Yüzyıllara dayanan fetih hareketi ile elde edilen ve vatanlaştırılan toprakları kaybettik. Sonra keyfe keder tarihler yazdık. Kahramanlık türkülerimizi yüksek sesle söylemekten çekinmedik. En yüksek sesten kahramanlık türküleri söylediğimiz, vatan, millet sakarya dediğimiz günler en dipte olduğumuz günler oldu.
Oysa Plevne belimizin kırıldığı, paşaların inatlaştığı yer değil miydi?
Çanakkale’de Türk’e kefen biçenleri zor bela kefenlemedik mi?
Yanıklı Çanakkale Türküsü hüznünü bıraksa da dinleyenlere sadece iki damla gözyaşı akıttırmıyor mu?
Kerkük’ün zindanı neyi hatırlatıyor size?
Ya Estergon Kalesi?
Say sayabildiğin kadar!
Sonra gir oyna, çık oyna.
Lozan Antlaşmasını kaç kişi okudu acaba!
Anlaşmanın yapılma süreci. Ankara ile haberleşme hatları. Her daim kahramanı olduğu kadar haini de bol olan aziz milletimin bir ferdinin Lozan’da mevsimsiz yediği naneler.
Sahi “paranız yok, bu antlaşmaya koyduğunuz maddeleri teker teker kendinize geri aldırtacağım” diyen İngiliz delegasyonunun tavrını, küstahlığını bir fesli ile unutturdular.
“Ben buraya Mondoros’tan değil, Mudanya’dan geliyorum” diyen asker kaçağını hatırlayan var mı?
İskarpininin bağcıklarını bağlayamayan adamı tanıyor musunuz?
Ankara eteklerinde ancak ricatın durduğu, o tarihi biz unuttuk.
Dededen kalma tarlalarımız üzerinde hak idda ettiğimiz kadar vatan yok olurken ses çıkarmadık.
Önce Ohri’de palavracı, müfteri pilavcının anlattığı hikayelere inanan güruhun gezdiği İmaret Camisi üzerindeki kilise, sonra Pirlepe’de aynı hikâye şimdi sağdan soldan toplanan çıkmalar ile çakma temel kalıntılarının olduğu Manastır Ali Paşa Camisi ve Rumeli’nin her biri birer bayrak olan ve sökülen mezar taşları…
“Afrika ve uzak doğudan değil Türkiye’den vatandaş alınmalıdır” söylemi karşısında atılan anlayanı ağlatan kahkaha.
Gelelim başlığa:
Türklerin sorunu.
Unutkanlıkları.
Milli Antlarının olmaması.
İlkesizlikleri.
Birlik olamamaları.
Yahu siz Lozan’ı sadece Misak-ı Milli mi sanıyorsunuz?
O aynı zamanda kaldırılan ticari ve adli kapitülasyonlardı. İşte ona kızdılar asıl Batılı milletlerin devletleri. Anadolu, askeri işgalden önce bin sekizyüzlü yıllarda önce tüccarı ile işgal edildi. Kanını sömürdüler bu milletin.
Demir yolları yapıldı. Petrol yataklarına, pamuk tarlalarına, maden ocaklarına ulaşsınlar diye.
Anadolu’nun kanını emdiler. Anadolu tarihinin bir parçası, kültürel mirası oldu dünkü efendilerimiz.
İmparatorluğun ruhuna fatiha okumadan hemen önce tahtını, tacını, rutbesini makamını korumak derdinde olanların gözleri önünde tarihi eserleriniz bir bir çalındı.
Bizim sandığımız vatanın çoktan satıldığını çok sonra anladık.
Vatanımız çalındı.
Vatanın her karışında eşeğin çıkamadığı yerlere papaz okullar açıldı.
Eğitim özelleştirildi. Her elçilik okul açtı. Biz ancak Lavrensi (Lawrance) biliyoruz. Bilmediğimiz kaç ajan görevini yaptı, bilmiyoruz, bilmek istemiyoruz!
Bugünlerde, Anadolu topraklarına dayatılan “Sevr” için Kuvvayi Milliyeciler tekrar iknaya çalışılıyor.
Cafcaflı laflar arasında hiç beklemediğimiz insanlar, “olmaz bu kadar” denecek, zaten çok çalışmayan beynimizi, çalıştırılmayan aklımızı yakan teklifler yapıyorlar.
Yarın çok geç olmadan söylemek gerekir.
Durduğunuz yer yarın selamızın okunduğu yer olmasın.
Mustafa Kemal’in “Hiçbir millet yoktur ki ahlak esaslarına dayanmadan ilerlesin” sözü ile Hz. Muhammed’in “ben en güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” sözü aynı değil mi?
Biz hiçbir dönemde bu kadar ümitsiz olmadık beldi ama işte gelin ahlakla başlayalım düzelmeye.
“Kimler ne halt ediyor!” bakışını bir kenara bırakıp, “ben ne halt ediyorum” diyerek işe başlayalım.
Sonra başka ülkelerin önümüze koydukları reçeteler ve dayatmalara inat evvela haysiyetimizi, sonra hürriyetimizi, daha sonra istikbalimizi ve sonunda da istiklalimizi kaybetmeden tekrar çalışalım, yorulalım ve üretelim.
Rahat yaşamanın ancak üretmekle, tükettiğinden fazlasını üretmekle olacağını bilelim.
Son bir sözümüz de büyük laf edenlere, hadim olmadan hâkim olanlara, en ihtiyacımız olduğu dönemde binbir hizibe, fırkaya, açıkçası partiye Oğuz neslini mahkûm edenlere inat dimdik duran “Ey Türk gençliği, neredesin?”
Sen varsan varız.
Sen yoksan yokuz.
Çıkın.
Kırk yaşını aşmayan, Mustafa Kemal çizgisinden şaşmayan, dün makam ve mevki sahibi olmayan, Türk milletini kendisinin ve işbirlikçilerin çıkarlarına satmayan bir baş bulun kendinize.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Abdullah ULUYURT
Türklerin Sorunu!
Bir gün de bütün Balkanları kaybettik.
Çanakkale’de zor tutunduk.
Yüzyıllara dayanan fetih hareketi ile elde edilen ve vatanlaştırılan toprakları kaybettik. Sonra keyfe keder tarihler yazdık. Kahramanlık türkülerimizi yüksek sesle söylemekten çekinmedik. En yüksek sesten kahramanlık türküleri söylediğimiz, vatan, millet sakarya dediğimiz günler en dipte olduğumuz günler oldu.
1996’da Resne’de Erdoğan Saraç’la katıldığımız düğünde;
Plevne Marşı ile en hararetli halayı çektik.
Oysa Plevne belimizin kırıldığı, paşaların inatlaştığı yer değil miydi?
Çanakkale’de Türk’e kefen biçenleri zor bela kefenlemedik mi?
Yanıklı Çanakkale Türküsü hüznünü bıraksa da dinleyenlere sadece iki damla gözyaşı akıttırmıyor mu?
Kerkük’ün zindanı neyi hatırlatıyor size?
Ya Estergon Kalesi?
Say sayabildiğin kadar!
Sonra gir oyna, çık oyna.
Lozan Antlaşmasını kaç kişi okudu acaba!
Anlaşmanın yapılma süreci. Ankara ile haberleşme hatları. Her daim kahramanı olduğu kadar haini de bol olan aziz milletimin bir ferdinin Lozan’da mevsimsiz yediği naneler.
Sahi “paranız yok, bu antlaşmaya koyduğunuz maddeleri teker teker kendinize geri aldırtacağım” diyen İngiliz delegasyonunun tavrını, küstahlığını bir fesli ile unutturdular.
“Ben buraya Mondoros’tan değil, Mudanya’dan geliyorum” diyen asker kaçağını hatırlayan var mı?
İskarpininin bağcıklarını bağlayamayan adamı tanıyor musunuz?
Ankara eteklerinde ancak ricatın durduğu, o tarihi biz unuttuk.
Dededen kalma tarlalarımız üzerinde hak idda ettiğimiz kadar vatan yok olurken ses çıkarmadık.
Önce Ohri’de palavracı, müfteri pilavcının anlattığı hikayelere inanan güruhun gezdiği İmaret Camisi üzerindeki kilise, sonra Pirlepe’de aynı hikâye şimdi sağdan soldan toplanan çıkmalar ile çakma temel kalıntılarının olduğu Manastır Ali Paşa Camisi ve Rumeli’nin her biri birer bayrak olan ve sökülen mezar taşları…
Sahibince sokaklarında vatandaşlık dilenilen Üsküp “Türk” Çarşısı.
“Afrika ve uzak doğudan değil Türkiye’den vatandaş alınmalıdır” söylemi karşısında atılan anlayanı ağlatan kahkaha.
Gelelim başlığa:
Türklerin sorunu.
Unutkanlıkları.
Milli Antlarının olmaması.
İlkesizlikleri.
Birlik olamamaları.
Yahu siz Lozan’ı sadece Misak-ı Milli mi sanıyorsunuz?
O aynı zamanda kaldırılan ticari ve adli kapitülasyonlardı. İşte ona kızdılar asıl Batılı milletlerin devletleri. Anadolu, askeri işgalden önce bin sekizyüzlü yıllarda önce tüccarı ile işgal edildi. Kanını sömürdüler bu milletin.
Demir yolları yapıldı. Petrol yataklarına, pamuk tarlalarına, maden ocaklarına ulaşsınlar diye.
Anadolu’nun kanını emdiler. Anadolu tarihinin bir parçası, kültürel mirası oldu dünkü efendilerimiz.
İmparatorluğun ruhuna fatiha okumadan hemen önce tahtını, tacını, rutbesini makamını korumak derdinde olanların gözleri önünde tarihi eserleriniz bir bir çalındı.
Bizim sandığımız vatanın çoktan satıldığını çok sonra anladık.
Vatanımız çalındı.
Vatanın her karışında eşeğin çıkamadığı yerlere papaz okullar açıldı.
Eğitim özelleştirildi. Her elçilik okul açtı. Biz ancak Lavrensi (Lawrance) biliyoruz. Bilmediğimiz kaç ajan görevini yaptı, bilmiyoruz, bilmek istemiyoruz!
Bugünlerde, Anadolu topraklarına dayatılan “Sevr” için Kuvvayi Milliyeciler tekrar iknaya çalışılıyor.
Cafcaflı laflar arasında hiç beklemediğimiz insanlar, “olmaz bu kadar” denecek, zaten çok çalışmayan beynimizi, çalıştırılmayan aklımızı yakan teklifler yapıyorlar.
Yarın çok geç olmadan söylemek gerekir.
Durduğunuz yer yarın selamızın okunduğu yer olmasın.
Mustafa Kemal’in “Hiçbir millet yoktur ki ahlak esaslarına dayanmadan ilerlesin” sözü ile Hz. Muhammed’in “ben en güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” sözü aynı değil mi?
Biz hiçbir dönemde bu kadar ümitsiz olmadık beldi ama işte gelin ahlakla başlayalım düzelmeye.
“Kimler ne halt ediyor!” bakışını bir kenara bırakıp, “ben ne halt ediyorum” diyerek işe başlayalım.
Sonra başka ülkelerin önümüze koydukları reçeteler ve dayatmalara inat evvela haysiyetimizi, sonra hürriyetimizi, daha sonra istikbalimizi ve sonunda da istiklalimizi kaybetmeden tekrar çalışalım, yorulalım ve üretelim.
Rahat yaşamanın ancak üretmekle, tükettiğinden fazlasını üretmekle olacağını bilelim.
Son bir sözümüz de büyük laf edenlere, hadim olmadan hâkim olanlara, en ihtiyacımız olduğu dönemde binbir hizibe, fırkaya, açıkçası partiye Oğuz neslini mahkûm edenlere inat dimdik duran “Ey Türk gençliği, neredesin?”
Sen varsan varız.
Sen yoksan yokuz.
Çıkın.
Kırk yaşını aşmayan, Mustafa Kemal çizgisinden şaşmayan, dün makam ve mevki sahibi olmayan, Türk milletini kendisinin ve işbirlikçilerin çıkarlarına satmayan bir baş bulun kendinize.
Düşmezsem peşinize namerdim.
“Varlığım varlığınıza armağan olsun” demezsem namerdim.
Çıkın.
Hani gökbörü, hani!