SON DAKİKA
Hava Durumu

#Sağlık

Söz Bursa - Sağlık haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sağlık haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Şeker tüketimine dikkat: Bağımlılık yapıyor! Haber

Şeker tüketimine dikkat: Bağımlılık yapıyor!

‘Dünya Şeker Tüketimine Dikkat Haftası’ için üç yıldır etkinliklerle konunu önemine dikkat çeken Türk Böbrek Vakfı, bu özel haftayı geliştiren ve hayata geçiren kurum olarak bu yıl da sahaya indi. TBV, uzmanlar ve gönüllü destekçileri ile Kasımpaşa’daki Emekliler Evini ziyaret ederek, konuyla ilgili bilgilendirmeler eşliğinde hem emeklilere hem de halka şekersiz kahve ikramında bulundu ve şeker tüketimi ile gizli şekere dikkat çekti. ‘Dünya Şeker Tüketimine Dikkat Haftası’ etkinliği Beyoğlu Belediyesi, Emekliler Evi’nde gerçekleşti. Etkinlikte, tiyatro oyuncusu ve vakıf gönüllüsü Eylem Şenkal, halka, şekersiz Türk kahvelerini  vakıf başkanı Timur Erk ile birlikte ikram etti.  Günün önemi ile ilgili konuşan TBV Başkanı Timur Erk, gizli şeker kaynaklarına dikkat çekerek, aşırı şeker tüketiminin başta böbrek hastalığı olmak üzere birçok hastalığın temelini oluşturduğunu belirtti. TBV Başkanı Erk; “şeker bağımlılık demektir, Türkiye şeker tüketimini azaltmak zorundadır. Bu konuda tüm kurumlara, özellikle halkımıza büyük görevler düşüyor. Nasıl ki tuz tüketimi azalttıysak acilen şeker tüketimini de azaltmamız gerekiyor” dedi. “ÖLENE KADAR ŞEKER YENMESE HİÇBİR EKSİLİK OLMAZ” ‘Dünya Şeker Tüketimine Dikkat Haftası’ ile ilgili bilgilendirme yapan İstanbul Üniversitesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi  Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ ise yaptığı konuşmada toplumun yüzde 15’inde diyabet yani şeker hastalığı, yüzde 15’inde ise gizli şeker olduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Karşıdağ: “Türkiye’de insanların yüzde 15’inde diyabet yani şeker hastalığı var. Yüzde 15’inde de gizli şeker hastalığı var. Baktığımız zaman sosyal güvenlik kurumu harcamasının neredeyse yüzde 15’i, tek başına şeker hastalığı için harcanıyor ve bunlar çok yüksek rakamlar. Bir kavram daha var, o da kilo fazlalığı. Türkiye’deki insanların 3’te 1’inde kilo fazlalığı var. Bunlar olağan üstü yüksek rakamlar. Bir süre sonra biz bunların yol açmış olduğu sorunlarla başa çıkamamaya başlayacağız. Yapmamız gereken en önemli şeylerden bir tanesi bunu engellemeye çalışmak. Yani şekeri tedavi etmeye çalışmak iyi ama en doğrusu şekeri, gizli şekeri ve kilo fazlalığını engellemeye çalışmak. Bu üçünün yolu öncelikle şeker ve şekerli şeyleri kısmaktan geçiyor. Bir insan doğdu, ölene kadar hiçbir şekilde ağzına şeker sürmedi. Herhangi bir sorun olmaz. Yani 0’dan 100 yaşına kadar sofra şekeri yemesem benim hiçbir eksikliğim olmaz. Sofra şekeri meyve, su, süt, et, peynir gibi değil bunları yemezsek olmaz ama sofra şekerini yemezsek hiçbir eksiğimiz olmaz” dedi.       BESLENMEDE UZAK DURULACAK MADDE 5 MADDE: Şekerin ortadan kaldırılması gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ: “Her şeyden evvel şekeri ortadan kaldırmalıyız. Bunu sakın meyvedeki şekerle karıştırmayın lütfen. Bunlar farklı kavramlardır. Her gün mutlaka üç avuç kadar meyve yemeliyiz. Burada ölçü herkesin kendi avucudur. Ama baklavadan veya fruktozla yapılan her şeyden uzak durmalıyız. Çok basit bir şey söylemek gerekirse beslenme için. 5 şeyden uzak durun diyoruz: 1- şeker ve şekerli gıdalar, burada da kıstas bir gıda hazırlanırken içine şeker konulduysa ondan uzak durun. 2- beyaz ekmekten uzak durun, 3- pirinç pilavından uzak durun, 4- özellikle içine şeker veya fruktoz eklenmiş olan içeceklerden uzak durun. 5- dışarıda yapılmış olan ürünlerden mümkün olduğu kadar uzak durun hepsi bu. Bunun dışında yiyip içtikleriniz dikkat edin. Bunların üstünde olan bir şey daha var ki, her gün ne yaparsanız yapın ama mutlaka yürüyün. Yaşımıza ve kapasitemize göre 20 ila 60 dakika arasında yürümeliyiz. Bu gençken kasların gelişmesi, ileri yaşta kasların erimemesini için son derece önemlidir. İleri yaşta bizleri bekleyen tehlikeler var. Tedavi mümkün ama engellemek daha uygun bir yaklaşım olacak. Özetle başta şeker ve kilo fazlalığı olmak üzere birçok hastalıktan ve buna bağlı olan kanserden tutunda kireçlenmeye kadar birçok hastalığa sadece ve sadece başta şeker yemeyerek dikkat edebilir ve kendinizi koruyabilirsiniz.” dedi. Bu yıl üçüncü kez ele alınan 19-25 Eylül ‘Dünya Şeker Tüketimine Dikkat Haftası’ yurt genelinde; Valilikler, İl sağlık müdürlükleri, İl Milli Eğitim Müdürlükleri’nin farklı etkinlikleri ile gündeme getiriliyor. Bu özel hafta aynı zamanda Uluslararası Böbrek Vakıfları Federasyonuna üye ülkelerin de katılımı ile güç kazanıyor.

Uzmanından regl ağrısını yatıştıran öneriler! Haber

Uzmanından regl ağrısını yatıştıran öneriler!

Sancılı geçen regl dönemleri, bazı kadınların kâbusu. Sancının yanı sıra terleme, ishal, mide bulantısı gibi sorunlar da ortaya çıkabiliyor. Nev Sağlık Grubu Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümünden Op. Dr. Seda Eymen Bolat, regl sancısı için önerilerde bulundu. Op. Dr. Seda Eymen Bolat, kadınların üreme sisteminin bir parçası olan regl döngüsünü bazı kadınların sancılı ve ızdıraplı geçirdiğini söyledi. Bolat, “Adet döneminde rahim kasılmalarını artırarak ağrıya neden olabilirler. Rahim, adet kanını dışarı atmak için kasılır ve bu kasılmalar ağrıya yol açabilir. Yanı sıra rahim iç tabakasının rahim dışında büyümesi ağrılı olabilir. Rahim içindeki bu iyi huylu oluşumlar da sancılara neden olabilir” dedi. “Yağlı yiyecekler, alkol ve gazlı içecekleri sınırlayın” Op. Dr. Seda Eymen Bolat, regl sancısının hafiflemesi için önerilerini anlattı. Bolat, “Karnınıza sıcak su torbası koymak rahatlatıcı olabilir. Hafif egzersiz yapmak kan dolaşımını artırabilir ve kasılmaları hafifletebilir. Yoga, meditasyon veya derin nefes alma gibi teknikler stres ve ağrıyı azaltabilir. Yeterli su içmek ve dengeli beslenmek de bazı kadınlarda sancıları hafifletebilir. Adet sancılarında papatya, kekik, zencefil, nane ve yeşil çayda adet kramplarını azaltmaya yardımcıdır. Ayrıca adet döneminde şişkinliğe neden olan yağlı yiyecekler, alkol, gazlı içecekler ve kafein tüketimini de sınırlamaya dikkat edilmelidir” dedi. Ilık bir duş almayı öneren Bolat, “Duş, rahatlatıcı etkisiyle ağrılarınızı azaltıp daha derin ve güzel bir uyku uyumanıza yardımcı olur. Bu dönemde bol su tüketimi ve ağır olmayan egzersizlere devam edilmeli. Çünkü fiziksel egzersiz vücutta endorfin adlı bir kimyasal salgılar ve bu kimyasal vücutta doğal bir ağrı kesici görevi görür” dedi. Regl kramplarını hafifleten besinleri sıralayan Dr. Bolat, “Muz, kasların gevşemesine ve rahatlamasına yardımcı olan magnezyum ile fiber açısından oldukça zengin bir meyvedir. Bu özellikleri ile regl sancılarını hafifletir” şeklinde açıklamalarda bulundu.

Alzheimer hastalığında erken teşhisin önemi Haber

Alzheimer hastalığında erken teşhisin önemi

VM Medical Park Samsun Hastanesi’nden Nöroloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Ufuk Sandıkçı, Dünya Alzheimer Farkındalık Ayı dolayısıyla, beynin işlevlerini etkileyen ilerleyici bir nörodejeneratif hastalık olan Alzheimer hastalığı hakkında bilgilendirmelerde bulundu. “Günlük yaşamda zorluklar yaşanır” Alzheimer hastalığının en yaygın belirtisinin unutkanlık ve hafıza kaybı olduğunu; özellikle yakın geçmişi hatırlamada güçlük yaşandığını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Sandıkçı, “Bunun yanı sıra günlük işleri, örneğin alışveriş, yemek yapma, kişisel bakım gibi rutinleri yerine getirmekte zorlanma, zaman ve yer farkındalığının kaybı, kişileri tanımada güçlük de görülebilir. Hastalığın ilerleyen dönemlerinde ise kişilik değişiklikleri, ajitasyon, halüsinasyonlar ve özellikle akşamları artan ruh hali dalgalanmaları ortaya çıkabilir. Ayrıca, planlama, karar verme ve bir işi sürdürme gibi becerilerde zorluklar yaşanır” dedi. Alzheimer hastalığında risk faktörleri Alzheimer hastalığının kesin nedeninin henüz bilinmediğini ancak genetik faktörler, yaşlanma, çevresel etmenler ve yaşam tarzı risk faktörlerinin hastalığın gelişiminde rol oynadığını belirten Dr. Öğr. Üyesi Sandıkçı, “Örneğin, hipertansiyon, diyabet, yüksek kolesterol, sigara kullanımı, zihinsel ve fiziksel aktivite eksikliği önemli risk faktörlerindendir. Beyinde ‘beta amiloid plakları’ ve ‘tau düğümleri’ adı verilen protein birikimleri hastalığın gelişiminde kritik bir rol oynar” diye konuştu. Erken teşhis ve mevcut tedavi yöntemleri Alzheimer hastalığının şu an için kesin bir tedavisinin bulunmadığını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Sandıkçı, “Ancak klinik araştırmalar umut vadetmekte, mevcut ilaçlar ve terapiler semptomları hafifletmekte ve hastalığın ilerleme hızını yavaşlatmaktadır. Erken teşhis, hastaların yaşam kalitesini artırmada büyük önem taşır. Hastaların yakınlarının da eğitim ve destek almaları önemlidir çünkü Alzheimer ilerleyici bir hastalıktır ve ileri aşamalarda 24 saat bakım gerektirebilir. Hastalığın zorlu sürecinde bilinçli bir yaklaşım ve uygun bakım, düzenli ilaç kullanımıyla birlikte hastaların yaşam kalitesini yükseltmeye yardımcı olabilir” dedi.

Sağlıkta Dönüşüm Programı hasta güvenliğini tehdit ediyor! Haber

Sağlıkta Dönüşüm Programı hasta güvenliğini tehdit ediyor!

17 Eylül, Dünya Sağlık Örgütü’ne üye ülkeler tarafından hasta güvenliği konusunda kamuoyunun farkındalığını ve katılımını artırmak, küresel anlayışı geliştirmek ve üye devletler tarafından hasta güvenliğini teşvik etmek için “Dünya Hasta Güvenliği Günü” olarak kutlanmaktadır. CHP Bursa Milletvekili ve Halk Sağlığı Profesörü Dr.Kayıhan Pala, Dünya Hasta Güvenliği Günü’nde ülkemizdeki sağlık hizmeti sunumunun temel koşullarının gözden geçirilmesi gerektiğini belirtti. Türkiye'de hasta güvenliği alanında yaşanan sorunlara dikkat çeken Pala, “5 dakikada hasta bakılarak hasta güvenliği sağlanamaz, Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında gerçekleştirilen neoliberal sağlık reformları ülkemizde hasta güvenliğini tehdit emektedir” dedi. ÖNCE ZARAR VERME! "Önce zarar verme" sağlık hizmetlerinin en temel ilkesidir. Sağlık hizmetlerinden yararlanma esnasında hiç kimse zarar görmemelidir; sağlık hizmeti nedeniyle verilebilecek zararın insani, ahlaki, etik ve ekonomik etkileri vardır. Güvensiz tıbbi bakım, her on hastadan birinin zarar gördüğü önemli bir küresel halk sağlığı sorunudur; bunların en azından yarısı önlenebilir niteliktedir ve her yıl milyonlarca ölüme ve önemli ekonomik maliyetlere yol açar. Güvensiz tıbbi bakımın yükü, hasta zararının ve ilişkili ölümlerin çoğunun meydana geldiği düşük ve orta gelirli ülkeleri daha fazla etkiler. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre küresel olarak her 10 hastadan yaklaşık 1'i sağlık hizmetleri sunumu sırasında zarar görüyor ve bu nedenle her yıl 3 milyondan fazla ölüm gerçekleşiyor. Zararın yüzde 50'sinden fazlası önlenebilir; bu zararın yarısı ilaçlara atfediliyor. İlaçlarla ilgili zarar, sağlık hizmetlerindeki her 30 hastadan 1'ini etkiler ve bu zararın dörtte birinden fazlası ciddi veya yaşamı tehdit edici olarak kabul edilir. Hasta güvenliği konusunda veriye dayalı değerlendirme yapmanın zorluğu on yıllardır sürüyor. Bazı tahminler, 10 hastadan 4'ünün birinci basamakta ve ayakta tedavi ortamlarında zarar gördüğünü, bu zararın yüzde 80'inin önlenebileceğini öne sürüyor. Önlenebilir hasta zararına yol açabilecek yaygın olumsuz olaylar arasında ilaç hataları, güvenli olmayan cerrahi prosedürler (sağlık hizmetlerindeki önlenebilir hasta zararının yüzde 10'u cerrahi ortamlarda bildirilmiştir), sağlık hizmetiyle ilişkili enfeksiyonlar, tanı hataları, hasta düşmeleri, bası yaraları, hastanın yanlış tanımlanması, güvenli olmayan kan nakli ve venöz tromboembolizm yer alıyor. HASTA GÜVENLİĞİ “Hasta Güvenliği” temel olarak “Hastalara gelebilecek zararın önlenmesi” biçiminde tanımlanmıştır. Kavramın hataların önlenmesi, meydana gelen hatalardan ders çıkarılması ve sağlık hizmeti sunumunun sağlık çalışanları, sağlık kuruluşları ve hastaları içeren bir güvenlik kültürü üzerine kurulmasının sağlanması olmak üzere üç temel boyutu vardır. Hasta güvenliğinin başat olduğu sağlık sistemlerinde, sağlık hizmetlerindeki riskler sürekli ve sürdürülebilir bir şekilde düşürülür, hata olasılığı ve önlenebilir zararın oluşumu azaltılır, zarar oluştuğunda etkisini azaltan prosedürler ve süreçler devreye girer, teknolojiler ve çalışma ortamları uygun hale getirilir ve tüm bunları kapsayan bir kültür oluşturulması için çaba harcanır. HASTA GÜVENLİĞİNİN İLK KOŞULU HASTAYA YETERLİ ZAMAN AYIRMAKTIR! Hasta güvenliğinin sağlanabilmesinin ilk koşulu, hastaya sağlık kuruluşuna başvurduğu andan itibaren yeterli zamanın ayırılabilmesidir. Hekim, tanı koyma süreci sırasında hastasını tanımak (Yaş, meslek, çevresel etkilenimler vb.), yakınmalarını dinlemek, özgeçmişi ile soy geçmişini öğrenmek ve fiziksel muayene yapabilmek için yeterince zamana sahip olmalıdır. Fiziksel muayene, hastanın elle yapılan gözlemsel muayenesidir. Hekim hastanın tavrını, duruşunu, sıkıntı düzeyini ve sağlık sorununun anlaşılmasına katkıda bulunabilecek diğer belirtileri gözlemler. Fiziksel muayene, yalnızca hastanın var olan yakınmalarıyla ilgili olduğundan kuşku duyulan bölümlerini değil, vücudun birçok bölümünün gözlem, muayene ve analizini içerebilir. Dikkatli bir fiziksel muayene, hekimin tanı sürecindeki sonraki adımları belirlemesini sağlar, gereksiz tanı testlerini ve böylece hastanın gereksiz bir risk almasını önleyebilir ve hasta ile güven oluşturmaya yardımcı olabilir. Hekimin ilk muayene sırasında hastaya ayırması gereken sürenin 20 dakika kadar olduğu bilinmektedir. Bu süre, çocuk sağlığı ve hastalıkları ile psikiyatri gibi bazı uzmanlık alanlarında biraz daha uzundur. Ülkemizde ise Sağlıkta Dönüşüm Programının etkisiyle gün geçtikçe hastaya ayırılan zaman azaltılmaktadır. Bazı hastanelerde hastalara 5 dakikada bir randevu verilmesi maalesef artık olağanlaştırılmış durumdadır. 5 dakikada hasta muayenesi olamaz! 5 dakikada yapılan işlemler doğru tanı koyma sürecini olumsuz etkiler ve hasta güvenliğini tehdit eder! Ülkemizde güvensiz hasta bakımı nedeniyle yol açılan zararlara ve ölümlere ilişkin herhangi bir veritabanı bulunmamaktadır. Ancak sağlık çalışanlarının bütün özverili çabalarına karşın, 5 dakikada hasta bakmak zorunda kalmak, depreme dayanıksız sağlık kuruluşlarında ve/veya uzun saatler boyunca çalışmak gibi ağırlıklı olarak sağlık sisteminden kaynaklanan sorunlar nedeniyle, hasta güvenliğinin bütünüyle sağlanamadığı durumlar olduğu ve sağlık hizmeti sunumu sürecinde bazı zararların verildiği bilinmektedir. Hasta güvenliğinin sağlanabilmesi için kamucu, eşit, ücretsiz, erişilebilir ve nitelikli bir sağlık sistemine duyulan gereksinimi bir kez daha dile getiren ve sağlık sisteminin iyi yönetilmesinin büyük önem taşıdığını vurgulayan Pala; ”Özellikle son yıllarda yaşanan; depremde hastanelerin yıkılarak hasta ve sağlık çalışanlarının hayatını yitirmesi, diyaliz merkezinde hastaların hayatını kaybetmesi, hastaneleri su basması, hastane tavanının çökmesi, bazı ilaçlara erişilememesi ve sağlıkta şiddet nedeniyle sağlık çalışanlarının mesleğe yabancılaşması gibi Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin piyasalaştırmaya odaklanan sağlık politikalarının sağlık hizmetlerindeki olumsuz sonuçları, hasta güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin sağlık politikaları hasta güvenliğini ciddi şekilde tehdit ediyor." diye konuştu. Hasta güvenliğiyle ilgili sorunların çözümü için ayrıntılı araştırmalar yapılması ve kamuoyuyla paylaşılması gerektiğini belirten CHP’li Pala, sağlık sisteminin yeniden yapılandırılması ve iyi yönetilmesi gerektiğini vurguladı.

Sağlıkta Dönüşüm Programı hasta güvenliğini tehdit ediyor! Haber

Sağlıkta Dönüşüm Programı hasta güvenliğini tehdit ediyor!

CHP Bursa Milletvekili ve Halk Sağlığı Profesörü Dr.Kayıhan Pala, Dünya Hasta Güvenliği Günü’nde ülkemizdeki sağlık hizmeti sunumunun temel koşullarının gözden geçirilmesi gerektiğini belirtti. Türkiye'de hasta güvenliği alanında yaşanan sorunlara dikkat çeken Pala, “5 dakikada hasta bakılarak hasta güvenliği sağlanamaz, Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında gerçekleştirilen neoliberal sağlık reformları ülkemizde hasta güvenliğini tehdit emektedir” dedi. Önce zarar verme! "Önce zarar verme" sağlık hizmetlerinin en temel ilkesidir. Sağlık hizmetlerinden yararlanma esnasında hiç kimse zarar görmemelidir; sağlık hizmeti nedeniyle verilebilecek zararın insani, ahlaki, etik ve ekonomik etkileri vardır. Güvensiz tıbbi bakım, her on hastadan birinin zarar gördüğü önemli bir küresel halk sağlığı sorunudur; bunların en azından yarısı önlenebilir niteliktedir ve her yıl milyonlarca ölüme ve önemli ekonomik maliyetlere yol açar. Güvensiz tıbbi bakımın yükü, hasta zararının ve ilişkili ölümlerin çoğunun meydana geldiği düşük ve orta gelirli ülkeleri daha fazla etkiler. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre küresel olarak her 10 hastadan yaklaşık 1'i sağlık hizmetleri sunumu sırasında zarar görüyor ve bu nedenle her yıl 3 milyondan fazla ölüm gerçekleşiyor. Zararın yüzde 50'sinden fazlası önlenebilir; bu zararın yarısı ilaçlara atfediliyor. İlaçlarla ilgili zarar, sağlık hizmetlerindeki her 30 hastadan 1'ini etkiler ve bu zararın dörtte birinden fazlası ciddi veya yaşamı tehdit edici olarak kabul edilir. Hasta güvenliği konusunda veriye dayalı değerlendirme yapmanın zorluğu on yıllardır sürüyor. Bazı tahminler, 10 hastadan 4'ünün birinci basamakta ve ayakta tedavi ortamlarında zarar gördüğünü, bu zararın yüzde 80'inin önlenebileceğini öne sürüyor. Önlenebilir hasta zararına yol açabilecek yaygın olumsuz olaylar arasında ilaç hataları, güvenli olmayan cerrahi prosedürler (sağlık hizmetlerindeki önlenebilir hasta zararının yüzde 10'u cerrahi ortamlarda bildirilmiştir), sağlık hizmetiyle ilişkili enfeksiyonlar, tanı hataları, hasta düşmeleri, bası yaraları, hastanın yanlış tanımlanması, güvenli olmayan kan nakli ve venöz tromboembolizm yer alıyor. Hasta güvenliği “Hasta Güvenliği” temel olarak “Hastalara gelebilecek zararın önlenmesi” biçiminde tanımlanmıştır. Kavramın hataların önlenmesi, meydana gelen hatalardan ders çıkarılması ve sağlık hizmeti sunumunun sağlık çalışanları, sağlık kuruluşları ve hastaları içeren bir güvenlik kültürü üzerine kurulmasının sağlanması olmak üzere üç temel boyutu vardır. Hasta güvenliğinin başat olduğu sağlık sistemlerinde, sağlık hizmetlerindeki riskler sürekli ve sürdürülebilir bir şekilde düşürülür, hata olasılığı ve önlenebilir zararın oluşumu azaltılır, zarar oluştuğunda etkisini azaltan prosedürler ve süreçler devreye girer, teknolojiler ve çalışma ortamları uygun hale getirilir ve tüm bunları kapsayan bir kültür oluşturulması için çaba harcanır. Hasta güvenliğinin ilk koşulu hastaya yeterli zaman ayırmaktır! Hasta güvenliğinin sağlanabilmesinin ilk koşulu, hastaya sağlık kuruluşuna başvurduğu andan itibaren yeterli zamanın ayırılabilmesidir. Hekim, tanı koyma süreci sırasında hastasını tanımak (Yaş, meslek, çevresel etkilenimler vb.), yakınmalarını dinlemek, özgeçmişi ile soy geçmişini öğrenmek ve fiziksel muayene yapabilmek için yeterince zamana sahip olmalıdır. Fiziksel muayene, hastanın elle yapılan gözlemsel muayenesidir. Hekim hastanın tavrını, duruşunu, sıkıntı düzeyini ve sağlık sorununun anlaşılmasına katkıda bulunabilecek diğer belirtileri gözlemler. Fiziksel muayene, yalnızca hastanın var olan yakınmalarıyla ilgili olduğundan kuşku duyulan bölümlerini değil, vücudun birçok bölümünün gözlem, muayene ve analizini içerebilir. Dikkatli bir fiziksel muayene, hekimin tanı sürecindeki sonraki adımları belirlemesini sağlar, gereksiz tanı testlerini ve böylece hastanın gereksiz bir risk almasını önleyebilir ve hasta ile güven oluşturmaya yardımcı olabilir. Hekimin ilk muayene sırasında hastaya ayırması gereken sürenin 20 dakika kadar olduğu bilinmektedir. Bu süre, çocuk sağlığı ve hastalıkları ile psikiyatri gibi bazı uzmanlık alanlarında biraz daha uzundur. Ülkemizde ise Sağlıkta Dönüşüm Programının etkisiyle gün geçtikçe hastaya ayırılan zaman azaltılmaktadır. Bazı hastanelerde hastalara 5 dakikada bir randevu verilmesi maalesef artık olağanlaştırılmış durumdadır. 5 dakikada hasta muayenesi olamaz! 5 dakikada yapılan işlemler doğru tanı koyma sürecini olumsuz etkiler ve hasta güvenliğini tehdit eder! Ülkemizde güvensiz hasta bakımı nedeniyle yol açılan zararlara ve ölümlere ilişkin herhangi bir veritabanı bulunmamaktadır. Ancak sağlık çalışanlarının bütün özverili çabalarına karşın, 5 dakikada hasta bakmak zorunda kalmak, depreme dayanıksız sağlık kuruluşlarında ve/veya uzun saatler boyunca çalışmak gibi ağırlıklı olarak sağlık sisteminden kaynaklanan sorunlar nedeniyle, hasta güvenliğinin bütünüyle sağlanamadığı durumlar olduğu ve sağlık hizmeti sunumu sürecinde bazı zararların verildiği bilinmektedir. Hasta güvenliğinin sağlanabilmesi için kamucu, eşit, ücretsiz, erişilebilir ve nitelikli bir sağlık sistemine duyulan gereksinimi bir kez daha dile getiren ve sağlık sisteminin iyi yönetilmesinin büyük önem taşıdığını vurgulayan Pala; ”Özellikle son yıllarda yaşanan; depremde hastanelerin yıkılarak hasta ve sağlık çalışanlarının hayatını yitirmesi, diyaliz merkezinde hastaların hayatını kaybetmesi, hastaneleri su basması, hastane tavanının çökmesi, bazı ilaçlara erişilememesi ve sağlıkta şiddet nedeniyle sağlık çalışanlarının mesleğe yabancılaşması gibi Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin piyasalaştırmaya odaklanan sağlık politikalarının sağlık hizmetlerindeki olumsuz sonuçları, hasta güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin sağlık politikaları hasta güvenliğini ciddi şekilde tehdit ediyor." diye konuştu. Hasta güvenliğiyle ilgili sorunların çözümü için ayrıntılı araştırmalar yapılması ve kamuoyuyla paylaşılması gerektiğini belirten CHP’li Pala, sağlık sisteminin yeniden yapılandırılması ve iyi yönetilmesi gerektiğini vurguladı.

Başkan Bozbey’den sağlıklı yaşam vurgusu Haber

Başkan Bozbey’den sağlıklı yaşam vurgusu

Kentleri ve belediyeleri sürdürülebilir ulaşım tedbirleri alma konusunda desteklemek, yayalar ile bisikletliler başta olmak üzere herkesin güvenli ve rahat bir şekilde hareket edebilmesini teşvik etmek amacıyla 16-22 Eylül tarihleri arasında kutlanan Avrupa Hareketlilik Haftası, Bursa’da da spor dolu etkinliklere sahne oluyor. Mihraplı Parkı’nda bir hafta boyunca sabah yürüyüşleri, güvenli bisiklet ve e-skuter sürüş eğitimi, voleybol, mini golf, çocuk survivor parkuru, okçuluk, satranç ve sanatsal etkinlikler düzenlenecek. Hafta kapsamında Atatürk Caddesi’nde ‘Arabasız gün etkinliği’, Osmangazi, Nilüfer ve Mudanya’da ‘Yeşile pedalla bisiklet turu’, Merinos’ta ‘Bursa'da paylaşımlı kamusal alanlarda şehri birlikte yaşayalım’ temalı panel düzenlenecek. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey de Avrupa Hareketlilik Haftası kapsamındaki ilk programa katılarak sabah yürüyüşü yaptı. Vatandaşların da yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte Başkan Bozbey, yürüyüşün ardından bisiklet ve skuter kullandı. Başkan Bozbey, sabah sporuna katılanlara yeşil elma ikram etti. Avrupa Hareketlilik Haftası’nı Bursa’da çeşitli etkinliklerle kutlayacaklarını söyleyen Başkan Mustafa Bozbey, tüm Bursalıları da programlara davet etti. “Kirletici unsurları bir kez daha uyarmak istiyorum” Sağlıklı bir yaşamın nasıl sürdürüleceğinin bir hafta boyunca uzmanlar tarafından anlatılacağını belirten Başkan Bozbey, “Sağlığımızı korumak ve sağlıklı yaşamak zorundayız. Havamızın ve çevremizin temiz olması için bisiklet kullanımını özendirmek, e-skuter gibi çevreci ulaşım araçlarını kullanmak, yürüyüşler yapmak, sağlıklı yaşamak zorundayız. Hem sağlımız hem zamanımız hem de cebimiz için toplu taşımayı, bisikleti, raylı sistemleri kullanalım. Yöneticiler olarak bizler de vatandaşların temiz hava soluyacağı bir çevreyi sağlamalıyız. Maalesef gerekli tedbirler alınmadığı için Bursa’mızın havası kirli. Kirletici unsurları bir kez daha uyarmak istiyorum. Gerekli tedbirleri etkin bir şekilde alacağız. Bizim, çocukların, gençlerin ve her yaştan insanın sağlığı önemli. Valimiz ve Emniyet Müdürümüz ile yapacağımız görüşmelerde, Pazar günleri Bursa’nın bazı cadde ve sokaklarının belirli süre yayalara bırakılmasını isteyeceğiz. İnsanların bisikletleriyle veya yürüyerek alanları kullanmalarını istiyoruz. Bu hafta yapılacak etkinliklerimize tüm Bursalıları bekliyoruz” dedi.

Avukat Şeker: "Topuk kanı uygulamasında rant var" Haber

Avukat Şeker: "Topuk kanı uygulamasında rant var"

Balıkesir'de Atay-Tansel Özdemir ailesinin bebekleri Muhammed Atay Özdemir'den, Genetik hastalığın teşhisi için topuk kanı alınmak istendi. Ailenin riskli olabileceğini düşünmeleri üzerine topuk kanı testini reddetti. Topuk kanı alınmak için baskı yapıldığını söyleyen anne yaşadığı stresten dolayı sütten kesilirken, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından açılan mahkemede aileye tedbir kararı konuldu. Balıkesir'de Edremit ilçesinde dünyaya gelen Atay - Tansel Özdemir ailesinin bebekleri Muhammed Atay Özdemir'den, topuk kanı alınmak istendi. 6 genetik hastalığın teşhisi için yapılan uygulamanın zorunlu olmadığını söyleyen aile, yeni doğan bebeklerinden topuk kanı alınmasını reddetti. İddiaya göre, bağlı oldukları Aile Sağlığı Merkezi'ndeki personellerin baskısı üzerine strese giren anne Tansel Özdemir sütten kesilerek bebeğini emzirememeye başladı. Ailenin topuk kanı uygulamasına karşı direnmesi üzerine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın aileye açtığı davada tedbir kararı konuldu. Edremit Aile Mahkemesi'nden sonuç alamayan Özdemir ailesi hukuki mücadelesini sürdürürken, baba Atay Özdemir ise yapılan uygulamanın zorunlu olmadığını, ayrıca uygulamanın topuklarda kan akışı zayıf olan bebeklerde gelecekte geri dönüş olmayan hasar oluşturabileceğini söyleyen doktorların da olduğunu aktardı. “ÇOCUĞUMUZA DOKUNULMASINI İSTEMİYORUZ” Bebeklerin topuk kısmında kan akışının zayıf olmasından dolayı gelecekte oluşabilecek olumsuzluklardan endişe duyduğunu belirten baba Atay Özdemir, “Çocuğumuza topuk kanı aldırmadığımız için avukatımızla görüşmeler sağladık. Biz çocuklarımıza çok düşkün bir aileyiz. Çocuğumuzun hamilelik döneminden doğum anına kadar bütün süreçte 15 günde bir özel hastanede doktor kontrolü gerçekleştirdik. Çocuğumuz doğduktan sonra bağlı olduğumuz Aile Sağlığı Merkezi bize topuk kanı alınması konusunda baskıda bulunmaya başladı. Eşim bu baskı sebebiyle strese girdi ve şu an sütünde ciddi kesilmeler var. Düzenli olarak özel bir klinikte doktora görünüyoruz, çocuğumuzun aylık rutin kontrollerini yapıyoruz. Biz çocuğumuzdan hangi gerekçe ile topuk kanı alınacağını sorduğumuzda hiçbir cevap alamıyoruz, sadece baskı uygulanıyor. Mahkeme tarafından tedbir kararı konuldu. İlk duruşmaya çıktığımızda avukatımız da yanımızdaydı. Hakim bizlere sadece aşılarla alakalı sorular soruyor. Avukatımız konuşmaya kalktığında sözleri kesildi. Yaşanan olaylar neticesinde avukatımız ile beraber durumu istinaf mahkemesine taşıdık. Hiçbir şekilde çocuğumuza dokunulmasını istemiyoruz” diye konuştu. “TOPUK KANI UYGULAMASINDA RANT VAR” Bebeklerden alınan topuk kanlarının satılıp özel şirketlerce maddi kazanç sağlandığını iler süren avukat Cüneyt Bülent Şeker, “Topuk kanı alımı doğar doğmaz ilk 48 saat içinde bebeğin topuğundan alınan, 6 genetik hastalığın taranması için kullanılan bir uygulama. Her doktor bu görüşü benimsemiyor. Bazı doktorlar bunun gerekli olmadığını söylüyor. Bunun idrar tahlili ile yapılabileceğini söyleyen doktorlar da var. Yapılma şeklini eleştiren var, topuktan değil damardan alınması gerektiğini söyleyenler var. Topuk kan akışı zayıf bir yer, aynı zamanda cinsel organ ve beyindeki sinirlere bağlı temasları var. Bunun doğar doğmaz uyarılmasının olumsuz etkileri var. ‘Çocuk bunları hafızasına alıyor ve olumsuz tepki veriyor diyenler' var. Bu işte büyük bir rant var. Bugün Aile Sağlığı Merkezleri neredeyse topuk kanı ve aşıdan para kazanıyor. Bunlar özel denilen bütçelerinde bağımsız olan yerler. Ayrıca test şirketleri de ciddi para kazanıyor, bunlar özel şirketler. Bunların tespit ettiği hastalıklar sebebi ile de ilaç şirketleri çok ciddi para kazanıyor” dedi. KANUNDA “ZORUNLU” İBARESİ YOK Topuk kanı uygulamasının kanunda zorunlu olduğuna dair ibare olmamasına rağmen hekimler tarafından ciddi baskıların yapıldığını söyleyen Şeker, “Aileler, Sağlık Bakanlığı'nın bu ilgisinden tedirginler. Tedbir kararlarının bile bir geçmişi, uygulanabilirliği yok. Topuk kanı uygulaması neredeyse çocuk aşılarından sonra hatırlanmaya başladı. 1-2 yıl içerisinde çocukluk aşıları için de tedbir kararı veriliyordu fakat tepkiler artınca geri adım atıldı. Şimdi ise topuk kanı üzerine yükleniliyor. 6 bin tane genetik hastalık var. 500 tane metebolik hastalık var. Sadece bunlardan 6 tanesinin taranması için kıyamet kopuyor. Buradaki en büyük tehlike tıbbi müdahaleyi ret hakkınızın ortadan kalkmasıdır. Kanunda ‘Çocuğun üstün yararı diye ibare var', çocuğun üstün yararını aileden başka kimse üstlenmez. Bizim hakkımızda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından topuk kanı vermediğimiz gerekçesiyle tedbir istenmişti. Biz de bu topuk kanını vermediğimizi belirttik. Bizce birçok sakıncası vardı. Birçok test te yaptırmıştık. Sakıncalı olduğunu düşünüyoruz çünkü topuk kanı alınınca rahatsızlanan çocuklar var. Zararlı olduğunu söyleyen doktorlar var ve biz bu görüşe itibar ettik. Tıp etiği kurallarında da belirtilen anne babanın kanun temsilciliği tıbbi tedaviyi kabul ve ret hakkını kullanarak reddettik. Bu da gayet doğal. Anayasanın 17. Maddesi anlamında tıbbi zorunluluk içermiyor ve hiçbir kanunda da böyle bir uygulamanın yapılacağı yer almıyor” şeklinde konuştu.

Basit unutkanlıkla başlayan Alzaymır'a karşı neler yapılabilir? Haber

Basit unutkanlıkla başlayan Alzaymır'a karşı neler yapılabilir?

Görülme sıklığı giderek artan alzaymır hastalığının basit unutkanlıklarla başladığına dikkat çeken Nöroloji Uzmanı Dr. Ümit Eren, yakın zamanda yaşanan olayları unutma, para hesabını karıştırma, yolları bulamama, kişilik değişiklikleri gibi belirtiler görüldüğünde bir nöroloji uzmanına başvurulmasını tavsiye etti. Alzaymır hastalığının beyin hücrelerinin zamanla ölmesine sebep olan ilerleyici bir hastalık olduğunu belirten Acıbadem Bursa Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Ümit Eren, 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü ve Alzheimer Farkındalık Ayı vesilesiyle önemli bilgiler verdi. Alzaymırın hafıza kaybı, düşünme yetisinde azalma ve davranış değişiklikleri gibi belirtilerle kendini gösterdiğini söyleyen Dr. Eren, genellikle 65 yaş ve üzerindeki bireylerde daha sık görüldüğünü, nadiren daha genç yaşlarda da ortaya çıkabildiğini ifade etti. Hastalığın kesin bir tedavisi olmadığına dikkat çeken Dr. Eren “Hastalığın kesin tedavisi olmasa da erken teşhis ile hastalığın ilerlemesi yavaşlatılabilir ve hastaların yaşam kalitesi arttırılabilir. Aile üyelerinin ve yakınlarının, bireyde görülen hafıza kaybı, günlük aktiviteleri yerine getirmede zorlanma gibi belirtileri önemsemeli. Bir nöroloji uzmanına başvurmaları hayati önemdedir” dedi. Bunamanın (demans) en sık görülen tipinin alzaymır olduğunu söyleyen Dr. Eren, hastalığın basit unutkanlıklar, yakın zamanda yaşanan olayları unutma, para hesabını karıştırma, yolları bulamama, kişilik değişiklikleri gibi belirtilerle başlayıp giderek ilerlediğini ve bu ilerlemenin uzun yıllar sürebileceğini ifade etti. Nadiren de olsa 65 yaş altı bireyleri etkileyebileceğini belirten Dr. Eren “Genç yaşta başlayan alzaymır hastalığı belirtileri arasında aynı anda birkaç işi yapamama, zihinden hesap yapmada zorluk, yol bulmada zorluk, daha önce yaptığı işleri tamamlamada zorlanma sayılabilir” diye konuştu. İlk evrenin genellikle 2 ila 4 yıl sürdüğünü aktaran Dr. Eren, bu evrede yakın bellekte sorunlar, sık sık aynı soruları sorma, depresyon, unutkanlıklarını inkar etme, kendini ifade etmede hafif zorluk gibi günlük yaşamda onu yakından tanıyanların fark edebileceği aksaklıklar görüldüğünü dile getirdi. İkinci evrenin 2 ila 10 yıl arasında yaşandığına dikkat çeken Dr. Eren, “İlerleyen hafıza bozuklukları günlük yaşamı etkilemeye başlar. Günlük yaşam aktivitelerinde yardıma gereksinim duyar. Yeni şeyleri öğrenmede oldukça zordur. Giyinme gibi birkaç aşamadan oluşan işleri yapmakta zorluk yaşar. Şüphecilik, yakınlarını suçlama, olmayan şeyleri olmuş gibi karşılama davranışları görülür Son evrede ise yakınlarını tanıyamaz. Geçmiş ve şimdiki zaman karışır, sık sık düşmeler, yutma ve öz bakım sorunları olur. Bakıma muhtaç hale gelir” diye konuştu. Dr. Eren, alzaymıra yol açan sebepleri ileri yaş, ailede alzaymır öyküsünün bulunması, obezite, kontrolsüz şeker hastalığı, tansiyon hastalığı, uyku bozuklukları, travmatik beyin hasarı, depresyon, fiziksel aktivitenin yetersiz olması ve dengesiz beslenme olarak sıraladı. “EGZERSİZ YAPIN, BULMACA ÇÖZÜN, SAĞLIKLI BESLENİN” Alzaymır hastalığına karşı koruyucu olabilecek bazı hayat tarzı değişikliklerinden bahseden Dr. Eren, bunların başında fiziksel aktivitenin geldiğini söyledi. Düzenli egzersizin, beyin sağlığını korumada önemli bir rol oynadığını; yürüyüş yapmanın, yüzme veya hafif sporların kan dolaşımını artırarak beyni besleyen damarların sağlıklı kalmasına yardımcı olduğunu vurguladı. Bulmaca çözmek, kitap okumak, yeni bir dil öğrenmek gibi zihinsel olarak uyarıcı aktivitelerin yine beyin fonksiyonlarını destekleyerek alzaymır riskini azaltabileceğinin altını çizdi. Bir diğer önlemin dengeli beslenme olduğuna değinen Dr. Eren, “Omega-3 yağ asitleri, antioksidanlar ve vitaminler açısından zengin bir beslenme düzeni, beyin sağlığını destekler. Akdeniz diyeti gibi sağlıklı beslenme alışkanlıkları, Alzaymır riskini azaltmaya yardımcı olabilir” dedi. Ayrıca sosyal bağlantıların önemine işaret eden Dr. Eren sosyal olarak aktif olmanın, zihinsel ve duygusal sağlığı korumanın önemli bir yolu olduğunu, aile, arkadaşlar ve toplulukla düzenli iletişimin beyin fonksiyonlarını canlı tuttuğunu sözlerine ekledi. Alzaymırın sadece bireyleri değil, aileleri ve tüm toplumu etkilediğini vurgulayan Dr. Eren, “Bu sebeple, hastalara ve onların bakıcılarına destek olmak, toplumun bir görevi olmalıdır. Toplumsal bilinç ve destek mekanizmalarının güçlendirilmesi, hastaların ve ailelerinin hayat kalitesini artırmada büyük rol oynayacaktır” ifadelerini kullandı.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.