SON DAKİKA

İngiliz sicimi mi ABD bıçağı mı?

Yazının Giriş Tarihi: 25.03.2025 14:08
Yazının Güncellenme Tarihi: 25.03.2025 16:46

Abdullah Uluyurt, SözBursa’da yayınlanan “80 yılın hesabı, Atatürk Sorunu, Türk Sorunu” başlıklı yazısında bugünün Türkiye’sinde “siyasal kaosa” veya “çatışmaya/kutuplaşmaya” neden olan “ideolojiyi” irdelemiş.

Uluyurt’un satırları; nedense(!) binlerce yıllık tarihimizin erdem ve onur abidelerinden Osmanlı Devleti’nin çöküş yıllarında II. Mahmut, Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murat ve II. Abdülhamit dönemini çağrıştırdı.Fatih sonrası aklı ve bilimi es geçen ve son 200 yılında kocayan kurt misali kuzuya maskara olan Osmanlı Devleti, Napolyon Savaşlarının ardından Viyana Kongresi’yle (1814) kurulan ve başını İngiltere’nin çektiği “Avrupa İttifakı”na üye olmak için yoğun çaba harcamaya başladı. Çünkü Osmanlı Devleti, beka ve toprak bütünlüğünü garanti altına almanın yolunu, Avrupa İttifakı’na üyelikte görüyordu. Haliyle II. Mahmut döneminden itibaren devlet yönetiminde “Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl, bölüneceksen İngiliz bıçağıyla bölün” anlayışı egemen bakış haline geliyordu.

Öyle ki Mora ve Tripoliçe’de 1821’de Rusya’nın desteğiyle başlayan ve 40 bin Türk’ün katledildiği “ayrılıkçı Yunan” ayaklanmasını Mısır’dan gelen donanma ile bastıran Osmanlı Devleti, Avrupa İttifakı’nın “çekil” çağrısını reddedince ikinci bir felaket yaşıyordu. İngiliz-Fransız ve Rus birleşik donanması Navarin Baskını’nda (1827) 6 bin asker kaybı veren Osmanlı’yı, Mora’yı terk etmek zorunda bırakıyordu. Avrupa İttifakı’nın dayatmasıyla Osmanlı, 1829’da özerklik verdiği Yunanistan’ın, 5 ay sonra Londra Protokolü ile ilan edilen bağımsızlığını da kabul ediyordu. Devlet yönetimi ise Yunanistan’ın “düşman” Rusya yerine, “müttefik” İngiltere güdümünde kalmasıyla avunuyordu.

***

İlerleyen yıllarda İngiltere’ye Balta Limanı Antlaşması’yla (1838) gümrük egemenliğini teslim eden II. Mahmut’un ömrü ittifak üyeliğini görmeye yetmiyordu ama tahta çıkan Abdülmecid de babası gibi düşünüyordu. Nitekim “Avrupalılar tarafından beğenilmek, değerli bulunmak” amacıyla ilan ettiği (1839) Tanzimat Fermanı sonrası Rus yayılmacılığından rahatsız olan İngiliz ve Fransızlara dostluğunu göstermek için Rusya’ya savaş (1853) ilan ediyordu. Karadeniz’e açılan filomuz, Sinop Limanı’nda Rus donanmasının baskınıyla 2 bin 700 kayıp verince Abdülmecid, bastırdığı “Onlar senin için öldüler Avrupa-1853” yazılı anı madalyalarını Avrupa İttifakı üyelerine gönderiyordu. Yine Silistre’de (1854) 10 bin kişilik Osmanlı ordusu 80 bin mevcutlu Rus ordusuna ağır bir yenilgi tattırınca, bu kez anı madalyalarına “Senin için yendik Avrupa-Silistre-1854” yazdırıyordu.

Devamında Abdülmecid, Fransız ve İngilizlerle ittifak halinde girdiği Kırım Savaşı (1854) sonrası -ki İngilizler tıpkı ABD’nin Kore’de yaptığı gibi bu savaşta Türklerden hiç bahsetmez- Paris Antlaşması (1856) ile amacına ulaşıyordu. “Gayrimüslimlere ayrıcalıklar ve yabancılara taşınmaz mal kullanım hakkı” tanıyan Islahat Fermanı (1856) karşılığında artık Osmanlı, Avrupa İttifakı’nın bir üyesi haline getiriliyordu. Abdülmecid, Fransa’dan Legion d'Honeur Nişanı alıyor, İslam Halifesi kimliğiyle Saint George Hıristiyan Tarikatı müritliğini ve İngiltere Kraliçesi’nin kendisine takdim ettiği Garter Haçlı Şövalyesi (diz bağı) nişanını kabul ediyordu.

“İngiltere’nin kanatları altına giren” ve yarı sömürge haline gelen Osmanlı, benzer politikayı Abdülaziz döneminde de sürdürüyordu. Ondan istenilen de “Avrupa İttifakı’na üye ülke vatandaşlarına taşınmaz tapu hakkı ve Osmanlı sınırlarında kendi ülkelerinin kanunlarına göre yargılanma (adli kapitülasyonlar) hakkı” idi. Abdülaziz, 1867’de çıkardığı kanunla (7 Safer Kanunu) yabancılara tapusuyla birlikte taşınmaz mal ediniminin önünü açıyor, “taşınmaz mallar” hariç bütün başlıklarda “adli kapitülasyonları” da kabul ediyordu.

Bu kanun çıktıktan kısa süre sonra sadece Batı Anadolu’da 6 milyon dönüme yakın arazi, yabancı ülke vatandaşlarının tapulu malı haline geliyordu. İngiliz vatandaşlarının İzmir ve çevresinden topladıkları arazinin yüzölçümü ise 3 milyon dönümle ifade ediliyordu. İngiltere Kraliçesi Viktorya’nın doğum günleri; dört bir yanı İngiliz bayraklarıyla donatılan ve bu haliyle İngiliz koloni şehrini andıran İzmir’de büyük şenliklerle kutlanıyordu. İşte bu tablodan ötürü İzmir, ilerleyen yıllarda topraklarını yabancılara satmaya mecbur kalan Türkler tarafından “Gavur İzmir” olarak anılmaya başlıyordu. Yahudilere de ilk kez Filistin’den tapusuyla toprak satın alma hakkı tanıyan Abdülaziz, kanununu çıkarttıktan 10 gün sonra yeni borçlar alabilmek için çıktığı Avrupa turunda tıpkı Abdülmecid gibi Fransızlardan Legion d'Honeur nişanı alıyor, İngiltere Kraliçesi’nin isteğiyle Saint George Hıristiyan Tarikatı'nın müridi oluyor, İngiltere’de ziyaret ettiği Portsmouth'daki İngiliz donanmasına ait bir geminin güvertesinde Kraliçe Victorya tarafından yakasına Garter Haçlı Şovelyesi (diz bağı) nişanı takılmasına izin veriyordu.

***

Uzatmayacağım;

1870’lerin başında dış borcu 250 milyon altın liraya ulaşan Osmanlı iflasını açıklayınca Avrupalıları kızdırıyor, çareyi Rusya ile ilişki kurmakta bulan Abdülaziz, bir darbeyle tahttan indiriliyordu (1876). İngiliz-Fransızların desteğiyle yerine geçirilen V. Murat’ın, saltanatı dengesiz hareketleri nedeniyle 93 gün sürüyor ve ardından II. Abdülhamit, “Kanunu Esasi” yani ülkeyi bir meclis aracılığıyla yöneteceği sözüyle tahta (1876) çıkıyordu.

Çıkıyordu çıkmasına ama devleti yönetenler, nedense Osmanlı’yı parça parça eriten/küçülten “İngiliz-Fransız-Rus tezgahını” görmüyor, göremiyordu.

II. Abdülhamit döneminden iki örnekle anlatacak olursam;

Borç batağındaki Osmanlı Devleti’ni Rusya ile savaşmaya ikna eden İngiltere, Ruslar İstanbul önüne (Yeşilköy) dayanınca kurtarıcı rolüne bürünüyordu. Ayastefanos Antlaşması’nın (1878) ağır hükümlerinden kurtulmak isteyen II. Abdülhamit, İngilizlerin “Ver Kıbrıs’ı kurtar İstanbul’u” teklifini kabul ediyordu.

Benzer şekilde iki Yahudi tefeciden alınan 200 bin altın borç, zamanında ödenmeyince tefecilerin kendi vatandaşı olduğunu öne süren Fransa, borca karşılık Midilli Adası’nı işgal ediyor ve gümrük gelirlerine el koyuyordu.

Nihayetinde sadece Berlin Antlaşması’yla (1878) Avrupa’daki topraklarının ve nüfusunun beşte ikisini kaybeden Abdülhamit’in döneminde Avrupa devletlerinin borçlarını tahsil edebilmek için kurdukları Duyun-ı Umumiye’yi ve sonrasında “Önce İngilizlere, sonra Allah’a güvenen” Sultan Vahdettin’e uzanan acı dolu yılları anlatmaya gerek yok sanırım…

***

O yüzden diyorum ki;

Çöküş döneminde; en iyi ihraç ürünü olarak Müslüman Türklerden oluşan ordusunu gören, kurtuluş için kimi zaman İngiliz, kimi zaman da Alman için cihat ilan eden Osmanlı’yı, Cumhuriyet yıkmadı…

“Osmanlıcılık” hayaliyle yanıp tutuşanlara sesleniyorum:

Şu yukarıda özetle anlattığım tarihi hadiselerden “bugünü çağrıştıran anlayışı/politik tutumu” hissedebildiniz mi?

Örneğin dünün Avrupa İttifakı ile bugünün Avrupa Birliği’nin üyelik için Türkiye’den talepleri arasında bir fark görebiliyor musunuz?

Dünün ve bugünün ayrılıkçı hareketlerini destekleyenlerin kimliği aynı değil mi?

Bugünün "Birleşik Krallık'tan diz bağı nişanı, Chatham House'den demokrasi ödülü alanlarını" sorguluyor musunuz?

Fesli-fessiz sahtekarların tarih yalanlarına daha ne kadar kanacaksınız?

Yabancılara yapılan toprak satışlarının veya 400 bin dolar yatırım karşılığında verilen Türk vatandaşlıklarının bizi nereye savurduğunun farkında mısınız?

Sizin sövdüğünüz, hakaret ettiğiniz, İngilizlerin “diz bağı nişanını hiç düşünmeden reddeden” Mustafa Kemal önderliğindeki bir avuç vatan evladının, Emperyalist Batı’nın Sevr ile haritadan silmek istediği Türk Devleti’ni yaşatmanın mücadelesini verdiğini kabullenmeyecek misiniz?

Düşmanla iş birliği yapan hainleri, milli mücadele yanlılarının katline onay veren fermanları yayınlayanları, İngiliz için, Batı için din alıp satanları hala kutsayacak mısınız?

Demem o ki;

Dünün hainlerinin “Kahraman”, kahramanlarının da “hain” olarak ilan edildiği memleketin geldiği/getirildiği hal ortada…

Üstelik kurtuluş için bir tarafta İngiltere, diğer tarafta ABD’nin kanatları altına girmek isteyenlerin” mücadelesine tanık oluyoruz.

Ama emin olun;

Kantarın ayarının bozulduğu, güven ve ahlak duygusunun yerle bir edildiği memlekette Türk Milleti’ni “İngiliz sicimiyle asıp, İngiliz bıçağıyla bölmek isteyenler ile Amerikan sicimiyle asıp, Amerikan bıçağıyla bölmek” isteyenler arasında hiçbir fark yok!

Bu saatten sonra tek çaremiz var:

O da 1923 ruhuna dönmek…

Umarım; sokaklara dökülen gençlerimizin isteği de bu yöndedir!

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (2)
Yorumcu
Ramazan çiçekli - 15 saat önce

Yüreğine saglık derli toplu özetlenmiş bir yazı

Yorumcu
Sait Arkan - 11 saat önce

Avuçlarımı patlatırcasına alkışlıyorum, yazınızı. Maalesef haini bol, cahili bol bir coğrafyada yaşıyoruz. Zor coğrafyada yaşamanın bedeli de ağır olurmuş; tarih boyunca çok bedel ödedik milletçe, daha mı ödeyeceğiz?.. Aziz milletimiz, yetmedi mi ödediğimiz bedeller?... Saygılarımla...

Yükleniyor..
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Söz Bursa En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.