SON DAKİKA
Hava Durumu

#Tmmob

Söz Bursa - Tmmob haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Tmmob haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Bursa'da hak ve özgürlükleri savunma kararlılığı vurgulandı Haber

Bursa'da hak ve özgürlükleri savunma kararlılığı vurgulandı

Bursa Tabip Odası, KESK, DİSK, TMMOB, Bursa Demokrasi Güçleri ve BAOB’un ortaklığıyla düzenlenen basın açıklaması, halkın hak ve özgürlüklerini savunma kararlılığını bir kez daha vurguladı. Çok sayıda katılımcının destek verdiği etkinlikte, halkın hak ve özgürlüklerine yönelik baskılara karşı kararlılıkla mücadele edileceği belirtildi. Basın açıklamasında Bursa Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Muhsin Güllü ve Bursa Barosu Başkanı Av. Metin Öztosun konuşmalarını yaptı. Dr. Güllü, demokratik hakların savunulmasının meşru ve hayati bir sorumluluk olduğunu vurgulayarak, hiçbir baskının bu mücadeleyi durduramayacağını belirtti. Ardından söz alan Dr. Kadir Binbaş, polis tarafından alıkonma sürecini detaylarıyla anlatarak, yaşadıklarının hukuk dışı olduğunu vurguladı. Etkinliğe destek veren Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş ve Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal da dayanışma mesajlarını iletti. Basın açıklaması, katılımcıların birlik ve beraberlik mesajlarıyla sona erdi. Açıklamanın tamamı şu şekildedir: "BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ!" "Demokrasi ve hukukun olmadığı, anayasal hakların güvencesiz bırakıldığı bir ülkede sağlık olmaz! Hukuk, demokrasi ve adalet tüm kurumlarıyla işler hale getirilmelidir! İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu kararıyla diplomasının iptal edilmesi, ardından aralarında belediye başkanlarının ve yöneticilerinin olduğu çok sayıda kişiyle birlikte önce gözaltına alınması ardından tutuklanması, sonuç olarak anayasal bir hak olan siyaset yapma hakkının engellenmesi, ülkemizde anayasal hakların güvencede olmadığının ilanı olmuştur. Diploma kararı aynı zamanda, toplumda örnek olması beklenen akademisyenlerin, bilim üreterek toplumun ilerlemesini sağlamakla görevli üniversitelerin, bağımsız olması mutlak suretle şart olan yargının halini de gözler önüne sermiştir. Ülkemizin birikimi, hukukun egemenliğinin sağlanmadığı, kurum ve kuralların yok edildiği, üniversitelerin siyasete alet edildiği bir ülke olmayı hak etmemektedir. Demokrasi ve hukuk, sadece yöneticilerin ya da bir avuç ayrıcalıklı kesimin değil, toplumun da hak ve taleplerinin karşılandığı bir düzenin temeli olmalıdır. İşte tam da bu nedenle Türkiye’nin dört bir yanında yurttaşlar, taleplerini dile getirmek, haklarına sahip çıkmak ve hukuksuzluğa karşı durmak için anayasa tarafından güvence altına alınmış olan protesto haklarını kullanmak üzere sokağa çıkmışlardır. Ancak bu meşru ve barışçıl hak arayışının karşısına, güvenlik güçlerinin orantısız şiddeti, sabaha karşı yapılan ev ve yurt baskınları, gözaltılar ve bazı durumlarda iddia edilen çıplak aramalarla çıkılması; yalnızca özgürlüklere değil, toplumun bütününe yönelen sistematik bir tehdide dönüşmüştür. Bu baskı ortamı, artık yalnızca doğrudan mağdur olanları değil, her vicdan sahibi yurttaşı harekete geçmeye, müdahil olmaya, sözünü söylemeye mecbur bırakmıştır. Unutulmamalıdır ki; Türk Tabipleri Birliği, 6023 sayılı Kanun’un 4. maddesi uyarınca bizler yalnızca meslektaşlarımızın haklarını savunmakla değil, halk sağlığını korumak ve halkın menfaati ile hekimlerin menfaatini toplumsal düzlemde en iyi şekilde dengelemekle yükümlüyüzdür. Bu sorumluluk, yalnızca hastane koridorlarıyla sınırlı değildir; bu yükümlülük toplumun tüm yaşam alanlarını kapsamaktadır. Çünkü sağlık, yalnızca hastalıkların teşhis ve tedavisi değil; insanların güvenli, eşit, özgür ve onurlu bir yaşam sürebilme koşullarının bir bütünüdür. Bu koşullar sağlanmadıkça bedensel, ruhsal ve sosyal açıdan tam bir iyilik halini içeren gerçek bir sağlıktan söz edilemez. Hekimlik, yalnızca klinik bilgiyle değil; insan haklarına saygı, toplumsal sorumluluk ve vicdani duruşla anlam kazanır. İşte bu yüzden sokakta coplanan yurttaşın yanan canı da bizim meselemizdir; gözaltında çıplak aramaya zorlanan bir öğrencinin zedelenen onuru da; sabahın köründe evlerinden alınan üniversiteli gençlerin uğradığı psikolojik travma da bizim meselemizdir. Halk sağlığı, yalnızca çöken sağlık sistemiyle değil, aynı zamanda baskı, şiddet, korku ve güvencesizlik ortamıyla da tehdit altındadır. Bu yüzden Türk Tabipleri Birliği'nin ve Tabip Odalarının halk sağlığını koruma görevi; aynı zamanda hukukun üstünlüğünü, temel hak ve özgürlükleri, adil yaşam koşullarını savunma görevidir. Bu nedenle taleplerimiz nettir: Toplanma, ifade ve protesto özgürlüğü önündeki tüm engeller kaldırılmalı, bu hakların kullanılmasını engelleyen uygulamalara son verilmeli       Yurttaşlara yönelik orantısız güç kullanımı derhal ve koşulsuz sonlandırılmalı, kimyasal silah olarak kabul edilen biber gazı hiçbir koşulda kullanılmamalı       Gözaltına alınanlar, kötü muameleye uğramadan hemen serbest bırakılmalı       Hekimler, gözaltı muayeneleri başta olmak üzere görevlerini etik ilkeler ve bilimsel standartlar çerçevesinde, hiçbir siyasi veya idari baskıya maruz kalmadan yapabilmeli       Demokratik haklarını kullanan herkese yönelik yargı vasıtasıyla korkutma, soruşturmalar ve gözdağı politikaları son bulmalı       Siyasi otoritenin, kolluk kuvvetlerini ve yargı organlarını muhalefeti bastırma aracı olarak kullanmasına son verilmeli       Üniversiteler, bilimsel ve kurumsal özerklik temelinde yapılandırılmalı, akademinin siyasallaştırılmasından vazgeçilmeli       Tüm kamu kurumları, hukukun üstünlüğü ve halk yararı temelinde yeniden düzenlenmeli       Tüm bu ihlalleri meşrulaştırmaya çalışan siyasi iktidar, halkın iradesine müdahaleden vazgeçmelidir. Demokrasi ve hukuk olmadan, temel insan haklarına saygı gösterilmeden sağlık ve refah içinde bir toplum olamayacağımız gerçeği unutulmamalıdır. Ülkemizin geleceği için hukuk, demokrasi ve adalet tüm kurumlarıyla bir an önce işler hale getirilmelidir! Hekimlik, zulme karşı kafasını başka yöne çevirme değil, hakikate tanıklık mesleğidir. Başta polisin kötü muamelesine maruz kalan başkanımız olmak üzere biz hekimler, akademik odalar, meslek örgütleri, sendikalar ve sayısız yurttaş, her türlü baskıya, gözaltına, tutuklanmalara karşı halkın sağlığını koruma yükümlülüğümüzü yerine getirmeye, toplumun yararı için çalışmaya, demokrasiyi ve insan onurunu savunmaya devam edeceğiz. Sağlıktan, demokrasiden, özgürlüklerden tasarruf edilmesine karşı sessiz kalmayacağız. Sağlık için, adalet için, özgür bir gelecek için: Susmuyoruz, Korkmuyoruz, Hiçbir yere Gitmiyoruz!" Basın açıklamasına Bursa Tabip Odası, DİSK, KESK, Bursa Demokrasi Güçleri, TMMOB ve BAOB destek verdi.

Doğruları Söylemekten Asla Vazgeçmeyeceğiz: Eski Başkanımız Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın yanındayız! Haber

Doğruları Söylemekten Asla Vazgeçmeyeceğiz: Eski Başkanımız Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın yanındayız!

 Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın konuşmasının engellenmesini kınamak amacıyla 17 Mart 2025 Pazartesi günü düzenlenen basın açıklamasında, metni Bursa Tabip Odası Başkanı Dr. Kadir Binbaş okudu ve doğruları söylemekten asla vazgeçmeyeceklerini, Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın yanında olduklarını vurguladı. Ardından söz alan Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’a yapılan müdahaleyi kınayarak, “Kendisi yalnız değildir, yanındayız” ifadelerini kullandı. Toplantıya katılan diğer konuşmacılar da benzer şekilde destek mesajları verdi. Türk Tabipleri Birliği üyesi Dr. Güzide Elitez, TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Murat Korkut, DİSK temsilcisi Gökhan Aydın, SES Bursa Şubesi eski dönem başkanı İrfan Açık ve Bursa Veteriner Hekimler Odası Başkanı Melike Baysal da söz alarak yapılan müdahaleyi kabul edilemez bulduklarını belirtti. Açıklamaların ardından Bursa Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Muhsin Güllü “Sağlık Sistemi Çöktü Yaşadığımız Kriz ve Bursa’nın Durumu” başlıklı sunum gerçekleştirdi. Basın açıklaması, dayanışma ve mücadele çağrısıyla tamamlandı. Basın Açıklamasının tamamı şu şekildedir; “ Basına yansıyan, Bursa Büyükşehir Belediyesi meclis oturumunda Bursa Tabip Odası eski başkanımız Alpaslan Türkkan’a yapılanlar kabul edilemezdir. Uzun yıllardır toplumun sağlığını geliştirmek için emek veren Türkkan’ın 14 Mart vesilesiyle Türkiye’nin sağlık gündemine dair veriye dayalı görüşlerini sunmasını, hamaset yaparak eleştiremezsiniz diyerek engellemeye çalışan hadsizler, fildişi kulelerinden inip devlet hastanelerini ziyaret ederlerse acı gerçeklerle yüzleşeceklerdir. Türkiye’de son dönemde her alanda torpilli olan bu mutlu azınlık toplumdan uzaklaşıp, gerçekleri görme yetisini kaybetmiş, vatandaşın derdine çare olsun diye bulunduğu meclislerde Türkiye’ye dair hiçbir sorun gün yüzüne çıkmasın diye uğraşır hale gelmiştir. Halk sağlığı konusunda, halkın sağlık hakkına yönelik söz söyleme sorumluluğu taşıyan bilim insanlarımızın fikirlerini özgürce ifade edebilmeleri, demokratik toplumun olmazsa olmazıdır. Demokrasiyi hazmedemeyen, kürsüde konuşan akademisyene müdahale edecek kadar gözü dönmüş kişilerin bu kabul edilemez tavırları karşısında, Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde yeterince savunulamaması ve bu saygısız müdahalelere gerekli tepkinin gösterilememesi de ayrıca üzüntü vericidir. Sağlık sisteminin çöktüğüne dair gerçekleri söyleyen bir akademisyene yönelik bu tür müdahaleler, demokratik kültürün ve ifade özgürlüğünün son dönemde ne kadar örselendiğinin acı bir göstergesidir. Bilinmelidir ki, bir akademisyenin kürsüde gerçekleri dile getirmesine tahammül edemeyerek müdahale etmek sadece bireysel bir hadsizlik değil, akademik düşünceye ve bilime saldırıdır. İfade özgürlüğünü, doğruları sindirememiş bu zihniyet, toplumun gerçekleri öğrenmesini ne kadar engellemeye çalışırsa biz hekimler de gerçekleri yaymak için elimizden geleni yapacağız. Biz hekimler, mesleki etik ilkelerimiz ve topluma karşı olan sorumluluğumuz gereği, sağlık sistemimizin yaşadığı çöküşü tüm çıplaklığıyla dile getirmeye devam edeceğiz. Sağlık hizmetlerinin niteliğini düşüren, erişilebilirliğini zorlaştıran ve çalışanları tükenmişliğe sürükleyen mevcut sistem artık sürdürülemez hale gelmiştir. Baskılar, tehditler ve engellemeler, bizleri toplumun sağlık hakkını savunmaktan alıkoymayacaktır! Bu mücadele yalnız bizim değil, tüm emekçilerin, tüm halkımızın mücadelesidir. Sağlık hakkı için verilen tarihsel mücadelenin bir parçası olarak, omuz omuza, dayanışma içinde kararlılığımızı sürdüreceğiz. Direnerek, örgütlenerek ve birlikte hareket ederek sağlık hakkını savunacağız. Çünkü sağlık haktır, satılamaz! Baskılar bizi yıldırmayacak, aksine daha güçlü kılacak ve mücadele azmimizi bileyecektir. Biz hekimler gerekirse mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı dolaşarak halkımızı bilgilendirmeye ve koruyucu sağlık hizmetlerinin önemini anlatmaya, başka bir sağlık sisteminin mümkün olduğunu haykırmaya devam edeceğiz. Saygın bir bilim insanının şahsında tüm bilimsel düşünceye ve akademik özgürlüğe yapılan bu saldırıya karşı gerekli tavrın gösterilmesi, demokratik değerlere sahip çıkmak açısından hepimizin sorumluluğudur. Bilim insanlarımızın sesini kesmeye çalışan bu zihniyet, sadece sağlık emekçilerine değil, toplumun sağlık hakkına da saldırmaktadır. Bursa Tabip Odası, DİSK, KESK, TMMOB olarak Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın yanında olmaya devam edeceğiz.”

JMO Güney Marmara Şubesi: İnsan odaklı ve afet dirençli kentler oluşturulmalı! Haber

JMO Güney Marmara Şubesi: İnsan odaklı ve afet dirençli kentler oluşturulmalı!

Bursa'da Mehmet Yıldız başkanlığındaki TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şubesi'nin Kahramanmaraş depremlerinin ikinci yıl dönümü dolayısıyla BAOB Akademik Odalar Yerleşkesi Toplantı Salonu'nda basın açıklaması yaptı. Türkiye'de her yıl önemli kayıplara neden olan pek çok doğa olayının afete dönüşmesini önlemek için afet riski altındaki alanların sağlıklı ve güvenli yaşam alanları haline getirilmesinin 'insan' odaklı ve 'afet dirençli kentlerin' oluşturulmasının öncelikli ve acil bir ihtiyaç olduğunu belirterek, 6 ve 20 Şubat 2023 tarihli depremlerden etkilenen 18 kentte, barınma sorununu konteyner kentlerde karşılamak zorunda kalan ve yaşam mücadelesi veren vatandaşlar için öncelikle insanca yaşam koşulu ve barınma sorunun çözümü konusunda çalışmaların daha da hızlandırılması gerektiğini söyledi. 6 ve 20 Şubat 2023 depremlerinde “en büyük yıkımın zayıf mühendislik özelliklerine sahip, sıvılaşmaya yatkın zemin birimleri ile fay zonları üzerinde yer alan yerleşim birimlerinde meydana geldiği gerçeğinden hareketle” kırsal ve kentsel alanlarda “jeolojik sakıncalı veya fay sakın bantları” üzerinde yapı yapılmasına kısıtlama getirilmesi gerektiğine vurgu yapan Jeoloji Mühendisi Mehmet Yıldız,  deprem bölgesindeki kentlerde yaşayan vatandaşlarımızın temiz su, temiz çevre ve sağlıklı gıdaya erişimi konusunda ilgili idarelerin  gerekli tedbirleri alması gerektiğini kaydetti. JEOLOJİK TEHLİKELER GÖZDEN GEÇİRİLMELİ! "Hasar almış altyapı, deprem ve diğer olası jeolojik tehlikeler de dikkate alınarak yenilenmeli, var olanlar ise gözden geçirilmedir" diyen Yıldız, "Bölgede yer alan kamuya ait bina ve tesislerde dahil olmak üzere az hasarlı veya hasarsız tüm yapılar “kamu eliyle” gözden geçirilmeli, yetersiz olanlar tespit edilerek yıktırılmalı veya güçlendirilerek can ve mal güvenliği sağlanmalıdır. Geçim olanaklarını kaybetmiş 650 binden fazla insanımızın yaşamlarını devam ettirebilmeleri için devletimiz uzun süreli ekonomik destek programlarını devreye almalı, vatandaşlarımıza iş imkanı sağlanmalıdır.  Depremden zarar gören büyük ve küçük sanayi veya işletme tesislerinin yeniden üretim süreçlerine dahil edilmesi amacıyla bölge geneli için özel kalkınma programı hazırlanmalı ve bu program dahilinde bölgenin kalkınmasına özel önem verilmelidir. Ülkemizin afetlere hazır hale gelmesi için acil bir şekilde “Afet, Acil Durum ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın” kurulması sağlanmalıdır" dedi. Güney Marmara Şube Başkanı Mehmet Yıldız, son yaşanan depremlerin depremin en fazla düşük gelire sahip yoksul vatandaşlarımızı etkilediğini gösterdiğinin altını çizdi. Toplumun afet risklerinden korunması için ilgi kurumlar tarafından toplanan afet tehlike verileri paylaşılmalı, ilgili kurumların yanı sıra üniversitelerin, ilgili meslek örgütlerinin, sivil toplum kuruluşları ile bilim insanlarının kullanımına açılarak risk analizlerinin yapılmasına olanak sağlanması gerektiğini ifade eden Başkan Yıldız, "Bu kapsamda; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Coğrafi Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü elinde bulundurduğu verilerin afetlerle ilgili bölümlerini erişime açık hale getirmelidir." dedi. Başkan Yıldız, kamuoyunu yoğun şekilde meşgul eden Ege Denizi'ndeki depremler, ülkemizin sadece kara bölgelerinin değil etrafımızdaki denizlerle birlikte üzerinde bulunduğumuz coğrafyanın jeolojik ve tektonik gerçeğini ve karşı karşıya kalabileceğimiz riskleri tüm açıklığı ile bir kez daha ortaya koyduğunu anlattı. "AFET 'KADER' DEĞİL" Doğa olaylarının afete dönüşmesinin "kader" olmadığını belirten Bursa Şube Başkanı Mehmet Yıldız, "Toplumsal acıların tekrar tekrar yaşanmaması bizim elimizdedir. Doğa kaynaklı olayların afete dönüşmemesi ve ülkemizde yaşanan acıların tekrarlanmaması için doğa ve teknoloji kaynaklı afet risklerine karşı “etkin bir mevzuat altyapısını, güçlü kurumsal yapılanmayı, afet güvenliğini önceleyen bir ekonomiyi, tedbirleri kararlılıkla uygulayan bir siyaseti ve afet farkındalığı yüksek bir toplumu” oluşturmak ve bu yolda ilerlemek zorundayız. Üzerinde yaşadığımız yerkürede tanık olduğumuz gelişmelere, aklın ve bilimin ışığını yansıtmaya çalışmak temel anlayışımız olmaya devam edecektir" diye konuştu. Yıldız, açıklamasının sonunda, "Yapılacakları hep zamana bıraktık. Peki ya zaman da bize bırakıyorsa" sorusunu yöneltti.

Mimarlar Odası Bursa: "Sorumluların hesap vermesini bekliyoruz" Haber

Mimarlar Odası Bursa: "Sorumluların hesap vermesini bekliyoruz"

TMMOB Mimarlar Odası Bursa Şubesi yönetimi Bolu Kartalkaya’da yaşanan otel yangını faciası ile ilgili açıklama yayınladı. “Yangınların önlenmesi ve yapı güvenliğinin sağlanması için gerekli olan ‘kamu adına denetim’ görevini yok sayan yapı üretim ve denetim süreçleri; yangın risklerini en az indirmek için gerekli olan tasarım, yapım, kullanım ve işletme esaslarını ve güvenlikle ilgili yapılması gerekli harcamaları gereksiz masraf olarak gören politikalar nedeniyle bugüne kadar pek çok yangında yurttaşlarımız yaşamını yitirmiştir” diyen Mimarlar Odası Bursa Şubesi yönetimi Kartalkaya Kayak Merkezi’nde yaşanan facia nedeniyle tüm topluma baş sağlığı diledi. Facianın yarı yıl tatiline denk gelmesi sebebiyle turizm bölgelerinde yoğunluk olduğuna dikkat çeken Mimarlar Odası Bursa Şubesi yönetimi, “2024-2025 Eğitim öğretim yılının yarıyıl tatili nedeniyle turizm bölgelerinde yoğunluk yaşanmasına ve risklerin artmasına karşın; yangın güvenliğini sağlamak ve riskleri azaltmak üzere gerekli önlemlerin alınmadığı ve denetlenmediği; yangınla mücadele, söndürme ve tahliye çalışmalarına destek verecek çalışanlara gerekli eğitimlerin ve donanımların sağlanmadığı anlaşılmaktadır. Çıkan yangının her ne kadar çıkış nedeni yapılacak incelemeler neticesinde açığa çıkacak olsa da başlangıç nedeninden bağımsız, kayıp sayılarından bile yangının gerçekleştiği tesiste yangın güvenlik önlemlerinin yeterince alınmadığı bariz bir şekilde görülmektedir.” ifadelerine yer verdi. Yangının ne zaman nerede olacağı tahmin edilemez bir felaket olduğuna vurgu yapam Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin açıklamasında, “Yapılması gereken tek şey bilimin ve teknolojinin gerekliliklerini yerine getirerek, her türlü önlemi almak ve uygulamaktır. Mevzuatlara uygun yapı ve tesisat tasarımı, akabinde gelen periyodik bakım ve kontrollerle, denetimlerle önlenebilecek bu tür kazaların ölümlerle sonuçlanması bizleri derinden üzmüştür. Yangınların önlenmesi ve yapı güvenliğinin sağlanması için gerekli olan “kamu adına denetim” görevini yok sayan yapı üretim ve denetim süreçleri; yangın risklerini en az indirmek için gerekli olan tasarım, yapım, kullanım ve işletme esaslarını ve güvenlikle ilgili yapılması gerekli harcamaları gereksiz masraf olarak gören politikalar nedeniyle bugüne kadar pek çok yangında yurttaşlarımız yaşamını yitirmiştir” denildi. Mimarlar Odası Bursa Şubesi yönetimi açıklamasının sonunda “Yaşanan faciada yaşamını yitiren yurttaşlarımıza bir kez daha rahmet diliyor, sorumlular hakkında soruşturmaların bir an önce tamamlanmasını ve yargı süreçlerinin işletilerek hesap vermelerini bekliyoruz” ifadelerini kullandı.

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB Bursa Bileşenleri’nden ortak açıklama: “Gezi’yi savunmaktan vazgeçmeyeceğiz” Haber

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB Bursa Bileşenleri’nden ortak açıklama: “Gezi’yi savunmaktan vazgeçmeyeceğiz”

Basın açıklamasında şöyle denildi: ADALET NÖBETİNDE 1000. GÜN Ülkemizin Aydınlık Geleceğini, Mesleklerimizi, Arkadaşlarımızı ve Gezi’yi Savunmaktan Vazgeçmeyeceğiz! Tam 1000 gün oldu. Arkadaşlarımız, dostlarımız, meslektaşlarımız bizden alınalı 1000 gün oldu. 1000 gündür bizler, arkadaşlarımıza kavuşacağımız günü bekliyoruz. Bitmeyen bir adalet utancına şahitlik ediyoruz. Aralarında Şehir Plancıları Odası Onur Kurulu üyesi Tayfun Kahraman, Mimarlar Odası Avukatı Can Atalay’ın da bulunduğu arkadaşlarımız 1000 gündür cezaevinde tutuluyor. Uydurma delillerle, kurgulanmış bir iddianameyle yürütülen yargı süreci, siyasal iktidarın hukuk ve adalet anlayışının çarpıklığının en somut göstergesi olarak tarihe geçmiştir. Bizler çok iyi biliyoruz ki, arkadaşlarımız bir suç işledikleri için değil, siyasi iktidarın hesaplaşmaktan, yüzleşmekten korktuğu gerçeklerden kaçmanın bir aracı olarak tutsak edilmiştir. Arkadaşlarımız mesleklerini, halkın faydasını gözeterek yerine getirdikleri için tutsak edilmiştir. Gezi Direnişi, beşli çetelere verilen ihalelerin, derelerimizi, ormanlarımızı, kıyılarımızı sermayeye satanların karşısında; emeğin, emekçilerin, gençlerin, emeklilerin, kadınların yani tüm halk kesimlerinin sesi olmuştur. Gezi Direnişi ve bu direnişin parçası olmuş herkes, tarih karşısında ve toplum vicdanında tertemiz ve lekesizdir. Siyasi iktidarın asıl cezalandırmak istediği Gezi Direnişi olduğu kadar, parkına, şehrine, doğasına, tarihine sahip çıkan mühendis, mimar ve şehir plancılarıdır. Mesleki bilgisini halktan yanan kullanan kamucu mühendis, mimar, şehir plancılarının mücadelesidir; TMMOB ve bağlı odalarının onurlu mücadele geleneğidir. Buradan bir kez daha iktidara sesleniyoruz: hukuku ve yargı organlarını siyasal çıkarlarınız doğrultusunda kullanmaktan vazgeçin. Doğamıza, tarihimize, yaşamımıza sahip çıkmak suç değildir. Mesleki sorumluluğumuz gereği bilimin ve tekniğin yol göstericiliğinde toplumu aydınlatmak suç değildir. Siyasi iktidarın tüm bu saldırı politikalarının altında, üzerini örtmek istediği büyük bir toplumsal dram ve başarısızlık tablosu yatmaktadır. İçerisinden geçtikleri her krizi, ücretleri aşağı çekerek, emekçilerin haklarını törpüleyerek, sendikasızlaştırarak, çalışma yaşamını güvencesizleştirerek, toplumu her açıdan baskı ve zor altına alarak atlatmayı deniyor. Arkadaşlarımızın, 1000 gündür tutuklu olmasının sebebi de bizleri, tüm halk kesimlerini sindirmek istemeleridir. Bizler bu ülkenin aydınlık yarınları için direnen, emeğine, haklarına ve Gezi’ye sahip çıkan milyonlar olarak, bütün bu yıldırma politikalarına karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Çünkü Gezi’ye baktığımızda; bilim ve tekniğin ışığında, tüm canlıların yaşam hakkına saygılı, eşit, onurlu, barış içerisinde yaşayacağımız, adil bir ülke umudunun ne kadar diri olduğunu görüyoruz. Geleceğimizi, çocuklarımızın yarınlarını görüyoruz. Biliyoruz ki, Gezi teslim alınamaz. Gezi Direnişi’ nin sesleri, bugün hala ülkemizin sokaklarında, yarınları, emekten, eşitlikten ve adaletten yana kurabilmenin umuduyla yankılanmaktadır. TMMOB ve bağlı odaların en temel amacı, bilimi ve tekniği halkın yararına kullanarak kamusal alanları savunmaktır. Siyasi iktidarın TMMOB’yi cezalandırmak istemesinin asıl nedeni TMMOB ve bağlı odalarının toplumcu çizgisidir. Mesleklerimizin gereği halka ait olanı korumak, kamu yararını savunmak, biz mühendis, mimar ve şehir plancılarının temel görevidir. Bu görev doğrultusunda, İstanbul kentinin en önemli kamusal alanlarından biri olan Gezi Parkı’nı korumak, Gezi Parkı park olarak kalsın diye mücadele etmek mesleğimizin en önemli toplumsal sorumluluğudur. İşte bu yüzden bilinmelidir ki, hiçbir dava ve hiçbir karar, Gezi’nin , demokratik kamuoyu ve yasalar önündeki meşruiyetini gölgeleyemez ve hiçbir güç bizlerin emekten, halkımızdan, ülkemizden, mesleğimiz ve bilimsel teknik doğrulardan yana duruşumuzu engelleyemez. TMMOB, arkadaşlarımızın yanında olmaya, doğru bildiklerini söylemeye, halkımızdan, ülkemizden yana kamu yararını savunma mücadelesini sürdürecektir. 1000 gün sonra inatla ve ısrarla bir kez daha haykırıyoruz; Halkın vicdanını derinden yaralayan bu kararların hiçbir hükmü yoktur. Bu siyasi zorbalıktan derhal vazgeçin ve arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın.

TMMOB ve bağlı odaları 70 yıldır susmadı, susmayacak! Haber

TMMOB ve bağlı odaları 70 yıldır susmadı, susmayacak!

TBMM Genel Kurulunda görüşülmekte olan Köy Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile yerleşmeye, çevreye ve yapılaşmaya dair pek çok alanda kamusal denetimin zayıflatılmasına ilişkin düzenlemelere yer verilirken bu alanlarda meslek odalarının da işlevsiz kılınması hedeflenmektedir. Kanun teklifi içerisinde Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü’nün görevleri arasında yer alan ı) Bakanlığın görev alanına giren konularla ilgili olarak mimarlık ve mühendislik meslek kuruluşlarına ilişkin mevzuatı hazırlamak ve bunları denetlemek.” ifadeleri ile 700 binden fazla mühendis, mimar ve şehir plancısının üye olduğu TMMOB’nin ve bağlı Odalarının kendilerini ve üyelerini bağlayıcı karar alma ve yetkilerine engel olunmaya çalışılmaktadır. Demokratik hukuk devletine dayalı bir düzende yasaların açık, belirli, anlaşılır ve öngörülebilir olması gerekmektedir. Ayrıca, halkın parlamentoda etkin temsili, milletvekillerinin ve kamuoyunun yasa tekliflerini gereği gibi inceleyebilmesi ve teklife ilişkin görüşlerini açıklayabilmesi ile mümkün olabilir. Oysa ülkemizde sıklıkla karşılaştığımız üzere bir kez daha torba kanun yoluyla değişiklik yapılmak istenmektedir. Değişikliklere ilişkin Birliğimizden görüş alınmaması bir yana, milletvekillerinin incelenmesi dahi olanaksız kılınmıştır. Bütün bu Yasalaştırma sürecinin, demokratik hukuk devletinde olması gereken nitelikli yasa kavramı ve Anayasa’da var olan hukuk devleti ile bağdaşması mümkün değildir. Yapılan işlem en başından itibaren yanlıştır. Bu düzenleme gündeme getirilirken, ülkemizdeki tek mühendislik ve mimarlık meslek kuruluşu olan Birliğimizden görüş alınmak bir yana, bilgilendirme dahi yapılmamıştır. İfade etmek gerekir ki; kapalı kapılar ardında, alelacele yapılan görüşmelerle yürütülen bu süreçte yalnızca Birliğimizi değil; imar ve yapılaşma sürecinde görev alan yerinden yönetim kuruluşlarının, mahalli idarelerin yetkileri gasp edilmekte, görev alanlarına müdahale edilmektedir. Oysa Anayasada, devletin merkezi yönetim ve yerinden yönetim esaslarına göre yönetileceği açıkça düzenlenmiştir. Yerinden yönetim kuruluşlarının yetkilerinin elinden alınarak işlevsiz hale getirilmesi, Anayasanın öngördüğü bu düzeni bozmakta, açıkça Anayasayı ihlal etmektedir. TMMOB’ye bağlı Odalar Anayasa’nın 135. maddesine göre kurulmuş kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır, demokratik meslek Odalarıdır. Her bir Odamızın Anayasa’dan ve 6235 sayılı TMMOB Yasası’ndan aldığı yetkiyle oluşturduğu uygulama yönetmelikleri doğrultusunda Genel Kurulları, Yönetim Kurulları, Onur Kurulları, Denetleme Kurulları bulunmaktadır. Kurulduğu günden bugüne TMMOB ve bağlı Odaları, yargının denetiminde, kendi üyelerince demokratik seçimlerle belirlenen yetkili organları eliyle karar alan ve uygulayan, merkezi idareden ayrı özerk bir yapıya sahip olmuştur. Bu düzenleme “bakanlığın görev alanına giren konularda” gibi, ucu açık ve belirsiz bir tanımlamayla TMMOB ve Odalara ilişkin mevzuatı hazırlama ve denetleme yetkisini Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına devrederek idari hiyerarşi içine almakta, Birliğimizin özerk yapısını ortadan kaldırmaktadır. Bu düzenleme en geniş anlamıyla mesleki-demokratik kitle örgütü, dar anlamda ise kamu kurumu niteliğindeki bir meslek kuruluşu olan Birliğimizin ve bağlı Odalarının çağdaş demokrasilerin en önemli gereklerinden biri olan “denge-fren mekanizmasını” yok saymaktadır. Birliğimiz, Anayasada da kural altına alındığı üzere Kanunla kurulmuş, bu kapsamda amaçları, görev, yetki ve sorumlulukları da kuruluş kanununda düzenlenmiş ve aynı Kanunda kendi mevzuatını hazırlama yetkisi Anayasa’nın 124. maddesine paralel olarak TMMOB ve Odaların yetkili organlarına bırakılmıştır. Altını önemle çizmek gerekir ki Anayasa’nın 135. maddesi ile kuruluş Kanunumuz olan 6235 sayılı Yasa’nın varlığı, Birliğimiz ve bağlı Odalar dışında hiçbir organ tarafından bu alanda mevzuat düzenlemesi yapılamayacağını göstermektedir. Hiçbir organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz. Yapılması öngörülen düzenleme anayasal düzenin kendisini hiçe saymaktır. TMMOB’nin hedef alınmasının altında yatan temel neden Birliğimizin, kamusal niteliğinden ve toplumcu mücadele anlayışından gelen örgütlü yapısıdır. Çünkü Birliğimiz, sermaye ve rant çevrelerinin ölçüsüz ve denetimsiz uygulamalarına karşı sadece ülke varlıklarının ve toplumsal çıkarın değil, aynı zamanda meslektaşlarımızın ve mesleğimizin de koruyucusu durumundadır. Üyelerimiz mesleklerini icra ederken, ideolojik dayatmalara ve siyasal baskılara maruz kalmıyorsa eğer, bu durum, Birliğimizin her türlü güç odağından bağımsız duruşu ve statüsü sayesindedir. Mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının ortak gereksinmelerini karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel yararlara uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslektaşların birbirleriyle ve halkla olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak; kamunun ve ülkenin çıkarlarının korunmasında, yurdun doğal kaynaklarının bulunmasında, korunmasında ve işletilmesinde, çevre ve tarihi değerlerin ve kültürel mirasın korunmasında, tarımsal ve sınai üretimin artırılmasında, ülkenin sanatsal ve teknik kalkınmasında gerekli gördüğü tüm girişim ve etkinliklerde bulunmak amacıyla faaliyetlerini yürüten TMMOB’ye dönük her türlü baskı ve kısıtlama halkımız, mesleğimiz, meslektaşlarımız ve meslek alanlarımız için daha büyük yıkımlara neden olacaktır. Yalnızca Birliğimize yönelik değil; kent hakkını doğrudan ilgilendiren düzenlemeler içeren, sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkını güvence altına alan Anayasa hükümlerini ihlal eden, kentleşme ve yapılaşmaya dair düzenlemeleri itibariyle de bu torba teklif her yönüyle ülkemizin ve halkımızın zararınadır. Yapılacak bu değişiklikle TMMOB ve bağlı Odaları hedef alınmaktadır çünkü; Birliğimiz, İliç’ten Soma ve Ermenek’e maden facialarının; Akkuyu’dan Sinop’a nükleer kirliliğin, Fırtına Deresi’nden Munzur Vadisi’ne özgür akması engellenen derelerin, Aydın’dan Filyos’a yok edilen tarım alanlarını korumak, yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızın halkımızın elinden alınmasını engellemek için mücadele etmektedir. Birliğimiz, Salda Gölü’nden Van Gölü’ne su havzalarının, Kuzey Ormanlarından Kazdağlarına ormanların, Karasu’dan Akdeniz’e kıyıların, Marmara’dan Karadeniz’e denizlerin korunması için mücadele etmektedir. Birliğimiz, kamu arazileri, okullar, hastaneler, devlet binaları gibi kamusal varlıkların; kent meydanları, donatı alanları ve tarihî yapılar gibi kentsel değerlerin, bin yıldır yaşanan mahalleler, yerleşik kültürler ve sosyal dokuların korunması ve kamu yararına kullanılması ile toplu ulaşım, halk sağlığı, sağlıklı ve yaşanabilir çevre, temel hak ve özgürlükler gibi konularda mesleki uzmanlıklara dayalı bilimsel ve teknik gerekçelerle sürdürdüğü hukuksal mücadele ile idarenin işlem ve kararlarının yargı tarafından denetlenmesini sağlamak için mücadele etmektedir. TMMOB’nin toplumsal yarar anlayışı, sermayenin sınırsız sömürüsüne açılan her alanda örgütlü, mesleki, demokratik kitle mücadelesinin gereğidir. Getirilmesi öngörülen bu değişiklik kamu varlık ve birimlerinin talan sürecini hızlandırmanın yanı sıra ülkemizin geleceğine de tehdit oluşturacaktır. Yapılması öngörülen bu düzenlemenin tek amacı Birliğimizin özerkliğini ortadan kaldırılarak 'kamu yararı' doğrultusunda çalışmalarını engelleme yoluyla doğal kaynakları, halkın kullanımına açık alanları, tarihi değerleri, kamu yararı dışında kullanmanın önündeki engelleri temizlemek,  rant çevrelerine dikensiz gül bahçesi açmaktır. Bu yüzden Birliğimizin özerkliğine yönelik bu saldırı, ülkemize ve halkımıza da yönelmiş bir saldırıdır. Muhtemelen Mecliste bugün oylanacak olan kanun teklifinin ilgili maddesine yönelik tüm milletvekillerimizi ret oyu vermeye, ülkemizin ve halkımızın geleceğine sahip çıkmaya davet ediyoruz. Herkes bilmelidir ki, çalışmalarını Anayasanın 'eşitlik' ilkesi ve 'kamu yararı' doğrultusunda sürdüren TMMOB ve bağlı Odaları, bugüne dek demokratik hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmayan, “itibarsızlaştırılma ve gözden düşürmeyi” amaçlayan birçok benzeri girişime rağmen, kuruluş amaçları doğrultusunda çalışmaktan geri durmamıştır. Yine herkes bilmelidir ki; TMMOB ve bağlı Odaları mesleki, bilimsel, teknik doğrulara dayanarak ülkenin en karanlık dönemlerinde bile faaliyetlerini yürütmüştür. Anayasal güvence, hukukun, insan haklarının ve demokrasinin evrensel normlarına bağlılığımız üyelerimizin demokratik iradelerinin ortaya koyduğu güçle, dün olduğu gibi bugün de sürecektir. Kurulduğu günden beri kamusal ve mesleki yarar temel ilkesiyle,  mesleki-bilimsel teknik doğrulara dayanarak ülkenin en karanlık dönemlerinde bile gerçekleri açıklamaktan geri durmayan TMMOB ve bağlı Odaları üzerinde vesayet tesis etme girişimlerini dün olduğu gibi bugün de boşa çıkaracak; üreten, kalkınan ve hakça bölüşen bir ülke mücadelesini yılmadan sürdürecektir. TMMOB ve Bağlı Odaları Susmadı, Susmaz! Yaşasın TMMOB örgütlülüğü! Yaşasın mücadelemiz! Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Bilgisayar Mühendisleri Odası Çevre Mühendisleri Odası Elektrik Mühendisleri Odası Fizik Mühendisleri Odası Gemi Makinaları İşletme Mühendisleri Odası Gemi Mühendisleri Odası Gıda Mühendisleri Odası Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İçmimarlar Odası İnşaat Mühendisleri Odası Jeofizik Mühendisleri Odası Jeoloji Mühendisleri Odası Kimya Mühendisleri Odası Maden Mühendisleri Odası Makina Mühendisleri Odası Metalurji ve Malzeme Mühendisleri Odası Meteoroloji Mühendisleri Odası Mimarlar Odası Petrol Mühendisleri Odası Peyzaj Mimarları Odası Şehir Plancıları Odası Tekstil Mühendisleri Odası Ziraat Mühendisleri Odası

MMO Bursa: Sağlıkta ticaret ölüm demektir! Haber

MMO Bursa: Sağlıkta ticaret ölüm demektir!

“Sağlıkta Dönüşüm” programının sağlıksızlık üretmeye, bebekler dahil yaşamları kast etmeye başladığını belirten ortak basın açıklamasını SES Bursa Eş Şube Başkanı Alican Özden okudu. Özden’nin yaptığı basın açıklamasının ardından SES Genel Sekreteri Ferit Ceylan, DİSK Dev Sağlık-İş Bursa Temsilcisi Alper Küçük, Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş da birer konuşma yaptılar. Özden tarafından okunan açıklama şöyle: “Sermayenin ihtiyaçları kapsamında Dünya Bankası’nın bir programı olarak geliştirilen Sağlıkta Dönüşüm Programının uygulanmasına 3 Kasım 2002 tarihi itibariyle hız verildi. Sağlık sistemine bilerek yatırım yapılmamış ve sağlık sistemi uygulanan politikalarla zayıflatılmış, sonra da bunun sonucunda ortaya çıkan hasta kuyrukları, ilaca ulaşma zorlukları, SSK-Sağlık Bakanlığı ayrılığı gibi halkta oluşan hoşnutsuzluktan faydalanılmış, bu olumsuz sağlık uygulamalarının “sağlıkta devrim” yapılarak değiştirileceği beklentisi oluşturulmuş ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın uygulanmasına destek istenmiştir. Gelinen aşamada özellikle de para için bebeklerimizin yaşamlarına kadar el uzatan bu programın toplum sağlığına yararı olmadığı herkesçe görülmüştür. Sağlıkta dönüşüm programı ve programa yön çizen kar ve rant amaçlı, özelleştirmeci, halkın geniş kesimlerinin çıkarlarını sermayenin ihtiyaçlarını için gözden çıkartan anlayış ülkemizde de benzer uygulamaları hayata geçiren tüm dünya ülkelerinde de çökmüştür. Sağlıkta Dönüşüm Programı; sözleşmeli çalışmayı, performansa dayalı ücretlendirmeyi, genel sağlık sigortası uygulamasını, aile hekimliğini, kamu hastane birliklerini kapsıyordu. Kamu alanının tamamında planlanan genel dönüşümün adı olan “Kamu Özel Ortaklığı’nın sağlıktaki adı olan şehir hastaneleri ise programın ikinci fazı olarak ifade ediliyordu. “Sağlıkta Dönüşüm Programı” tüm itirazlarımıza rağmen yaşama geçirilmeye çalışıldı. Mevcut sağlık sistemine eleştirilerimizi ifade ederken hep alternatifini de sunduk. Daha özgür, sömürüsüz, demokratik, eşitlikçi bir dünya için mücadele ederken “başka bir sağlık mümkündür” ü sürekli olarak ifade ettik, mücadelesini verdik. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nda “biz ne dedik onlar neler yaptılar ve sonuçları ne oldu” hatırlayalım: Sağlık toplumsal bir olgudur. Toplumun en geniş kesimlerinin sağlığını ve ihtiyaçlarını merkeze almalıdır. Sağlık, sağlıklı olma halini belirleyen tüm nedenler ve etmenlerle birlikte ele alınmalıdır. Bir sağlık sorunu varsa sadece bireyin durumuna indirgenemez, altında yatan toplumsal, siyasal, ekonomik, ekolojik, kültürel ve eril tahakkümden kaynaklanan nedenler vardır. Bunları görmeden sağlık konusunda bir yol alınmayacağı açıktır. Ancak yönetenler sadece sonuçlar ile ilgilenerek sağlıksızlık halinden kar etmeye heves eden bir sağlık sisteminde ısrar etmeye devam etti. Koruyucu sağlık sistemi öncelenmedi. Bunun için birinci basamak sağlık hizmetleri hayati önemdedir. Bu hizmetler bölge tabanlı ve toplum merkezli olmalıdır. Sağlıktaki yatırımların ağırlığı koruyucu sağlık hizmetlerine verilmelidir. İktidarlar birinci basamağa yönelik eleştirileri görmezden gelerek ve gerekli yatırımları yapmayarak birinci basamağı çalışamaz hale getirmişlerdir. SSK, üniversiteler, askeri kurumlar, belediye, Sağlık Bakanlığı vb. farklı ve bölünmüş bir sağlık hizmetleri mevcut idi. Bunların birleştirilmesi gerekir ancak bu yapılırken sağlık hizmetlerinin planlaması, örgütlenmesi ve sunumunda toplumun örgütlü kurumlarının ve en başta da sağlık emekçilerinin örgütlerinin karar ve denetim süreçlerinde bulunması gerekir dedik. Kamu kurumlarında yürütülen sağlık hizmetleri tek elde toplanırken -SSK kurumları işçilerin paraları ile kurulmuş olmasına rağmen- işçi sendikaları ve tüm toplum kesimleri bu sürecin dışında tutuldu. Bir taraftan “tüm sağlık kurumları tek çatı altında toplandı” söylemi geliştirilirken diğer taraftan özel sağlık kurumları teşvik edilerek, destekler sunularak sayısı arttırıldı. Sağlık kurumlarını Halk Sağlığı, Temel Sağlık Hizmetleri ve Kamu Hastane Birlikleri diye üçe ayırdı. Tüm itirazlarımıza rağmen sağlık hizmetlerinin bütüncüllüğü yok sayılarak bu politikada ısrar edildi. Belli bir süre sonra insanın aklıyla alay edercesine “sağlıkta devrim” diyerek üçe ayırdıkları sağlık kurumlarını yine birleştirdiler. Önemli bir diğer değişim de SDP öncesinden başlayan ve SDP ile patlama yapan özel sağlık sektörü oldu. Sermaye kesimlerinin sağlığa ilgisi büyük oldu. Sağlıktan artı değer sızdırma, hükümetin teşvikleri ile oldukça cazip hale geldi. Güvencesiz sağlık emek gücü bu hastanelerde derin sömürüye maruz kalırken, hastaların bedenleri kar adına sürekli istismar edilir hale getirildi. Sağlık hizmetlerinin genel bütçeden karşılanması gerekir, sağlıktan tasarruf yapılamaz dedik. Önce sağlık hizmetlerini ve finansmanını birbirinden ayırdılar. Hizmet ve finansmanın birlikte ve bütüncül ele alınması gerekirken, bu ayrım sağlık hizmetlerini ciddi anlamda farklılaştırmıştır. 2008’de çıkarılan Genel Sağlık Sigortası uygulaması ile yoksullar üzerinde sağlık hizmetinin mali yükü artmıştır. Bunu takip eden SUT uygulamaları ve katkı katılım payları, cepten ödemeler ile toplumun sağlık hizmetini almasının önüne ciddi bariyerler konulmuştur. “Sağlık bir kamu hizmetidir, kamu hizmeti kadrolu çalışanlar eliyle yürütülür, kamu hizmetlerinin nitelikli ve sürekliliği için bu bir zorunluluktur” dedik. Ancak geçen süre zarfında güvencesizlik temel çalışma rejimine dönüştürüldü. Güvencesizlik durumu emekçileri sağlıksız koşullarda, daha fazla sürelerde, daha ucuza çalışmaya zorladı. Sağlığımız bozuldu. Salgın da hastalandık ve öldük. Depremde enkaz altında kaldık. Sağlık emekçilerinin insanca yaşanacak bir temel ücreti olmalıdır dedik. Sürekli olarak sağlık emekçilerin temel ücretini düşük tutarak performans, teşvik vb. güvencesiz ücretlendirme getirdiler. Gelirleri arttırmak için fazla mesai ve fazladan nöbetler tutmaya başladık. 2-3 kişinin işini tek kişiye gördürdüler. Devasa hastanelerin toplum sağlığı açısından yararlı olmadığı, esas olarak koruyucu sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi gerektiğini söyleyegeldik. Sağlıktan para kazanmaya çalışan sermaye grupları olan; bankacılık, sigortacılık, tıbbi teknoloji/medikalcılık, inşaat sektörünün ihtiyaçları üzerinde ısrarla yapılmak istenilen şehir hastanelerinin kentlerde yayılmış olan hastanelerin kapatılması sonucunda sağlık hizmetine ulaşımını engelleyeceğini söyledik. Aynı zamanda bu devasa hastaneleri sağlık hizmetlerin verilmesi açısından da uygun mekanlar olmadığı ifade ettik. Tüm ısrarlarımıza rağmen toplumsal sağlık için ayrılması gereken kaynaklar buralara ayrılarak şehir hastaneleri açıldı. Sonuç olarak sizin yap-boza dönüştürdüğünüz sağlık sisteminin toplum sağlığına yararı olmadığı açıktır. Salgın ve sonrasında deprem bunu daha görünür kılmıştır. “Sağlıkta devrim” diye allayıp pulladığınız “sağlıkta dönüşüm” programınız çökmüştür. Bizler başka bir sağlık mümkündür ve zorunludur diyoruz;. BUNUN İÇİN TALEPLERİMİZ Rant ve kâr amaçlı değil, sağlık emekçisi ve başvurucular arasına para ilişkisinin giremediği, koruyucu hizmetlerin öncelendiği toplum için sağlık, Pıtrak gibi çoğalan özel sağlık kurumlarına değil kamu sağlık kurumlarına yatırım, Sağlık hizmetlerinin demokratikleşmesi, Bireysel ve tedavi merkezli değil, toplum ve bölge tabanlı koruyucu sağlık, Taşeron, sözleşmeli, 4/B,4/C,4/D, 3+1 değil tek ve kadrolu çalışma, Performans değil, emekliliğimize yansıyacak temel ücret ve ücretlerimizde artış, Devasa şehir hastaneleri değil topluma yayılmış, ulaşılabilir sağlık kurumları, Ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir ve anadilinde sağlık hizmeti demeye devam edeceğiz. İşte bu dediklerimizi kaale almadığınız bizleri dinlemediğiniz, sağlığı piyasalaştırdığınız ve kar aracına dönüştürdüğünüz için bugün bebeklerimizin özel hastane yoğun bakımlarında nasıl katledildiği haberleri ile sarsılıyoruz. Yaşanan bu katliamı birkaç kişiye yıkarak birkaç hastane kapatarak örtemezsiniz. O hastanelerde çalışan suçsuz evine ekmek götüren emekçileri işsiz bırakamazsınız. Bu hastaneleri kamulaştıracak ya da işsiz kalacak suça bulaşmamış emekçileri Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde görevlendireceksiniz! Dönemin il sağlık müdürü olan Sağlık Bakanı dâhil denetimden sorumlu yerelden bakanlığa kadar tüm bürokratlar sorumluluğu gereği görevden el çektirilerek adli ve idari soruşturmaya dahil edeceksiniz! Kar ederken ses çıkarmayan hastane patronları ya da özel hastane şirketlerinin yöneticileri de aynı derecede sorumludur. Gözaltına alınan tek bir hastane sahibi ya da şirket yöneticisi yoktur. Bunları da soruşturmaya dahil edeceksiniz! Kamu hastanelerinde ki istihdam açığını hızla giderip liyakatsiz yöneticilerinizi geri çekeceksiniz! Kamusal, nitelikli, erişilebilir, ücretsiz ve anadilinde sağlık sisteminin garantisini vereceksiniz! Özel hastaneleri ya kamulaştıracaksınız ya da SGK ile yapılan tüm anlaşmaları iptal edecek ve hiçbir özel sağlık kurumu ile SGK’nın bir daha anlaşma yapmasının önüne geçeceksiniz! Madem özel hastane istiyorsunuz bırakın özel kalsınlar. SGK’dan yani halkın vergilerinden beslemeyeceksiniz! Yönünüzü sermaye tekellerine değil halka, sağlık ve sosyal hizmet emekçilerine döneceksiniz! Sağlık ve sosyal hizmet alanında yaşanan vurgunları, hırsızlıkları ve olumsuzlukları açığa çıkaran üye ve yöneticilerimize soruşturma açmaktan sürgün etmekten vazgeçeceksiniz. Bizleri dinlemeyi öğreneceksiniz! Sağlık emekçileri ve halkı karşı karşıya getirip bu skandaldan sıyrılmanıza izin vermeyeceğiz.”

10 Ekim Katliamını Unutmayacağız, Unutturmayacağız! Haber

10 Ekim Katliamını Unutmayacağız, Unutturmayacağız!

TMMOB, DİSK, KESK, TTB Bursa Bileşenleri tarafından gerçekleştirilen anma programında, basın açıklamasını Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş okudu. Binbaş tarafından okunan açıklama şöyle: “103 barış karanfilimizi aramızdan koparan Gar Katliamının üzerinden 9 yıl geçti. Dokuz yıl önce bugün binlerce yurttaşımız Emek, Barış ve Demokrasi Mitingine katılmak için ülkenin dört bir yanından yola çıkmış, Ankara Garı önünde buluşmuştu. Tek bir amaçları vardı. O da 7 Haziran 2015 Seçimleri sonrasında ülkeye egemen hale getirilmeye çalışılan şiddet ve korku iklimine karşı barışı, demokrasiyi ve emeğin haklarını savunmaktı. Ancak saat 10’u 4 geçe birbiri ardına patlayan iki bomba gözlerindeki gülümsemeyi, dillerindeki barış türkülerini hedef aldı.  IŞİD üyesi iki canlı bomba tarafından gerçekleştirilen kanlı saldırı ile bağrımıza adeta onlarca kara saplı bıçak saplandı. 103 canımız aramızdan koparılırken yüzlerce insanımız fiziksel, yüzbinlerce insanımız ruhsal olarak yaralandı. Gar katliamı, Türkiye tarihinin en büyük katliamı olarak kapkara bir sayfa olarak tarihimize geçti. Katliamın ardından başlayan dava sürecinde birileri o karanlık sayfa hiç aydınlatılmasın diye elinden geleni yaptı. Yapmaya devam ediyor. Ama dava süreci acılı ailelerimizin, avukatlarımızın ısrarlı çabaları ile tüm dünya kamuoyunun gündemine girdi. 10 Ekim Davası tutuklu sanıklar yönünden 9 kişi hakkında 101 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası verilerek karara bağlandı. Ana dosyadan ayrılan firari sanıkların yargılandığı dosya Türkiye'nin ilk ve tek insanlık suçu yargılaması olarak tarihe geçti. 1 Temmuz 2024’te görülen duruşmada ise ülkede yaşanan en büyük katliama ilişkin ikinci kez karar verildi. Ne yazık ki mahkeme “İnsanlığa karşı suç işlenmiştir’ diyemedi.  Dosyayı IŞİD’i aklayarak kapatmak istedi.   Buradan tekrar altını çiziyoruz. Bu dava bizler için bitmemiştir. Katliamın sadece maşası olanlara, tetikçilere ceza verilmesi yeterli değildir. Bizler en başından beri katliamın arka planın aydınlatılmasını, katliamın gerçek sorumluların yargılanmasını istiyoruz. Mahkeme tutanakları tarihe yazılan gerçeklerin üstünü örtemez. 9 yıldır milyonların gözünün önünde yaşanan gerçekleri unutmadık, unutturmayacağız.  Katliam sorumluları 10 gün önce tespit edilmesine rağmen hiçbir işlem yapmayanları unutmadık.       Yol kontrollerini kaldırarak katillere adeta koridor açanları unutmadık.       Saldırı olacağı istihbaratını miting tertip komitesinden gizleyenleri unutmadık.       Katliamın yaşandığı alana ambulansların girmesini geciktirip, alana önce TOMA’ları sürenleri, yaralılara gaz sıkma emri verenleri unutmadık.       Katliam sonrası anket yapıp oylarının ne kadar arttığını araştıranları unutmadık.       IŞİD’e “öfkeli gençler” diyerek, “kokteyl örgüt” diyerek davayı sulandırmaya çalışanları, katliamın delilerini saklayanları ve onları terfi ettirenleri unutmadık.       Soruşturma dosyası savcılarının bizlerden sakladığı 9 klasör dava evrakının adliye koridorlarında şans eseri bulunmasını unutmadık. En önemlisi barış karanfillerimize verdiğimiz sözü unutmadık. Bu topraklarda katliamlar ile hesaplaşmak için mücadele verenlerin karşısına dikilen duvarları, konulan engelleri en iyi bizler biliyoruz. Barış karanfillerimize sözümüz var.  O duvarların tuğlalarını çekip çıkaracağız. 10 Ekim katliamında rolü olan, görevini ihmal eden, katliama yol veren, hangi mevki ve makamda olursa olsun tüm sorumlular yargılanana ve hak ettikleri cezayı alana kadar adalet yürüyüşümüzü hep birlikte sürdüreceğiz. 10 Ekim katliamının unutturulmak istenmesine izin vermeyeceğiz. Türkiye tarihinin en büyük kitle katliamında kaybettiğimiz barış şehitlerimizi saygı ve özlemle anarken sözümüzü bir kez daha yineliyoruz. Bu toprakları katliamlarla, faili meçhul cinayetlerle anılmaktan çıkarıp barış ve demokrasiyle taçlandırarak yitirdiğimiz canlarımıza, yoldaşlarımıza, karanfillerimize armağan edeceğiz. Er ya da geç, sorumlular cezalandırılacak; emek kazanacak, demokrasi kazanacak, barış kazanacak!”  

“Gezi Davası tutukluları serbest bırakılsın” Haber

“Gezi Davası tutukluları serbest bırakılsın”

Açıklamada, “Ülkemizin en görkemli halk hareketlerinden biri olan Gezi Direnişi hakkında güdümlü mahkeme tarafından verilen hukuksuz kararın üzerinden tam iki yıl geçti. Bu iki yıl boyunca büyük bir hukuk skandalına şahitlik ettik” denildi. TMMOB Bursa İKK Sekreteri Şirin Rodoplu Şimşek’in okuduğu açıklama şöyle: “Bugün 25 Nisan 2024… Ülkemizin en görkemli halk hareketlerinden biri olan Gezi Direnişi hakkında güdümlü mahkeme tarafından verilen hukuksuz kararın üzerinden tam iki yıl geçti. Bu iki yıl boyunca büyük bir hukuk skandalına şahitlik ettik. TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Mücella Yapıcı, Hakan Atalay bu süreçte serbest bırakılsa da Şehir Plancıları Odamızın İstanbul Şubesi’nin eski başkanı Tayfun Kahraman ve Mimarlar Odamızın Hukuk Müşaviri Can Atalay’ın da içinde bulunduğu arkadaşlarımız 2 yıldır cezaevinde tutuluyor. Artık hepimiz biliyoruz ki bu karar, sadece arkadaşlarımıza yönelik değildir. Bu karar, 2013 Mayıs-Haziran aylarında iktidarı sarsıp korkutan milyonlara yöneliktir; milyonlarca insanın demokratik hak kullanımlarını cezalandırmaya, barışçıl ve demokratik istemleri bastırmaya ve kamu idarelerine yakışmayacak bir şekilde öç almaya, cezalandırmaya yöneliktir.  Hukuk artık, adaleti sağlamanın, haksızlıkları gidermenin bir aracı olarak değil, toplumsal muhalefeti cezalandırmanın bir aracı olarak kullanmaktır. Halkın taleplerini özgürce ifade etmesini, bunun için meydanlara çıkmasını bir darbe girişimi olarak gören bu dava, bu ülkeyi yönetenlerin antidemokratik zihniyetinin göstergesidir. Mesleki sorumluluklarının gereğini yerine getirerek toplumu aydınlatan ve iktidarı uyaran mühendis, mimar ve şehir plancılarını darbeci olarak suçlayarak, ülkenin bilim dışı, akıl dışı kararlar ve zihinler tarafından yönetildiğinin göstergesidir. Ancak şunu unutmasınlar; bu ülke sahipsiz değildir. Gezi bu ülkenin yarınlarına sahip çıkan, hakları ve geleceği için mücadele eden, gerici politikalara itiraz eden milyonların sesidir. Bu sesi ne hapsedebilirsiniz ne durdurabilirsiniz! Biz buradayız… Dostlarımız suç işledikleri için değil, halkın çıkarlarını savundukları için, Taksim Meydanı’na ve Gezi Parkı’na sahip çıktıkları için, rant projelerine karşı çıktıkları için, mesleki sorumluluklarının gereğini yerine getirdikleri için cezaevindeler. Gezi Direnişi nasıl ki bu ülkenin yüz akı ve onurlu tarihinin bir parçasıysa, Gezi Davası’nda tutuklanan arkadaşlarımız da bizim yüz akımız ve onurlu tarihimizin bir parçasıdır. İktidarın ve yandaş medyanın pervasız saldırılarına rağmen, hiçbir iftira, hiçbir senaryo, hiçbir karar arkadaşlarımızın masumiyetine ve haklılığına leke düşürmeyi başaramamıştır. Gezi Direnişinin arkasında dimdik durduğumuz gibi, Gezi Davasında yargılanan ve ceza alan arkadaşlarımızın da yanında dimdik durmaya devam ediyoruz. Çünkü biliyoruz ki Gezi biziz. Açlığa, yoksulluğa, baskıya, zulme karşı yükselttiğimiz en örgütlü sesimizdir. Bir avuç sermayedara, bir avuç zorbaya karşı milyonların haykırışıdır Gezi. Parklarımız, ağaçlarımız, ormanlarımız, derelerimiz…Gezi bu ülkenin kendisidir. Tarihidir. Mirasıdır. Geleceğidir. Arkadaşlarımızın yanında olmaya, doğru bildiklerimizi söylemeye, halkımızdan, ülkemizden yana kamu yararını savunma mücadelemize devam edeceğiz. Ve buradan bir kez daha inatla söylemeye devam ediyoruz; Halkın haklı mücadelesini durduramazsınız. Gezi’nin karşısında duramazsınız. Hukuksuzluğun 2. Yılında Gezi davasında tutuklu olan arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz. Bu hukuksuzluğa son verin. Arkadaşlarımızı serbest bırakın.

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Söz Bursa En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.