Büyükşehir Belediyesi, hakka yürüyüşünün 86. yıl dönümünde Bursa Kent Meydanı’na projelendirdiği Atatürk heykelinin açılışını yaptı.
Heykeltraş Rıdvan Sevim’in imzasını taşıyan çelik heykelle;
30 Ağustos 1924’te, Başkomutanlık Meydan Muharebesi Zaferi’nin 2. Yıl dönümünde Atatürk’ün Dumlupınar’da kendisini karşılayanları “selamlama anı” ölümsüzleştirilmiş oldu…
Bu açılıştan birkaç saat sonra AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan, sosyal medya hesabından şu açıklamayı yaptı:
“Beceriksizlikleriyle tarihe geçen CHP Belediyeciliği!
Hemşehrilerimiz icraat beklerken, efendiler heykel dikiyor, konser ve festivallere milyonlar ödüyor, söz verdikleri vaatleri unutturmak için, türlü türlü, süslü süslü konuşmalar yapıyorlar!..”
***
Aslında Gürkan’ın Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in icraatı üzerinden, “heykel vurgusuyla” yaptığı bu eleştiri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e bakış üzerinden yürütülen kamplaşma ve çatışma halinin “siyaseten dışa vurumundan” başka bir şey değil…
Peki nasıl bir kamplaşma bu?
Türk Milleti’ni soykırımdan kurtaran Başkomutanımız Gazi Paşa’nın bu topraklarda bıraktığı derin izler üzerinden; “Bir tarafta O’nu putlaştırmak isteyenler, diğer tarafta bir devri kapatıp yeni bir evreyi açan Atatürk’ü tamamen yok etme gayretinde olanlar” şeklindeki bir kamplaşma bu!
O’nu putlaştırmak isteyenlerin tek amacı statükolarını korumak.
Bu güruh:
Cumhuriyet tarihimiz boyunca Atatürk’e samimi bir sevgi ve saygı duymadıkları gibi açtığı yolda ilerleme niyetinde de hiç olmadı.
Örneğin;
1980 Darbesi’ni yapan Kenan Evren de kendisini “Atatürkçü” diye tanıtıyordu. Oysa Evren, “Atatürkçülük maskesiyle” halkına zulmeden, Türk ekonomisi ve nihayetinde Türkiye’yi öğütülmek üzere emperyalizm çarkına teslim eden bir görevliden başka bir şey değildi.
Kaldı ki ABD’nin isteğiyle darbe yapan, Türk demokrasisine ağır bir darbe indiren memleketin evlatlarını hapishanelerde asan/çürüten bir general nasıl Atatürkçü olabilirdi ki!
***
Atatürk’ü yok etmek isteyenler de Osmanlıcılık nostaljisiyle laik, demokratik hukuk devletinin değerlerini sarsmakta çıkarları olanlardan başkaları değildi.
Üstelik;
Türk milletinin içine düştüğü umutsuzluğu fırsat bilen bu çevreler, Atatürk’ü yıpratıp, O’nu halkın gözünden düşürmek ve böylece vatan topraklarından izlerini tamamen silmeden sonuca ulaşamayacaklarını da çok iyi biliyordu!
Bu nedenledir ki sistematik bir şekilde;
Gerçeklerle bağdaşmayan türlü türlü yalan, hakaret ve iftiralarla Türk Milleti’nin kalbinde taht kuran Atatürk’e yönelik bir karalama kampanyası yürütüldü. Kimse de bu duruma itiraz etmedi.
Nedense yine bir askeri darbenin, yani 1960 sonrası başlatılan bu karalama kampanyaları, 1980 darbesiyle hız kazandı ve bugün artık gizlisi saklısı kalmadı. Bu karalama kampanyalarının baş aktörlerinin isimlerini bu satırlara yazmaya gerek bile görmüyorum!
Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’a dil uzatacak kadar "insafsız ve alçak" sayısız iftirayı ve hakareti dillendiren bu isimler, ne acıdır ki korundu, basın/yayın gibi sosyal medyadan yürüttükleri faaliyetleri desteklendi. Devletin ve yerel yönetimlerin imkanları bu iftira kampanyalarının aktörleri için seferber edildi. Yetmedi, bu iftiracılardan “hesabı kıyamete kalanlarının” tabutları, Türk Bayrağına sarılarak son yolculuklarına uğurlandı. İsimleri okullara, bulvarlara ve yurtlara verildi.
***
Tam da burada günümüz siyasetinde;
Bu kampta duranların ve “yalanı ibadet bilen” bu iftiracı takımının yazdıklarıyla beslenenlerin unuttukları bir gerçek var!
O da 86 yıl önce aramızdan ayrılan Atatürk’ün sahip olduğu, hatta bizlere Osmanlı Devleti’nin yıkılışını geciktiren Padişah II. Mahmud’u da anımsatan gücü ve bu gücün kaynağı…
Benim dört başlıkta özetlediğim Atatürk’ün güçlerinden ilki;
O’nu bir strateji ve siyaset dâhisi yapan, savaş cephesinde bile sürdürdüğü kitap okuma alışkanlığı, çeviri yapacak düzeyde sahip olduğu yabancı dil bilgisi ve kitap yazacak kadar entelektüel birikime ve bilgiye erişmesi…
İkincisi, başkomutanlığını yaptığı Türk Ordusu…
Üçüncüsü kurduğu siyasi parti…
Dördüncüsü ve bence en önemlisi aynı zamanda gücünün de kaynağını teşkil eden Türk Milleti…
Evet;
O’nun kurduğu ordu bugün; ABD/NATO güdümünde amacından uzaklaşmış ve de kurduğu parti küresel müesses nizamın kontrolüne girmiş olabilir.
Lakin Atatürk’ü yanıltmayan tek gücün Türk Milleti olduğu gün gibi ortada. Görünen o ki Türk Milleti, O’nu kimseye yedirmeyecek!
Bugün, onca iftira ve yalana rağmen evlere ve işyerlerine insanlar, Atatürk resmi asıyorsa bunun sosyolojik olarak iyi analiz edilmesi gerekiyor!
Öyle ya;
Milyonlarca insan, Atatürk’ün bir resmiyle duygulanıyorsa, O’nunla ilgili anıları gözyaşlarına boğularak dinliyor/anlatıyorsa bunun bir sebebi olmalı…
Siyaset sosyolojisi dersi alan bir gazeteci olarak diyorum ki;
Devlet eliyle değil, Türk Milleti’nde kendiliğinden oluşan bu Atatürk hassasiyetinin sebebi gayet açık…
Detaya girmeden iki başlıkla özetleyecek olursam;
Bunlardan ilki, Türk Milleti’nin Gazi Paşa’nın şahsiyetiyle bütünleştirdiği yaşam şekline yönelik tehditler.
İkincisi ise Cumhuriyetin fabrika ayarlarından/felsefesinden uzaklaşan Türkiye’nin girdiği çıkmaz yol…
Dolayısıyla Atatürk’ün yazdığı özgürlük ve bağımsızlık reçetesine sahip çıkan Türk Milleti’nin mesajını çok iyi okumak ve anlamak gerekiyor…
Tabi şu gerçeği de unutmamak:
101. yaşını kutladığımız Cumhuriyetin yön levhasında ne Arapçılık ne Batıcılık yazıyor. Levhada yazılan da zaten bir yön tarifi değil. Bu bir hedef ve bu hedef de gayet basit:
Muasır medeniyetler seviyesine erişmek!
***
Bu yüzden diyorum ki:
Atatürkçülük;
“Kurtarıcı beklemek” değildir. Bilim, üretim, okumak demektir. Aklı esas almak, çalışkan olmak, ahlaklı olmak demektir. Ulus devlete sahip çıkmak ve bu uğurda mücadele etmek demektir. Bütün bir milleti sevgiyle, saygıyla kucaklamak demektir. Sarsılmaz bir iç cephe için mücadele etmek, yeri geldiğinde oluşan çatlaklara tutkal olmak demektir.
Zaten Türk Milleti de;
O’na iftiralarıyla saldıranlar gibi, “Atam sen kalk da ben yatam” veya “Sarı saçlım mavi gözlüm/Nerde, nerde, neredesin” edebiyatı yapanlara, özetle siyasi emelleri için İslam’ı ve Atatürk’ü siyasete alet edenlere inat, doğru bildiği yoldan ilerlemeye devam ediyor.
***
Rahmet olsun Atatürk’e ve silah arkadaşlarına…
Var olsun Türk Milleti ve şanlı Türk Devleti…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İbrahim ÖGE
İç cephe ve Atatürk
Büyükşehir Belediyesi, hakka yürüyüşünün 86. yıl dönümünde Bursa Kent Meydanı’na projelendirdiği Atatürk heykelinin açılışını yaptı.
Heykeltraş Rıdvan Sevim’in imzasını taşıyan çelik heykelle;
30 Ağustos 1924’te, Başkomutanlık Meydan Muharebesi Zaferi’nin 2. Yıl dönümünde Atatürk’ün Dumlupınar’da kendisini karşılayanları “selamlama anı” ölümsüzleştirilmiş oldu…
Bu açılıştan birkaç saat sonra AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan, sosyal medya hesabından şu açıklamayı yaptı:
“Beceriksizlikleriyle tarihe geçen CHP Belediyeciliği!
Hemşehrilerimiz icraat beklerken, efendiler heykel dikiyor, konser ve festivallere milyonlar ödüyor, söz verdikleri vaatleri unutturmak için, türlü türlü, süslü süslü konuşmalar yapıyorlar!..”
***
Aslında Gürkan’ın Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in icraatı üzerinden, “heykel vurgusuyla” yaptığı bu eleştiri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e bakış üzerinden yürütülen kamplaşma ve çatışma halinin “siyaseten dışa vurumundan” başka bir şey değil…
Peki nasıl bir kamplaşma bu?
Türk Milleti’ni soykırımdan kurtaran Başkomutanımız Gazi Paşa’nın bu topraklarda bıraktığı derin izler üzerinden; “Bir tarafta O’nu putlaştırmak isteyenler, diğer tarafta bir devri kapatıp yeni bir evreyi açan Atatürk’ü tamamen yok etme gayretinde olanlar” şeklindeki bir kamplaşma bu!
O’nu putlaştırmak isteyenlerin tek amacı statükolarını korumak.
Bu güruh:
Cumhuriyet tarihimiz boyunca Atatürk’e samimi bir sevgi ve saygı duymadıkları gibi açtığı yolda ilerleme niyetinde de hiç olmadı.
Örneğin;
1980 Darbesi’ni yapan Kenan Evren de kendisini “Atatürkçü” diye tanıtıyordu. Oysa Evren, “Atatürkçülük maskesiyle” halkına zulmeden, Türk ekonomisi ve nihayetinde Türkiye’yi öğütülmek üzere emperyalizm çarkına teslim eden bir görevliden başka bir şey değildi.
Kaldı ki ABD’nin isteğiyle darbe yapan, Türk demokrasisine ağır bir darbe indiren memleketin evlatlarını hapishanelerde asan/çürüten bir general nasıl Atatürkçü olabilirdi ki!
***
Atatürk’ü yok etmek isteyenler de Osmanlıcılık nostaljisiyle laik, demokratik hukuk devletinin değerlerini sarsmakta çıkarları olanlardan başkaları değildi.
Üstelik;
Türk milletinin içine düştüğü umutsuzluğu fırsat bilen bu çevreler, Atatürk’ü yıpratıp, O’nu halkın gözünden düşürmek ve böylece vatan topraklarından izlerini tamamen silmeden sonuca ulaşamayacaklarını da çok iyi biliyordu!
Bu nedenledir ki sistematik bir şekilde;
Gerçeklerle bağdaşmayan türlü türlü yalan, hakaret ve iftiralarla Türk Milleti’nin kalbinde taht kuran Atatürk’e yönelik bir karalama kampanyası yürütüldü. Kimse de bu duruma itiraz etmedi.
Nedense yine bir askeri darbenin, yani 1960 sonrası başlatılan bu karalama kampanyaları, 1980 darbesiyle hız kazandı ve bugün artık gizlisi saklısı kalmadı. Bu karalama kampanyalarının baş aktörlerinin isimlerini bu satırlara yazmaya gerek bile görmüyorum!
Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’a dil uzatacak kadar "insafsız ve alçak" sayısız iftirayı ve hakareti dillendiren bu isimler, ne acıdır ki korundu, basın/yayın gibi sosyal medyadan yürüttükleri faaliyetleri desteklendi. Devletin ve yerel yönetimlerin imkanları bu iftira kampanyalarının aktörleri için seferber edildi. Yetmedi, bu iftiracılardan “hesabı kıyamete kalanlarının” tabutları, Türk Bayrağına sarılarak son yolculuklarına uğurlandı. İsimleri okullara, bulvarlara ve yurtlara verildi.
***
Tam da burada günümüz siyasetinde;
Bu kampta duranların ve “yalanı ibadet bilen” bu iftiracı takımının yazdıklarıyla beslenenlerin unuttukları bir gerçek var!
O da 86 yıl önce aramızdan ayrılan Atatürk’ün sahip olduğu, hatta bizlere Osmanlı Devleti’nin yıkılışını geciktiren Padişah II. Mahmud’u da anımsatan gücü ve bu gücün kaynağı…
Benim dört başlıkta özetlediğim Atatürk’ün güçlerinden ilki;
O’nu bir strateji ve siyaset dâhisi yapan, savaş cephesinde bile sürdürdüğü kitap okuma alışkanlığı, çeviri yapacak düzeyde sahip olduğu yabancı dil bilgisi ve kitap yazacak kadar entelektüel birikime ve bilgiye erişmesi…
İkincisi, başkomutanlığını yaptığı Türk Ordusu…
Üçüncüsü kurduğu siyasi parti…
Dördüncüsü ve bence en önemlisi aynı zamanda gücünün de kaynağını teşkil eden Türk Milleti…
Evet;
O’nun kurduğu ordu bugün; ABD/NATO güdümünde amacından uzaklaşmış ve de kurduğu parti küresel müesses nizamın kontrolüne girmiş olabilir.
Lakin Atatürk’ü yanıltmayan tek gücün Türk Milleti olduğu gün gibi ortada. Görünen o ki Türk Milleti, O’nu kimseye yedirmeyecek!
Bugün, onca iftira ve yalana rağmen evlere ve işyerlerine insanlar, Atatürk resmi asıyorsa bunun sosyolojik olarak iyi analiz edilmesi gerekiyor!
Öyle ya;
Milyonlarca insan, Atatürk’ün bir resmiyle duygulanıyorsa, O’nunla ilgili anıları gözyaşlarına boğularak dinliyor/anlatıyorsa bunun bir sebebi olmalı…
Siyaset sosyolojisi dersi alan bir gazeteci olarak diyorum ki;
Devlet eliyle değil, Türk Milleti’nde kendiliğinden oluşan bu Atatürk hassasiyetinin sebebi gayet açık…
Detaya girmeden iki başlıkla özetleyecek olursam;
Bunlardan ilki, Türk Milleti’nin Gazi Paşa’nın şahsiyetiyle bütünleştirdiği yaşam şekline yönelik tehditler.
İkincisi ise Cumhuriyetin fabrika ayarlarından/felsefesinden uzaklaşan Türkiye’nin girdiği çıkmaz yol…
Dolayısıyla Atatürk’ün yazdığı özgürlük ve bağımsızlık reçetesine sahip çıkan Türk Milleti’nin mesajını çok iyi okumak ve anlamak gerekiyor…
Tabi şu gerçeği de unutmamak:
101. yaşını kutladığımız Cumhuriyetin yön levhasında ne Arapçılık ne Batıcılık yazıyor. Levhada yazılan da zaten bir yön tarifi değil. Bu bir hedef ve bu hedef de gayet basit:
Muasır medeniyetler seviyesine erişmek!
***
Bu yüzden diyorum ki:
Atatürkçülük;
“Kurtarıcı beklemek” değildir. Bilim, üretim, okumak demektir. Aklı esas almak, çalışkan olmak, ahlaklı olmak demektir. Ulus devlete sahip çıkmak ve bu uğurda mücadele etmek demektir. Bütün bir milleti sevgiyle, saygıyla kucaklamak demektir. Sarsılmaz bir iç cephe için mücadele etmek, yeri geldiğinde oluşan çatlaklara tutkal olmak demektir.
Zaten Türk Milleti de;
O’na iftiralarıyla saldıranlar gibi, “Atam sen kalk da ben yatam” veya “Sarı saçlım mavi gözlüm/Nerde, nerde, neredesin” edebiyatı yapanlara, özetle siyasi emelleri için İslam’ı ve Atatürk’ü siyasete alet edenlere inat, doğru bildiği yoldan ilerlemeye devam ediyor.
***
Rahmet olsun Atatürk’e ve silah arkadaşlarına…
Var olsun Türk Milleti ve şanlı Türk Devleti…