Halihazırda devam eden bir taciz davasından bahsedeceğim.
22 Ekim 2023’te Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde din kültürü ve ahlak(!) bilgisi derslerine giren ‘İlçe Müftüsü’ Halil B., 12 yaşındaki bir kız öğrencisini taciz etmek suçlamasıyla tutuklanmıştı.
Sonrasında da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan, hatta bir başka şehre müftü yardımcısı olarak atanan sanığın yargı sürecine gelince;
Birkaç gün önce Şanlıurfa 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde 4'üncü duruşma görüldü. Sanık müftünün katılmadığı duruşmada mütalaasını veren savcı, yeterli delil olmadığı gerekçesiyle Halil B’nin beraatini talep etti!
***
Biliyorsunuz;
Yargı süreçleri ve kararlarıyla ilgili yorum yapmak doğru değil…
Ama öncesinde yani sanığın tutuklanmasına giden süreçte; mağdur çocuğun ailesine, rehber öğretmenine anlattıkları gibi emniyette psikolog eşliğinde alınan ifadeleri oldukça tutarlı görülmüştü.
Zaten sanığın ilk etapta tutuklanmasına da bu ifadeler üzerine karar verilmişti.
Peki ne anlatıyordu bu masum yavru?
“Öğretmen” demeye dilimin varmadığı sanık müftünün kendisini sınıfta ve mescitte defalarca taciz ettiğini öne sürüyordu.
Kaldı ki 12 yaşında bir çocuk, milli ve manevi geleneklerin yaşatıldığı Şanlıurfa gibi bir şehirde durduk yere böyle bir iddiayı neden dile getirsin…
***
Nihayetinde;
Savcı Bey, sanığın beraatine yönelik mütalaasının ardından konu ülke gündeminde tartışılmaya başlandı…
Haliyle akıllara geçmişte yaşanan olaylar ve bu olaylarla ilgili makam sahibi insanların yaptığı yorumlar geldi…
“Bir kereden bir şey olmaz” açıklaması gibi…
Gerçi çocukların, kadınların defalarca tacize ve tecavüze uğradığı memlekette nedense(!) sanıkların büyük bir bölümü hep serbest kalıyor ama insan ister istemez soruyor:
“Bu tür olaylarda küçücük çocukların “rızası vardı” diyerek, toplumda adalet duygusunu yaralayanları bir kenara bırakın, Sanık Halil B.’nin müftü olması, süreci etkilemiş midir? Sanıktan ziyade “müftülük” sıfatı mı temize çıkarılmaya çalışılmıştır?”
***
Bu işler çok can sıkıcı, evet…
Ama, biraz eğri oturup doğru konuşalım isterseniz;
Birincisi;
Biliyorsunuz bu din görevlilerinin okullarda ders vermesi işi ÇEDES projesi marifeti ile oldu.
Neydi ÇEDES?
Üç kurumun; Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın ortaklaşa projesi olan ve açılımı “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” olduğundan, kulağa önce hoş gelip sonra “neler oluyor” dedirten proje ÇEDES…
Projenin amaç bölümünde:
“Öğrencilerimizin “millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan ve geliştiren fertler olmalarına” ayrıca çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış, bu donanımı insanlık hayrına sarf edebilen, bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi kendi yaşantılarında inşa etmiş; akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesine katkı sağlamaktır” yazıyor.
***
İşte bu ÇEDES Projesi marifetiyle Akçakale’deki okulda, hem de içinde ‘ahlak’ kelimesinin geçtiği derse giren sanık müftünün merak ediyorum kızı, eşi varsa kız kardeşleri şu tablo karşısında ne düşünüyordur acaba?
Ve gelelim konunun ikinci yönüne!
Bu davanın 4. duruşmasında taraf avukatları dışında, Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın avukatı, Suruç Belediye Başkanı, Şanlıurfa Barosu Kadın Hakları Merkezi üyeleri duruşmayı takip etti.
Bu ülkede bu tip suç ve ‘çocuğun rızası vardı’ gibi hadsiz söylemlere ses çıkarmadığımız sürece, suç cezasız kalmaya devam edecek.
Toplum menfaati için örgütlendiğini söyleyenler, davetlerde poz verip, önemli gün ve haftaları kutlamaya devam ederse, sözün özü ‘el el üstünde’ oturup izlerse, maalesef haklının haksızdan hakkını alması ahirete kalacak!
***
Referansı “din” olan arkadaşlara, “dini korumak” adına “din görevlilerini ve dindar gözükenleri” aklamaya çalışanlara ve de ülkenin adalet işlerini yürütenlere tarihten Bursa’da yaşanan bir olayı anlatarak yazımı noktalamak istiyorum:
Şeyhülislam Molla Fenari, Bursa Kadısı.
Adamın biri pazardan at satın alır. Eve gelip, ahıra çektiği atın hasta olduğunu fark edince, satıcıya iade etmek üzere tekrar pazarın yolunu tutar. Lakin satıcının bu duruma itiraz edeceği düşüncesiyle mahkemeye başvurmak ister.
Lakin mahkemeye vardığında Kadı Molla Fenari’nin o gün mesaiye gelmeyeceğini öğrenir. Adam ertesi gün tekrar gelmek üzere mahkemeden ayrılır, lakin o gece at ahırda can verir. Sabah kalktığında ne yapacağını şaşıran adam, “bir ümit” der, soluğu Kadı Molla Fenari’nin yanında alır. Durumu anlatır. Mola Fenari, hiç tereddüt etmeden mağdur adama der ki:
Senin zararını ben ödeyeceğim. Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, o zaman duruma müdahale eder, atı geri verir, paranı iade ettirirdim.
Gerçekten de Molla Fenari kendi cebinden adama atın parasını öder ve adalete duyulan güveni pekiştirir, adalet dağıtanların da itibarını kurtarmış olur!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Asuman Kurt ÖGE
Bir taciz davası ve ÇEDES Projesi!
Halihazırda devam eden bir taciz davasından bahsedeceğim.
22 Ekim 2023’te Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde din kültürü ve ahlak(!) bilgisi derslerine giren ‘İlçe Müftüsü’ Halil B., 12 yaşındaki bir kız öğrencisini taciz etmek suçlamasıyla tutuklanmıştı.
Sonrasında da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan, hatta bir başka şehre müftü yardımcısı olarak atanan sanığın yargı sürecine gelince;
Birkaç gün önce Şanlıurfa 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde 4'üncü duruşma görüldü. Sanık müftünün katılmadığı duruşmada mütalaasını veren savcı, yeterli delil olmadığı gerekçesiyle Halil B’nin beraatini talep etti!
***
Biliyorsunuz;
Yargı süreçleri ve kararlarıyla ilgili yorum yapmak doğru değil…
Ama öncesinde yani sanığın tutuklanmasına giden süreçte; mağdur çocuğun ailesine, rehber öğretmenine anlattıkları gibi emniyette psikolog eşliğinde alınan ifadeleri oldukça tutarlı görülmüştü.
Zaten sanığın ilk etapta tutuklanmasına da bu ifadeler üzerine karar verilmişti.
Peki ne anlatıyordu bu masum yavru?
“Öğretmen” demeye dilimin varmadığı sanık müftünün kendisini sınıfta ve mescitte defalarca taciz ettiğini öne sürüyordu.
Kaldı ki 12 yaşında bir çocuk, milli ve manevi geleneklerin yaşatıldığı Şanlıurfa gibi bir şehirde durduk yere böyle bir iddiayı neden dile getirsin…
***
Nihayetinde;
Savcı Bey, sanığın beraatine yönelik mütalaasının ardından konu ülke gündeminde tartışılmaya başlandı…
Haliyle akıllara geçmişte yaşanan olaylar ve bu olaylarla ilgili makam sahibi insanların yaptığı yorumlar geldi…
“Bir kereden bir şey olmaz” açıklaması gibi…
Gerçi çocukların, kadınların defalarca tacize ve tecavüze uğradığı memlekette nedense(!) sanıkların büyük bir bölümü hep serbest kalıyor ama insan ister istemez soruyor:
“Bu tür olaylarda küçücük çocukların “rızası vardı” diyerek, toplumda adalet duygusunu yaralayanları bir kenara bırakın, Sanık Halil B.’nin müftü olması, süreci etkilemiş midir? Sanıktan ziyade “müftülük” sıfatı mı temize çıkarılmaya çalışılmıştır?”
***
Bu işler çok can sıkıcı, evet…
Ama, biraz eğri oturup doğru konuşalım isterseniz;
Birincisi;
Biliyorsunuz bu din görevlilerinin okullarda ders vermesi işi ÇEDES projesi marifeti ile oldu.
Neydi ÇEDES?
Üç kurumun; Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın ortaklaşa projesi olan ve açılımı “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” olduğundan, kulağa önce hoş gelip sonra “neler oluyor” dedirten proje ÇEDES…
Projenin amaç bölümünde:
“Öğrencilerimizin “millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan ve geliştiren fertler olmalarına” ayrıca çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış, bu donanımı insanlık hayrına sarf edebilen, bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi kendi yaşantılarında inşa etmiş; akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesine katkı sağlamaktır” yazıyor.
***
İşte bu ÇEDES Projesi marifetiyle Akçakale’deki okulda, hem de içinde ‘ahlak’ kelimesinin geçtiği derse giren sanık müftünün merak ediyorum kızı, eşi varsa kız kardeşleri şu tablo karşısında ne düşünüyordur acaba?
Ve gelelim konunun ikinci yönüne!
Bu davanın 4. duruşmasında taraf avukatları dışında, Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın avukatı, Suruç Belediye Başkanı, Şanlıurfa Barosu Kadın Hakları Merkezi üyeleri duruşmayı takip etti.
Ya sivil toplum kuruluşları,
Kadın dernekleri,
Çocukları koruma örgütleri,
Neredeydi?
Bir ses verdi mi?
Dava günü bir yığıldılar mı oraya?
STK’ların varlık sebeplerini sorgulama vaktidir bence…
Bu ülkede bu tip suç ve ‘çocuğun rızası vardı’ gibi hadsiz söylemlere ses çıkarmadığımız sürece, suç cezasız kalmaya devam edecek.
Toplum menfaati için örgütlendiğini söyleyenler, davetlerde poz verip, önemli gün ve haftaları kutlamaya devam ederse, sözün özü ‘el el üstünde’ oturup izlerse, maalesef haklının haksızdan hakkını alması ahirete kalacak!
***
Referansı “din” olan arkadaşlara, “dini korumak” adına “din görevlilerini ve dindar gözükenleri” aklamaya çalışanlara ve de ülkenin adalet işlerini yürütenlere tarihten Bursa’da yaşanan bir olayı anlatarak yazımı noktalamak istiyorum:
Şeyhülislam Molla Fenari, Bursa Kadısı.
Adamın biri pazardan at satın alır. Eve gelip, ahıra çektiği atın hasta olduğunu fark edince, satıcıya iade etmek üzere tekrar pazarın yolunu tutar. Lakin satıcının bu duruma itiraz edeceği düşüncesiyle mahkemeye başvurmak ister.
Lakin mahkemeye vardığında Kadı Molla Fenari’nin o gün mesaiye gelmeyeceğini öğrenir. Adam ertesi gün tekrar gelmek üzere mahkemeden ayrılır, lakin o gece at ahırda can verir. Sabah kalktığında ne yapacağını şaşıran adam, “bir ümit” der, soluğu Kadı Molla Fenari’nin yanında alır. Durumu anlatır. Mola Fenari, hiç tereddüt etmeden mağdur adama der ki:
Senin zararını ben ödeyeceğim. Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, o zaman duruma müdahale eder, atı geri verir, paranı iade ettirirdim.
Gerçekten de Molla Fenari kendi cebinden adama atın parasını öder ve adalete duyulan güveni pekiştirir, adalet dağıtanların da itibarını kurtarmış olur!