağdaki “iktidar ve yetki sahiplerinin” Bursa’yı nasıl betona boğduğunu/ne hale getirdiğini, “rantiye” uğruna şehre nasıl ihanet ettiklerini, ceplerini yeşil dolarlar dolduranların Yeşil’e değil de umreye duaya gittiklerini anlatmaya gerek yok!

Yok çünkü manzara ortada…

Tanpınar’ın değimiyle “(şehirde) tek bir ruh terennüm (mırıldanır gibi, güzel ve alçak sesle şarkı söyleme) ederdi” vurgusu ise “ortak ruhu/hedefi” unutan günümüz Türkiye’sinin “kimlik” temelli ayrışmasına/çatışmasına da bir gönderme yapar.

Nitekim bu ayrışmayı merhum devlet adamı/akademisyen Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, “Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları” isimli kitabında şu cümlelerle dile getirir:

“Biz Türkler; Asyalı mıyız, Avrupalı mı? Şaman mı, Müslüman mı, laik mi? Yerleşik köylü müyüz, göçebe Türkmen mi? Fatih'in torunları mı, Ata'nın çocukları mı? İslam'ın Kılıcı mı, Hıristiyanlığın Cezası mı? Osmanlı yetimi mi, T.C. vatandaşı mı? Fatih miyiz, fethedilmişlerden mi? Savaşçı asker miyiz, barışçı siviller mi? Ordu muyuz, millet miyiz, ulus mu? Batılı mıyız, Batı'nın koruyucusu mu? Çağdaş toplum mu, tarihi bir köprü mü? Doğulu mu, Anadolulu mu, Batılı mı? Kimiz biz? (a.g.e Sayfa 21)”

***

Aslında bu soruya Cumhuriyeti kuranlar “milli vatandaşlık” kavramıyla tek ve net bir cevap vermişti. Hem de “Irk ve din/mezhep esasını değil, aidiyet duygusu, milli his gibi yansımaları içinde barındıran ve eşitlik ilkesine” vurgu yapan Anayasa hükümleriyle…

Şu bir gerçek ki bugün değiştirilmek istenen Anayasamızda yer alan bu hükümler “Sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum” hedefinden başka bir şey değildir.

Lakin Atatürk’ün vefatı sonrası kısık sesle, 1960 sonrası ise açıktan dillendirilen ‘Kimiz Biz?’ sorusuna verilen cevaplar üzerinden memlekette yaşanan ayrışma/kutuplaşma, Osmanlı-Cumhuriyet eksenine oturtuldu. Batı’nın özellikle de ABD’nin desteği ve isteğiyle 1980 sonrası önü açılan “Osmanlıcılık” politikası, siyasal dinci ve etnikçilerin en önemli argümanı/propaganda malzemesi haline geldi. Osmanlı’nın sadece parlak dönemlerini anlatıp, gerileme ve çöküş döneminde yaşananların üstünü örterek girişilen propaganda, cumhuriyet ve ulus devleti hedef alan ciddi bir kitle oluşturdu. Emin olun bugün Osmanlı Devleti’ni cumhuriyetin yıktığına, hatta Kurtuluş Savaşı’nın hiç yapılmadığına inanan binlerce insanla birlikte yaşıyoruz ve bir çıkmazdayız!

***

Bunları neden anlattım?

6 Nisan’da Osmanlı Devleti’nin dibacesi/ilk başkenti Bursa’nın fethinin 699. yıl dönümü kutladık. (Zamanı olanların Osmangazi Belediyesi tarafından düzenlenen ve bir aya yayılan programlara katılmalarını tavsiye ederim.)

Fetih coşkusunu yansıtan Tophane Meydanı’ndaki törende Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın yaptığı konuşma, bana Tanpınar’ın da vurgu yaptığı “Ortak Ruhu” anımsattı…

Osman Gazi, Orhan Gazi, Horasan Erenlerini rahmetle anan, Osmanlı’nın adalet ve hoşgörüsünü dile getiren Aydın’ın, fethin 594. yıl dönümünde yani 8 Temmuz 1920’de Bursa’yı işgal eden Yunan birliğinde topçu yüzbaşı olarak görev yapan Diktatör Elefterios Venizelos’un 25 yaşındaki oğlu Sofoklis’in Osman Gazi’nin türbesindeki saygısızlığını, “Kalk Osman, kalk da vatanını kurtar” diyerek sandukasını tekmelemesini anlattı.

Aslında Erkan Başkan, şunu demek istedi:

Yükseliş döneminde İstanbul surlarına fetih sancağını diken Bursalı Ulubatlı Hasan, Canbaz Mustafa ve Karuşduran Süleyman Bey’den gururla bahsedenler, yıkılış döneminde kanlı çizmeleriyle Osman Gazi’nin türbesini kirleten işgalci Sofoklis’i de aklından çıkarmasın!

Nitekim Başkan Erkan Aydın’ın “Kuruluş” gibi kurtuluşun kahramanları (Mustafa Kemal’in askerleri) Şükrü Naili Paşa, Deli Halit Paşa, Şehit Binbaşı Haydar Bey, Dağ Müfrezesi, Saadettin Efe, Alabardalı Salih Efe, Canip Efe ve İzzet Efe’yi birlikte anması oldukça değerliydi.

Değerli çünkü, Erkan Aydın’ın konuşmasına yansıyan “duruş”, bizi toplum olarak sürüklendiğimiz bataklıktan çıkartacak reçetedir!

***

Bu yazıyı “Osmanlı’yı Cumhuriyet Yıktı, Atatürk Yıktı” yalanına inanlara, Tanpınar’ın “Beş Şehir” kitabında aktardığı bir olayı özet haliyle anlatarak bitirmek istiyorum:

“Kendi kardeşinin kızına âşık olan bir külhanbeyi, Edip Hocadan fetva almak için İstanbul’dan Erzurum’a gelir. Gece olunca yere tek yatak serilir, döşeğin ortasına silahlarını, dolu tabancalarını ve fişeklerini yerleştiren Arnavut, tütün tabakasını Edip Hocaya uzatır ve ‘sar bir sigara seninle konuşalım’ der. Ardından meramını anlatır. Hoca; olmaz günah karşılığını verince de çeker silahını! Canından olacağını anlayan Edip Hoca, ‘hele bir dur’ der ve ‘Kardeşin senden büyük mü küçük mü?’ diye sorar. ‘Büyük’ cevabını alınca, Edip Hoca heyecanla ‘Mesele değişti. Niye baştan söylemedin bunu. Küçüğün olsaydı tabii haramdı. Evlenemezdin. Çünkü senin oğlunun kızıyla evlenmen gibi bir şey olurdu. Ama büyük olunca ... O zaman helaldir. İstediğini yaparsın!’ karşılığını verir. Bu cevap külhanbeyini memnun eder ve ‘Yaşa bre hoca. Zaten bana söylemişlerdi, büyük alim olduğunu. Yak bir cigara!’ der. (a.g.e. sayfa 43 42)"

Ve Tanpınar’ın yorumladığı şekliyle “Bu olay, özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde kişiye göre fetva veren şeyhülislam, molla ya da hocaların dine ve devlete ne denli zarar verdiklerinin bir örneğinden başka bir şey değildir!”

Unutmadan;

Tanpınar’ın bu yorumuna “tıpkı bugün olduğu gibi” cümlesini ekleyebilir miyiz?

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (3)
Yorumcu
Mehmet Nuri Özhan - 20 gün önce

Ekleyebiliriz. Hak, hukuk, adalet, özgürlük, üretip hakça paylaşmak doğanın ruhudur.

Yorumcu
ULUYURT - 20 gün önce

Tıpkı bugün

Yorumcu
Mustafa Akıncı - 20 gün önce

Tanpınar’ın bu yorumuna “tıpkı bugün olduğu gibi” cümlesini ekleyebilir miyiz? Evet ekleyebiliriz, tıpkısının aynısı! Osmanlının erken döneminden başlayarak 44 Vezir'i Azam, 13 Padişah, Sayısız Şehzadenin Devlet Terörüyle Katledilmesinde haklı gerekçe Şeyhülislam fetvalarıyla taban bulmuştu. Günümüzde olanlar geçmişte olanların genetik yansımasıdır.. Çünkü ülkeyi yönetenler gökten zembille inmedi. Öncesi de var elbet ama 600 yıl devam eden bir kültürün genetik mirasçısıdır. Sevgilerimle

Yükleniyor..
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Söz Bursa En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.