Bir Cumhuriyet şarkısını sadece dinlemeyip, seyretmek de gerekiyor.
Şarkı seyredilir mi?
Sinema salonunda seyredilir.
Bir insanın, bir ülkenin yıldızının parladığı anlar vardır.
Tıpkı İstiklal Marşı’mızın bestecisi Osman Zeki Üngör tarafından Muş’a tayini çıkartılan Ahmet Adnan Saygun’un yıldızının son anda parladığı gibi.
İran Şahı ülkemizi ziyaret edecek diye değişik bir şey sergilemek için Atatürk’ün aklına ilk Türk operası Özsoy’u besteletmek düştüğünde, Muş’a gitmek üzere yola çıkan Ahmet Adnan Saygun’un taksiden indirilişini seyrettik.
Bestelemesi bir ya da iki yıl alabilecek bir operanın nasıl 26 güne sığdırıldığını da gördük.
Müzik eğitimi alan insanın neredeyse yok olduğu bir ülkede, üstelik kaprislere kurban giden bir orkestranın da yoklara dahil olduğunu düşünürseniz, işin ne kadar zor olduğunu da hayal edebilirsiniz.
‘O yok, bu yok’ diye saymaya kalksanız, karşınızda yoktan var etmeyi seven Atatürk var.
Mazerete hayatında yer vermezken “Yokları sayanlar hiçbir mücadeleden galip çıkamazlar” demiş bir kere.
Ahmet Adnan Saygun’un kaç kere dibe vurduğunu, vazgeçmeye karar verdiğini ama mazeret üretemediğini de gördük filmde. Bazı şeyler o kadar yok ki, İran şahı müzik çalışmasının yapıldığı binada kaldığı için, rahatsız olmasın diye provalar yapılamıyor. Yokları sayamayacakları için tası tarağı toplayıp tarlaların ortasında çalışıyorlar. Muhteşem bir makyajla, ekranda Atatürk olduğunu düşündüren sanatçıya şapka çıkarmadan geçemeyeceğim.
İçiniz kıpır kıpır olacak.
‘Acaba gerçekten Samsun’dan gelmiş olabilir mi?’ diye düşüneceksiniz bir an. ‘Keşke’leriniz sizde kalarak filmi seyretmeye devam edeceksiniz.
Bir de Atatürk’ün mecburiyetten sonunu getiremediği tek olayın Dimitrina Kovaçeva’nın bitmeyen ve gitmeyen hayalini seyredeceksiniz. Herkes için yaşanmamışlıkların nasıl bitmediğini ve insanların sandık odalarının bir köşesinde hep var olduğuna şahit olacaksınız.
Atatürk de olsanız bu duygu değişmiyor.
Çok şey düşündüren ve hayatımızdan mazeretleri çıkarmamıza sebep olacak bir film seyrettik.
İşin en acıklı yanı yine salon kapattık. Yani o seansta eşim ve ben vardık sadece. Oysaki kapıda kuyruk olacağını düşünerek koşa koşa gitmiştik.
Hava güzeldi, gençler sokaktaydı.
Lokanta ve kafelerin fiyatları yerinde bir AVM‘nin sinema salonundaydık. Lokanta ve kafeler ağzına kadar doluyken, sinema salonunun boş olmasının açıklaması havanın güzelliği olamaz elbette. Hava bize yağıp, çakıp onlara gülümsememiştir herhalde. Ayrıca bunun mazeret olduğunu ve hayatımızda mazerete yer olmadığını da biliyorduk artık.
Bizim yaş gurubu bayraklarla, marşlarla, törenlerle büyüdü.
Ama çocuklara aktarımda atlama olmuş sanırım.
Tamam sinema biletleri pahalı ama kafeler ve lokantalar daha ucuz değil. Mesele tercihlerde…
Yarın Cumhuriyetimizin yeni yılını karşılayacağız bir daha.
Siz de ‘Bir Cumhuriyet Şarkısı’ dinlemek istemez misiniz acaba?
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
E. Gülhan AKBABA
‘Bir Cumhuriyet Şarkısı’ dinlediniz mi?
Bir Cumhuriyet şarkısını sadece dinlemeyip, seyretmek de gerekiyor.
Şarkı seyredilir mi?
Sinema salonunda seyredilir.
Bir insanın, bir ülkenin yıldızının parladığı anlar vardır.
Tıpkı İstiklal Marşı’mızın bestecisi Osman Zeki Üngör tarafından Muş’a tayini çıkartılan Ahmet Adnan Saygun’un yıldızının son anda parladığı gibi.
İran Şahı ülkemizi ziyaret edecek diye değişik bir şey sergilemek için Atatürk’ün aklına ilk Türk operası Özsoy’u besteletmek düştüğünde, Muş’a gitmek üzere yola çıkan Ahmet Adnan Saygun’un taksiden indirilişini seyrettik.
Bestelemesi bir ya da iki yıl alabilecek bir operanın nasıl 26 güne sığdırıldığını da gördük.
Müzik eğitimi alan insanın neredeyse yok olduğu bir ülkede, üstelik kaprislere kurban giden bir orkestranın da yoklara dahil olduğunu düşünürseniz, işin ne kadar zor olduğunu da hayal edebilirsiniz.
‘O yok, bu yok’ diye saymaya kalksanız, karşınızda yoktan var etmeyi seven Atatürk var.
Mazerete hayatında yer vermezken “Yokları sayanlar hiçbir mücadeleden galip çıkamazlar” demiş bir kere.
Ahmet Adnan Saygun’un kaç kere dibe vurduğunu, vazgeçmeye karar verdiğini ama mazeret üretemediğini de gördük filmde. Bazı şeyler o kadar yok ki, İran şahı müzik çalışmasının yapıldığı binada kaldığı için, rahatsız olmasın diye provalar yapılamıyor. Yokları sayamayacakları için tası tarağı toplayıp tarlaların ortasında çalışıyorlar. Muhteşem bir makyajla, ekranda Atatürk olduğunu düşündüren sanatçıya şapka çıkarmadan geçemeyeceğim.
İçiniz kıpır kıpır olacak.
‘Acaba gerçekten Samsun’dan gelmiş olabilir mi?’ diye düşüneceksiniz bir an. ‘Keşke’leriniz sizde kalarak filmi seyretmeye devam edeceksiniz.
Bir de Atatürk’ün mecburiyetten sonunu getiremediği tek olayın Dimitrina Kovaçeva’nın bitmeyen ve gitmeyen hayalini seyredeceksiniz. Herkes için yaşanmamışlıkların nasıl bitmediğini ve insanların sandık odalarının bir köşesinde hep var olduğuna şahit olacaksınız.
Atatürk de olsanız bu duygu değişmiyor.
Çok şey düşündüren ve hayatımızdan mazeretleri çıkarmamıza sebep olacak bir film seyrettik.
İşin en acıklı yanı yine salon kapattık. Yani o seansta eşim ve ben vardık sadece. Oysaki kapıda kuyruk olacağını düşünerek koşa koşa gitmiştik.
Hava güzeldi, gençler sokaktaydı.
Lokanta ve kafelerin fiyatları yerinde bir AVM‘nin sinema salonundaydık. Lokanta ve kafeler ağzına kadar doluyken, sinema salonunun boş olmasının açıklaması havanın güzelliği olamaz elbette. Hava bize yağıp, çakıp onlara gülümsememiştir herhalde. Ayrıca bunun mazeret olduğunu ve hayatımızda mazerete yer olmadığını da biliyorduk artık.
Bizim yaş gurubu bayraklarla, marşlarla, törenlerle büyüdü.
Ama çocuklara aktarımda atlama olmuş sanırım.
Tamam sinema biletleri pahalı ama kafeler ve lokantalar daha ucuz değil. Mesele tercihlerde…
Yarın Cumhuriyetimizin yeni yılını karşılayacağız bir daha.
Siz de ‘Bir Cumhuriyet Şarkısı’ dinlemek istemez misiniz acaba?