Ziya Gökalp’in “Alageyik” şiirini okumayı çok severim. Çocuklara masaldır, büyüklere mefkure. Dağdan aşar, ortadan kaybolur. Alageyik eriği yer. İşte bu mısralar ile bayram gezmesi bir başka heyecan verir.
Küçüklüğümde bayramdan bir gün önce, arife günü çarşı pazar tavafı yapılırdı. Esnafa bereket gelirdi. İşporta tezgâhları açılırdı. Aziziye Camisi etrafı panayır yeri olurdu. Gece yarılarına kadar alışveriş yapılırdı. Gücünüz neye yeterse. Elbise, ayakkabı, çorap…
Alınmak için bayramı beklerdi.
Sonra ya arife akşamı ya da bayram sabahı hamamda yunulurdu. Tertemiz sabah namazına, bayram namazına giderdik. Aklımız bir an önce mezar ziyaretlerinde ve sonrası o günün özel kahvaltısı için evdeydi.
Hoca sayardı yapılması ve yapılmaması gerekenleri ama “onlara yakışıyor” babından da örnekler yok değildi çevremizde.
Şehrin içindeki mezarlıkları ziyaretle başlardı bayram gezmesi. Mezarlıkta mezarı olmayanlar için o sabah ne acıydı. Yılarca “eski Türkiye’den yeni Türkiye’ye gelenler”, Selanikliler, Kırcalılar için ne acıydı.
Sonra bayram yemeği. Kahvaltı yanısıra bir çorba da olurdu. Tahta kaşıkların yerini yavaş yavaş demir kaşıkların almaya başladığı, çatalın pek tanınmadığı o bayram sabahı kahvaltıları.
Fukaralıkta zenginliğin yaşandığı o sabah kahvaltıları.
Dedem başköşede, yer minderinde otururdu. Arife günü berbere gitmek farzdı sanki!
Tertemiz ve düzenli beyaz sakalı, gözleri içine çökmüş, göz kapakları hafif şiş, son düğmesi dahi iliklenmiş yakalı gömlek, biz ona “Frenk gömleği” derdik, uyumlu yelek, ütülü pantolon ve ayağında mest...
Babaannem ilk önce dedemle bayramlaşır odayı ferahlatan akıbeti meçhul taş aynanın altına, dedemin sağına otururdu. Sonra babam, annem, ben ve kardeşlerim el öper ve yerimizi bulurduk. Kolonya ve şeker faslından sonra sırayla dualar, sureler okunurdu. Kendisi de hafız olan dedem ufak müdahaleler eder sonunda da kendisi Yasin okurdu. Yasin Suresi’nin bitmesini sabırsızlıkla beklerdim. Sonra harçlıklar, bayramlık hediyeler çıkardı. Bayramlık hediyeler, kuşlu mendiller, aynalar, taraklar. Güzelleri güzel eden, yakışıklıları bıçkın eden bayramlıklar.
Sonra bayram gezmesi üç gün sürerdi. Herkes herkesin bayramını kutlamaya giderdi. Önce büyükler gezilirdi. İkinci bayram günü akşam damatlar beklenirdi. Bayram kurbansa, damada boyun yemeği ikram edilirdi. Son gününde büyükler de küçüklerin evlerini ziyaret ederdi. İki büklüm olmuş kocamışlar dahi bayram gezerdi.
Her evin ayrı bir kapı tokmağı, her evin ayrı bir ikramı vardı. Evler arası yürünürdü. Araba yoktu. Belki mesafe azdı.
Şimdi klavyenin ucunda iki kopya güzel söz.
“Gözlerinden öperim, iyi bayramlar şekerim, bu bayramda Antalya’dan tüm dostlara selam ederim” şeklinde ruhsuz ve duygusuz…
Bir de bayramları şarkılı türkülü hale getirdiler. Bayram konserleri oldu.
Kusura kalman ama bayramda konser olmaz. Bayramda “büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden” öpülür.
Bu bayramda; yani 21 Aralık Türkçe Eğitim Bayramı’nda Kanatlar, Pirlepe, Manastır, Berova, Ustrumca, Konçe, Radoviş, Kireçova, Kalkandelen ve Üsküp’de idim.
Yıllar önce kaleme aldığım bir köşe yazım geldi aklıma.
Hadi bismillah yeniden dizmeli, gelin buraya dağılan tesbih taneleri.
Var aynı renkte olmasın bizim tesbihimiz.
Bir imame, bir sağlam ip.
Yörük kızının çintanı (şalvarı) gibi alacalı bulacalı olsun.
Otuzüçlük olsun.
Parmaklarımız boncukların tozunu alırken nazik olsun, incitmesin, çizmesin, kırmasın!
Haydin gelin yanıma, kimse salonlara tıkılmasın.
Utanıp sıkılmayın, koşun gelin yanıbaşıma.
Tesbihimiz otuz ikide kalmasın.
Hadin gelin “ya bayramlar bayram olsun kurtulsun ya takvimler cayır cayır yırtılsın.”
Kalın sağlıcakla.
Haydi eyvallah.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Abdullah ULUYURT
Ya bayramlar kurtulsun ya takvimler yırtılsın!
Ziya Gökalp’in “Alageyik” şiirini okumayı çok severim. Çocuklara masaldır, büyüklere mefkure. Dağdan aşar, ortadan kaybolur. Alageyik eriği yer. İşte bu mısralar ile bayram gezmesi bir başka heyecan verir.
Küçüklüğümde bayramdan bir gün önce, arife günü çarşı pazar tavafı yapılırdı. Esnafa bereket gelirdi. İşporta tezgâhları açılırdı. Aziziye Camisi etrafı panayır yeri olurdu. Gece yarılarına kadar alışveriş yapılırdı. Gücünüz neye yeterse. Elbise, ayakkabı, çorap…
Alınmak için bayramı beklerdi.
Sonra ya arife akşamı ya da bayram sabahı hamamda yunulurdu. Tertemiz sabah namazına, bayram namazına giderdik. Aklımız bir an önce mezar ziyaretlerinde ve sonrası o günün özel kahvaltısı için evdeydi.
Hoca sayardı yapılması ve yapılmaması gerekenleri ama “onlara yakışıyor” babından da örnekler yok değildi çevremizde.
Şehrin içindeki mezarlıkları ziyaretle başlardı bayram gezmesi. Mezarlıkta mezarı olmayanlar için o sabah ne acıydı. Yılarca “eski Türkiye’den yeni Türkiye’ye gelenler”, Selanikliler, Kırcalılar için ne acıydı.
Sonra bayram yemeği. Kahvaltı yanısıra bir çorba da olurdu. Tahta kaşıkların yerini yavaş yavaş demir kaşıkların almaya başladığı, çatalın pek tanınmadığı o bayram sabahı kahvaltıları.
Fukaralıkta zenginliğin yaşandığı o sabah kahvaltıları.
Dedem başköşede, yer minderinde otururdu. Arife günü berbere gitmek farzdı sanki!
Tertemiz ve düzenli beyaz sakalı, gözleri içine çökmüş, göz kapakları hafif şiş, son düğmesi dahi iliklenmiş yakalı gömlek, biz ona “Frenk gömleği” derdik, uyumlu yelek, ütülü pantolon ve ayağında mest...
Babaannem ilk önce dedemle bayramlaşır odayı ferahlatan akıbeti meçhul taş aynanın altına, dedemin sağına otururdu. Sonra babam, annem, ben ve kardeşlerim el öper ve yerimizi bulurduk. Kolonya ve şeker faslından sonra sırayla dualar, sureler okunurdu. Kendisi de hafız olan dedem ufak müdahaleler eder sonunda da kendisi Yasin okurdu. Yasin Suresi’nin bitmesini sabırsızlıkla beklerdim. Sonra harçlıklar, bayramlık hediyeler çıkardı. Bayramlık hediyeler, kuşlu mendiller, aynalar, taraklar. Güzelleri güzel eden, yakışıklıları bıçkın eden bayramlıklar.
Sonra bayram gezmesi üç gün sürerdi. Herkes herkesin bayramını kutlamaya giderdi. Önce büyükler gezilirdi. İkinci bayram günü akşam damatlar beklenirdi. Bayram kurbansa, damada boyun yemeği ikram edilirdi. Son gününde büyükler de küçüklerin evlerini ziyaret ederdi. İki büklüm olmuş kocamışlar dahi bayram gezerdi.
Her evin ayrı bir kapı tokmağı, her evin ayrı bir ikramı vardı. Evler arası yürünürdü. Araba yoktu. Belki mesafe azdı.
Şimdi klavyenin ucunda iki kopya güzel söz.
“Gözlerinden öperim, iyi bayramlar şekerim, bu bayramda Antalya’dan tüm dostlara selam ederim” şeklinde ruhsuz ve duygusuz…
Bir de bayramları şarkılı türkülü hale getirdiler. Bayram konserleri oldu.
Kusura kalman ama bayramda konser olmaz. Bayramda “büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden” öpülür.
Bu bayramda; yani 21 Aralık Türkçe Eğitim Bayramı’nda Kanatlar, Pirlepe, Manastır, Berova, Ustrumca, Konçe, Radoviş, Kireçova, Kalkandelen ve Üsküp’de idim.
Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öptüm. Akranlarımızla kucaklaştık. Hatırası olanlarla hatıramızı paylaştık.
Ne müstesna bayramdı benim için ne büyük bir şans. Dört günlük bayram. Tanıdıklar çok. Zaman az. Ellerimiz öpüldü. Ellerini öptük.
“Türkçe nefes aldık, nefes verdik.” Türk’çe yaşadık.
Ne yoğun bir program ne akıcı!
Yıllar önce kaleme aldığım bir köşe yazım geldi aklıma.
Hadi bismillah yeniden dizmeli, gelin buraya dağılan tesbih taneleri.
Var aynı renkte olmasın bizim tesbihimiz.
Bir imame, bir sağlam ip.
Yörük kızının çintanı (şalvarı) gibi alacalı bulacalı olsun.
Otuzüçlük olsun.
Parmaklarımız boncukların tozunu alırken nazik olsun, incitmesin, çizmesin, kırmasın!
Haydin gelin yanıma, kimse salonlara tıkılmasın.
Utanıp sıkılmayın, koşun gelin yanıbaşıma.
Tesbihimiz otuz ikide kalmasın.
Hadin gelin “ya bayramlar bayram olsun kurtulsun ya takvimler cayır cayır yırtılsın.”
Kalın sağlıcakla.
Haydi eyvallah.