Aslında bu yazıya; Türkiye’deki “Karadağlıları” konu edecektim.
Bu “bir tanemler kaç taneler” onu araştırmıştım.
Ama biraz daha derleyip toplamam lazım.
Öyle olunca; şanlı Türk Bayrağını yazı konusu yapmaya karar verdim…
Bayrak şiirinin nasıl yazıldığını bilir misiniz?
Edebiyat öğretmeni Arif Nihat Asya, öğrencilerinden “5 Ocak Adana’nın Kurtuluş Günü” anısına düzenlenecek etkinlikte okunmak üzere şiir ister.
Bulur buluştururlar.
Arif Nihat Asya, toplanan birbirinden güzel şiirleri alır okur.
Sonra kendisi de “Bayrak” şiirini yazar.
İşte o bayrak, bu bayraktır!
Bayrak en güzel tarifini onda buldu. Kız kardeşimizin gelinliği, şehidimizin son örtüsü oldu. Savaşta kanadımız, barışta gölgesine toplandığımız o bayrak oldu.
Aslında Bayrak Kanunu da bunun özetidir.
Yugoslavya’nın dağılmasından hemen sonra Gostivar’da bir bayrak hadisesi olmuştu. Belediye binasının hemen önüne Yugoslavya döneminde de kullanılan Türk Bayrağı, yetkisiz insanlarca göndere çekilmiş, o günün belediye meclisinde bulunan iki Türk aslan parçası da ölümüne direnmişler ve Türk Bayrağına sahip çıkmışlardı. Sonra maalesef o günkü gergin coğrafyada daha fazla gerginliğe neden olmadan Büyükelçiliğimizin girişimi ile istenmeye istenmeye Bayrak lekesiz ve tertemiz muhafaza altına alındı. Sonrası oralarda felaket yaşandı. Ben oradaydım.
Kim kimden intikam aldı çok iyi biliyorum!
Mavrova’da kazların, Üsküp’te al topuklu beyaz kızların peşinde koşanlar, asla felaketin bir parçası olan Sırp Özel Kuvvetlerinin Mavrova’daki o günkü kamplarını görmediler.
O nazlı bayrağın gölgesine sığınarak bayrak defilesi yapmaya kalkanların o günkü özel kuvvetlerin önünden kaçarak sığındıkları Türk evlerinin halini ben biliyorum.
Hala kurşun izlerini ancak ben görürüm.
Aynı izleri Mestanlı’nın meydanında, hepsi birer Türk Bayrağı olan gençlerin üzerine sıkılan kurşunların izlerini de ben görürüm. Acıyı bal eyleyenlerin, hayatları son kalkan Türkiye uçağından sonra da hayatın oralarda devam ettiğini ben bilirim.
Karabasan gibi zeytinyağı bulamayınca ayçiçek yağı ile yüze çıkanları ben bilirim. Boş konuşmayın, doluyu konuşturmayın.
Yıllar sonra, Türk ve Suriye Türk Hükümet adamlarımızın yağlı ballı olduğu günlerde dönemin Başbakanı’nın Suriye ziyaretleri sırasında bir danışmanı “oradaki Türkmenlere ilk defa dokunulduğundan bahisle binlerce Türk Bayrağı dağıtıldığından” övünçle bahsediyordu.
Bir Kurban Bayramı idi. Eti benden, emeği benden kurulan sofrada bu hakaretti. Ben kurban gittim. Hayatıma dokunan üç Mustafa’dan üçüncüsünü o gün kaybettim.
Yıllar sonra vatan dışında Türk Toprağı, Süleyman Şah Mezarını kaçırırken bugünkü YPG’den yardım aldık. Bir de şehit verdik. Biz bayrağımızı indirdik. Toprağımızı yitirdik. Sonra Barış Manço’yu dinledik. Sözlerini değiştirdik. “Halep, ey şanlı Halep. Yedi krala saray olan Halep. Biz seni Asuriye Allah emaneti edip verdik, işte şimdi geri almaya geldik.”
Bunu Barış Manço söylese de hükümet karar alır, asker uygular.
Buyurun…
Halep’te Türkmen Cephesi bayrakları, flamalarının olmasının normal olduğunu, olmasında fayda olduğunu ama sonunu ve gidişatı stratejik akılla planlamanın, taktik harekatlarla uygulamanın karşısında olabilir miyim?
Ama kan dökülerek asılan bir Türk Bayrağı “bir kere yükselmişse inmez”.
Otel çarşafı değil ki yıkanıp asılsın, akşam toplansın.
Gölgesine sığınırım, ateşiyle ısınırım.
Bayrak her yere asılmaz. Asıldığı yerden de her isteyen istediği zaman indiremez. Onun güvencesi askerin süngüsüdür.
Öyle olmadı mı, Lozan’da, öyle olmadı mı Hatay’da, öyle olmadı mı Kıbrıs’ta. Gün doğumundan gün batımına kadar bir çırpıda en yükseğe çekersin, gün batımından gün doğumuna kadar hareketsiz, sessiz, lekesiz.
Dalarken uykuya, son sözüm olamam ben sensiz.
Kalın sağlıcakla!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Abdullah ULUYURT
Bayrak
Aslında bu yazıya; Türkiye’deki “Karadağlıları” konu edecektim.
Bu “bir tanemler kaç taneler” onu araştırmıştım.
Ama biraz daha derleyip toplamam lazım.
Öyle olunca; şanlı Türk Bayrağını yazı konusu yapmaya karar verdim…
Bayrak şiirinin nasıl yazıldığını bilir misiniz?
Edebiyat öğretmeni Arif Nihat Asya, öğrencilerinden “5 Ocak Adana’nın Kurtuluş Günü” anısına düzenlenecek etkinlikte okunmak üzere şiir ister.
Bulur buluştururlar.
Arif Nihat Asya, toplanan birbirinden güzel şiirleri alır okur.
Sonra kendisi de “Bayrak” şiirini yazar.
İşte o bayrak, bu bayraktır!
Bayrak en güzel tarifini onda buldu. Kız kardeşimizin gelinliği, şehidimizin son örtüsü oldu. Savaşta kanadımız, barışta gölgesine toplandığımız o bayrak oldu.
Aslında Bayrak Kanunu da bunun özetidir.
Yugoslavya’nın dağılmasından hemen sonra Gostivar’da bir bayrak hadisesi olmuştu. Belediye binasının hemen önüne Yugoslavya döneminde de kullanılan Türk Bayrağı, yetkisiz insanlarca göndere çekilmiş, o günün belediye meclisinde bulunan iki Türk aslan parçası da ölümüne direnmişler ve Türk Bayrağına sahip çıkmışlardı. Sonra maalesef o günkü gergin coğrafyada daha fazla gerginliğe neden olmadan Büyükelçiliğimizin girişimi ile istenmeye istenmeye Bayrak lekesiz ve tertemiz muhafaza altına alındı. Sonrası oralarda felaket yaşandı. Ben oradaydım.
Kim kimden intikam aldı çok iyi biliyorum!
Mavrova’da kazların, Üsküp’te al topuklu beyaz kızların peşinde koşanlar, asla felaketin bir parçası olan Sırp Özel Kuvvetlerinin Mavrova’daki o günkü kamplarını görmediler.
O nazlı bayrağın gölgesine sığınarak bayrak defilesi yapmaya kalkanların o günkü özel kuvvetlerin önünden kaçarak sığındıkları Türk evlerinin halini ben biliyorum.
Hala kurşun izlerini ancak ben görürüm.
Aynı izleri Mestanlı’nın meydanında, hepsi birer Türk Bayrağı olan gençlerin üzerine sıkılan kurşunların izlerini de ben görürüm. Acıyı bal eyleyenlerin, hayatları son kalkan Türkiye uçağından sonra da hayatın oralarda devam ettiğini ben bilirim.
Karabasan gibi zeytinyağı bulamayınca ayçiçek yağı ile yüze çıkanları ben bilirim. Boş konuşmayın, doluyu konuşturmayın.
Yıllar sonra, Türk ve Suriye Türk Hükümet adamlarımızın yağlı ballı olduğu günlerde dönemin Başbakanı’nın Suriye ziyaretleri sırasında bir danışmanı “oradaki Türkmenlere ilk defa dokunulduğundan bahisle binlerce Türk Bayrağı dağıtıldığından” övünçle bahsediyordu.
Bir Kurban Bayramı idi. Eti benden, emeği benden kurulan sofrada bu hakaretti. Ben kurban gittim. Hayatıma dokunan üç Mustafa’dan üçüncüsünü o gün kaybettim.
Yıllar sonra vatan dışında Türk Toprağı, Süleyman Şah Mezarını kaçırırken bugünkü YPG’den yardım aldık. Bir de şehit verdik. Biz bayrağımızı indirdik. Toprağımızı yitirdik. Sonra Barış Manço’yu dinledik. Sözlerini değiştirdik. “Halep, ey şanlı Halep. Yedi krala saray olan Halep. Biz seni Asuriye Allah emaneti edip verdik, işte şimdi geri almaya geldik.”
Bunu Barış Manço söylese de hükümet karar alır, asker uygular.
Buyurun…
Halep’te Türkmen Cephesi bayrakları, flamalarının olmasının normal olduğunu, olmasında fayda olduğunu ama sonunu ve gidişatı stratejik akılla planlamanın, taktik harekatlarla uygulamanın karşısında olabilir miyim?
Ama kan dökülerek asılan bir Türk Bayrağı “bir kere yükselmişse inmez”.
Otel çarşafı değil ki yıkanıp asılsın, akşam toplansın.
Gölgesine sığınırım, ateşiyle ısınırım.
Bayrak her yere asılmaz. Asıldığı yerden de her isteyen istediği zaman indiremez. Onun güvencesi askerin süngüsüdür.
Öyle olmadı mı, Lozan’da, öyle olmadı mı Hatay’da, öyle olmadı mı Kıbrıs’ta. Gün doğumundan gün batımına kadar bir çırpıda en yükseğe çekersin, gün batımından gün doğumuna kadar hareketsiz, sessiz, lekesiz.
Dalarken uykuya, son sözüm olamam ben sensiz.
Kalın sağlıcakla!