SON DAKİKA
Hava Durumu

#Kesk

Bursa Haber - Kesk haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kesk haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

MMO Bursa: Sağlıkta ticaret ölüm demektir! Haber

MMO Bursa: Sağlıkta ticaret ölüm demektir!

“Sağlıkta Dönüşüm” programının sağlıksızlık üretmeye, bebekler dahil yaşamları kast etmeye başladığını belirten ortak basın açıklamasını SES Bursa Eş Şube Başkanı Alican Özden okudu. Özden’nin yaptığı basın açıklamasının ardından SES Genel Sekreteri Ferit Ceylan, DİSK Dev Sağlık-İş Bursa Temsilcisi Alper Küçük, Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş da birer konuşma yaptılar. Özden tarafından okunan açıklama şöyle: “Sermayenin ihtiyaçları kapsamında Dünya Bankası’nın bir programı olarak geliştirilen Sağlıkta Dönüşüm Programının uygulanmasına 3 Kasım 2002 tarihi itibariyle hız verildi. Sağlık sistemine bilerek yatırım yapılmamış ve sağlık sistemi uygulanan politikalarla zayıflatılmış, sonra da bunun sonucunda ortaya çıkan hasta kuyrukları, ilaca ulaşma zorlukları, SSK-Sağlık Bakanlığı ayrılığı gibi halkta oluşan hoşnutsuzluktan faydalanılmış, bu olumsuz sağlık uygulamalarının “sağlıkta devrim” yapılarak değiştirileceği beklentisi oluşturulmuş ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın uygulanmasına destek istenmiştir. Gelinen aşamada özellikle de para için bebeklerimizin yaşamlarına kadar el uzatan bu programın toplum sağlığına yararı olmadığı herkesçe görülmüştür. Sağlıkta dönüşüm programı ve programa yön çizen kar ve rant amaçlı, özelleştirmeci, halkın geniş kesimlerinin çıkarlarını sermayenin ihtiyaçlarını için gözden çıkartan anlayış ülkemizde de benzer uygulamaları hayata geçiren tüm dünya ülkelerinde de çökmüştür. Sağlıkta Dönüşüm Programı; sözleşmeli çalışmayı, performansa dayalı ücretlendirmeyi, genel sağlık sigortası uygulamasını, aile hekimliğini, kamu hastane birliklerini kapsıyordu. Kamu alanının tamamında planlanan genel dönüşümün adı olan “Kamu Özel Ortaklığı’nın sağlıktaki adı olan şehir hastaneleri ise programın ikinci fazı olarak ifade ediliyordu. “Sağlıkta Dönüşüm Programı” tüm itirazlarımıza rağmen yaşama geçirilmeye çalışıldı. Mevcut sağlık sistemine eleştirilerimizi ifade ederken hep alternatifini de sunduk. Daha özgür, sömürüsüz, demokratik, eşitlikçi bir dünya için mücadele ederken “başka bir sağlık mümkündür” ü sürekli olarak ifade ettik, mücadelesini verdik. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nda “biz ne dedik onlar neler yaptılar ve sonuçları ne oldu” hatırlayalım: Sağlık toplumsal bir olgudur. Toplumun en geniş kesimlerinin sağlığını ve ihtiyaçlarını merkeze almalıdır. Sağlık, sağlıklı olma halini belirleyen tüm nedenler ve etmenlerle birlikte ele alınmalıdır. Bir sağlık sorunu varsa sadece bireyin durumuna indirgenemez, altında yatan toplumsal, siyasal, ekonomik, ekolojik, kültürel ve eril tahakkümden kaynaklanan nedenler vardır. Bunları görmeden sağlık konusunda bir yol alınmayacağı açıktır. Ancak yönetenler sadece sonuçlar ile ilgilenerek sağlıksızlık halinden kar etmeye heves eden bir sağlık sisteminde ısrar etmeye devam etti. Koruyucu sağlık sistemi öncelenmedi. Bunun için birinci basamak sağlık hizmetleri hayati önemdedir. Bu hizmetler bölge tabanlı ve toplum merkezli olmalıdır. Sağlıktaki yatırımların ağırlığı koruyucu sağlık hizmetlerine verilmelidir. İktidarlar birinci basamağa yönelik eleştirileri görmezden gelerek ve gerekli yatırımları yapmayarak birinci basamağı çalışamaz hale getirmişlerdir. SSK, üniversiteler, askeri kurumlar, belediye, Sağlık Bakanlığı vb. farklı ve bölünmüş bir sağlık hizmetleri mevcut idi. Bunların birleştirilmesi gerekir ancak bu yapılırken sağlık hizmetlerinin planlaması, örgütlenmesi ve sunumunda toplumun örgütlü kurumlarının ve en başta da sağlık emekçilerinin örgütlerinin karar ve denetim süreçlerinde bulunması gerekir dedik. Kamu kurumlarında yürütülen sağlık hizmetleri tek elde toplanırken -SSK kurumları işçilerin paraları ile kurulmuş olmasına rağmen- işçi sendikaları ve tüm toplum kesimleri bu sürecin dışında tutuldu. Bir taraftan “tüm sağlık kurumları tek çatı altında toplandı” söylemi geliştirilirken diğer taraftan özel sağlık kurumları teşvik edilerek, destekler sunularak sayısı arttırıldı. Sağlık kurumlarını Halk Sağlığı, Temel Sağlık Hizmetleri ve Kamu Hastane Birlikleri diye üçe ayırdı. Tüm itirazlarımıza rağmen sağlık hizmetlerinin bütüncüllüğü yok sayılarak bu politikada ısrar edildi. Belli bir süre sonra insanın aklıyla alay edercesine “sağlıkta devrim” diyerek üçe ayırdıkları sağlık kurumlarını yine birleştirdiler. Önemli bir diğer değişim de SDP öncesinden başlayan ve SDP ile patlama yapan özel sağlık sektörü oldu. Sermaye kesimlerinin sağlığa ilgisi büyük oldu. Sağlıktan artı değer sızdırma, hükümetin teşvikleri ile oldukça cazip hale geldi. Güvencesiz sağlık emek gücü bu hastanelerde derin sömürüye maruz kalırken, hastaların bedenleri kar adına sürekli istismar edilir hale getirildi. Sağlık hizmetlerinin genel bütçeden karşılanması gerekir, sağlıktan tasarruf yapılamaz dedik. Önce sağlık hizmetlerini ve finansmanını birbirinden ayırdılar. Hizmet ve finansmanın birlikte ve bütüncül ele alınması gerekirken, bu ayrım sağlık hizmetlerini ciddi anlamda farklılaştırmıştır. 2008’de çıkarılan Genel Sağlık Sigortası uygulaması ile yoksullar üzerinde sağlık hizmetinin mali yükü artmıştır. Bunu takip eden SUT uygulamaları ve katkı katılım payları, cepten ödemeler ile toplumun sağlık hizmetini almasının önüne ciddi bariyerler konulmuştur. “Sağlık bir kamu hizmetidir, kamu hizmeti kadrolu çalışanlar eliyle yürütülür, kamu hizmetlerinin nitelikli ve sürekliliği için bu bir zorunluluktur” dedik. Ancak geçen süre zarfında güvencesizlik temel çalışma rejimine dönüştürüldü. Güvencesizlik durumu emekçileri sağlıksız koşullarda, daha fazla sürelerde, daha ucuza çalışmaya zorladı. Sağlığımız bozuldu. Salgın da hastalandık ve öldük. Depremde enkaz altında kaldık. Sağlık emekçilerinin insanca yaşanacak bir temel ücreti olmalıdır dedik. Sürekli olarak sağlık emekçilerin temel ücretini düşük tutarak performans, teşvik vb. güvencesiz ücretlendirme getirdiler. Gelirleri arttırmak için fazla mesai ve fazladan nöbetler tutmaya başladık. 2-3 kişinin işini tek kişiye gördürdüler. Devasa hastanelerin toplum sağlığı açısından yararlı olmadığı, esas olarak koruyucu sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi gerektiğini söyleyegeldik. Sağlıktan para kazanmaya çalışan sermaye grupları olan; bankacılık, sigortacılık, tıbbi teknoloji/medikalcılık, inşaat sektörünün ihtiyaçları üzerinde ısrarla yapılmak istenilen şehir hastanelerinin kentlerde yayılmış olan hastanelerin kapatılması sonucunda sağlık hizmetine ulaşımını engelleyeceğini söyledik. Aynı zamanda bu devasa hastaneleri sağlık hizmetlerin verilmesi açısından da uygun mekanlar olmadığı ifade ettik. Tüm ısrarlarımıza rağmen toplumsal sağlık için ayrılması gereken kaynaklar buralara ayrılarak şehir hastaneleri açıldı. Sonuç olarak sizin yap-boza dönüştürdüğünüz sağlık sisteminin toplum sağlığına yararı olmadığı açıktır. Salgın ve sonrasında deprem bunu daha görünür kılmıştır. “Sağlıkta devrim” diye allayıp pulladığınız “sağlıkta dönüşüm” programınız çökmüştür. Bizler başka bir sağlık mümkündür ve zorunludur diyoruz;. BUNUN İÇİN TALEPLERİMİZ Rant ve kâr amaçlı değil, sağlık emekçisi ve başvurucular arasına para ilişkisinin giremediği, koruyucu hizmetlerin öncelendiği toplum için sağlık, Pıtrak gibi çoğalan özel sağlık kurumlarına değil kamu sağlık kurumlarına yatırım, Sağlık hizmetlerinin demokratikleşmesi, Bireysel ve tedavi merkezli değil, toplum ve bölge tabanlı koruyucu sağlık, Taşeron, sözleşmeli, 4/B,4/C,4/D, 3+1 değil tek ve kadrolu çalışma, Performans değil, emekliliğimize yansıyacak temel ücret ve ücretlerimizde artış, Devasa şehir hastaneleri değil topluma yayılmış, ulaşılabilir sağlık kurumları, Ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir ve anadilinde sağlık hizmeti demeye devam edeceğiz. İşte bu dediklerimizi kaale almadığınız bizleri dinlemediğiniz, sağlığı piyasalaştırdığınız ve kar aracına dönüştürdüğünüz için bugün bebeklerimizin özel hastane yoğun bakımlarında nasıl katledildiği haberleri ile sarsılıyoruz. Yaşanan bu katliamı birkaç kişiye yıkarak birkaç hastane kapatarak örtemezsiniz. O hastanelerde çalışan suçsuz evine ekmek götüren emekçileri işsiz bırakamazsınız. Bu hastaneleri kamulaştıracak ya da işsiz kalacak suça bulaşmamış emekçileri Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde görevlendireceksiniz! Dönemin il sağlık müdürü olan Sağlık Bakanı dâhil denetimden sorumlu yerelden bakanlığa kadar tüm bürokratlar sorumluluğu gereği görevden el çektirilerek adli ve idari soruşturmaya dahil edeceksiniz! Kar ederken ses çıkarmayan hastane patronları ya da özel hastane şirketlerinin yöneticileri de aynı derecede sorumludur. Gözaltına alınan tek bir hastane sahibi ya da şirket yöneticisi yoktur. Bunları da soruşturmaya dahil edeceksiniz! Kamu hastanelerinde ki istihdam açığını hızla giderip liyakatsiz yöneticilerinizi geri çekeceksiniz! Kamusal, nitelikli, erişilebilir, ücretsiz ve anadilinde sağlık sisteminin garantisini vereceksiniz! Özel hastaneleri ya kamulaştıracaksınız ya da SGK ile yapılan tüm anlaşmaları iptal edecek ve hiçbir özel sağlık kurumu ile SGK’nın bir daha anlaşma yapmasının önüne geçeceksiniz! Madem özel hastane istiyorsunuz bırakın özel kalsınlar. SGK’dan yani halkın vergilerinden beslemeyeceksiniz! Yönünüzü sermaye tekellerine değil halka, sağlık ve sosyal hizmet emekçilerine döneceksiniz! Sağlık ve sosyal hizmet alanında yaşanan vurgunları, hırsızlıkları ve olumsuzlukları açığa çıkaran üye ve yöneticilerimize soruşturma açmaktan sürgün etmekten vazgeçeceksiniz. Bizleri dinlemeyi öğreneceksiniz! Sağlık emekçileri ve halkı karşı karşıya getirip bu skandaldan sıyrılmanıza izin vermeyeceğiz.”

Bursa’da vergide adalet eylemi Haber

Bursa’da vergide adalet eylemi

Bursa Vergi Dairesi önünde yapılan açıklamada, ‘Artık yeter, geçinemiyoruz. Kararlıyız bu oyunu bozacağız’ denildi. Yapılan ortak açıklamayı DİSK Güney Marmara Bölge Temsilcisi, Birleşik Metal-İş Bursa Şube Başkanı Gökhan Aydın okudu. Aydın tarafından okunan açıklama şöyle:  “Durmak bilmeyen zamların ve adaletsiz vergilerin yükü altında eziliyoruz. İşçiler, emekçiler ve emekliler yaşam savaşı verirken, birileri servetine servet katıyor. Bizden alıp patronlara veriyorlar, yoksulun cebinden zenginin kasasına kaynak aktarıyorlar. Halkın sofrasından çalıp, sermayenin banka hesaplarını büyütüyorlar. Ülkemiz dünyada gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkeler arasında yer alıyor.   Bizler Ülkemizin Tüm Değer ve Güzelliklerini Üretenleriz! Biz bu adaletsizliği hak etmiyoruz. Ekonomik kriz derinleşirken, biz düşük gelirle yaşam mücadelesi verirken, yüksek vergiler ödüyoruz. İşçinin patronundan fazla vergi verdiği bir ülke haline geldik. İktidar, kamu kaynaklarını bir avuç sermayeye aktarırken; vergi afları ve teşviklerle onların servetine servet katarken, bizim emeğimiz, hakkımız, alın terimiz hiçe sayılıyor. Özetle biz çalışıyoruz, biz üretiyoruz, biz vergi veriyoruz ve biz açlıkla, yoksullukla karşı karşıya kalıyoruz. Bıçak Kemiğe Dayandı! Biz sustukça, adaletsizlik büyüyor; cebimize, ekmeğimize, haklarımıza daha fazla el uzatıyorlar. Artık tek başına yaşam savaşı vermenin değil, hep birlikte adalet mücadelesini büyütmenin zamanıdır. Gelirde Adalet İstiyoruz! Vergide Adalet İstiyoruz! Ülkede Adalet İstiyoruz!  Asgari ücret başta olmak üzere tüm ücretlerin artırılmasını istiyoruz! Bunun için yüksek enflasyon dönemlerinde asgari ücretin yılda dört kez artırılmasını; sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev hakkı önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Emeklilikte adalet, emeklilere adalet ve insanca yaşam istiyoruz. En düşük emekli aylığının en az asgari ücret düzeyine yükseltilmesini ve tüm emekli aylıklarının aynı oranda artırılmasını talep ediyoruz. Emeklilik sistemindeki adaletsizliklere son verilmesini istiyoruz.  Esnek çalışma adı altında emeklilik ve kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldırmaya yönelik planlardan derhal vazgeçilmesini istiyoruz. “Kullan at” işçiliği adı verilen tüm güvencesiz çalıştırma biçimlerine karşı güvenceli ve kalıcı bir istihdam için mücadele ediyoruz. Gelirde adalet için taleplerimiz -Gelir vergisinin ilk tarife oranı yüzde 10’a düşürülmelidir. -Gelir vergisi tarife dilimleri yeniden değerlendirme oranı kadar (asgari ücret artışından aza olmamak kaydıyla) artırılmalıdır. -Asgari ücret istisnası vergiden değil, matrahtan indirim yoluyla uygulanmalıdır. -İşverenlere uygulanan 5 puanlık SGK prim indirimi işçilere de sağlanmalıdır. -Üst gelir gruplarına ve büyük servet sahiplerine yönelik olarak servet vergisi uygulanmalıdır. -Çağ dışı bir uygulama olan damga vergisi derhal kaldırılmalıdır. -Dolaylı vergilerin oranları düşürülmeli, bu adaletsiz vergilerin vergi gelirleri içinde payı azaltılmalıdır. Ve son söz olarak kıdem tazminatına el uzatmaya kalkanları bir kez daha uyarıyoruz: Bedeli ağır olur! Hepimize düşen görev bu mücadeleyi büyütmektir. Hepimize düşen görev konumuzu komşumuzu, sendikalı sendikasız tüm işçileri, emekçileri, emeklileri, tüm sınıf kardeşlerimizi meydanlara taşımaktır.” Yaşasın sınıf dayanışması

10 Ekim Katliamını Unutmayacağız, Unutturmayacağız! Haber

10 Ekim Katliamını Unutmayacağız, Unutturmayacağız!

TMMOB, DİSK, KESK, TTB Bursa Bileşenleri tarafından gerçekleştirilen anma programında, basın açıklamasını Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş okudu. Binbaş tarafından okunan açıklama şöyle: “103 barış karanfilimizi aramızdan koparan Gar Katliamının üzerinden 9 yıl geçti. Dokuz yıl önce bugün binlerce yurttaşımız Emek, Barış ve Demokrasi Mitingine katılmak için ülkenin dört bir yanından yola çıkmış, Ankara Garı önünde buluşmuştu. Tek bir amaçları vardı. O da 7 Haziran 2015 Seçimleri sonrasında ülkeye egemen hale getirilmeye çalışılan şiddet ve korku iklimine karşı barışı, demokrasiyi ve emeğin haklarını savunmaktı. Ancak saat 10’u 4 geçe birbiri ardına patlayan iki bomba gözlerindeki gülümsemeyi, dillerindeki barış türkülerini hedef aldı.  IŞİD üyesi iki canlı bomba tarafından gerçekleştirilen kanlı saldırı ile bağrımıza adeta onlarca kara saplı bıçak saplandı. 103 canımız aramızdan koparılırken yüzlerce insanımız fiziksel, yüzbinlerce insanımız ruhsal olarak yaralandı. Gar katliamı, Türkiye tarihinin en büyük katliamı olarak kapkara bir sayfa olarak tarihimize geçti. Katliamın ardından başlayan dava sürecinde birileri o karanlık sayfa hiç aydınlatılmasın diye elinden geleni yaptı. Yapmaya devam ediyor. Ama dava süreci acılı ailelerimizin, avukatlarımızın ısrarlı çabaları ile tüm dünya kamuoyunun gündemine girdi. 10 Ekim Davası tutuklu sanıklar yönünden 9 kişi hakkında 101 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası verilerek karara bağlandı. Ana dosyadan ayrılan firari sanıkların yargılandığı dosya Türkiye'nin ilk ve tek insanlık suçu yargılaması olarak tarihe geçti. 1 Temmuz 2024’te görülen duruşmada ise ülkede yaşanan en büyük katliama ilişkin ikinci kez karar verildi. Ne yazık ki mahkeme “İnsanlığa karşı suç işlenmiştir’ diyemedi.  Dosyayı IŞİD’i aklayarak kapatmak istedi.   Buradan tekrar altını çiziyoruz. Bu dava bizler için bitmemiştir. Katliamın sadece maşası olanlara, tetikçilere ceza verilmesi yeterli değildir. Bizler en başından beri katliamın arka planın aydınlatılmasını, katliamın gerçek sorumluların yargılanmasını istiyoruz. Mahkeme tutanakları tarihe yazılan gerçeklerin üstünü örtemez. 9 yıldır milyonların gözünün önünde yaşanan gerçekleri unutmadık, unutturmayacağız.  Katliam sorumluları 10 gün önce tespit edilmesine rağmen hiçbir işlem yapmayanları unutmadık.       Yol kontrollerini kaldırarak katillere adeta koridor açanları unutmadık.       Saldırı olacağı istihbaratını miting tertip komitesinden gizleyenleri unutmadık.       Katliamın yaşandığı alana ambulansların girmesini geciktirip, alana önce TOMA’ları sürenleri, yaralılara gaz sıkma emri verenleri unutmadık.       Katliam sonrası anket yapıp oylarının ne kadar arttığını araştıranları unutmadık.       IŞİD’e “öfkeli gençler” diyerek, “kokteyl örgüt” diyerek davayı sulandırmaya çalışanları, katliamın delilerini saklayanları ve onları terfi ettirenleri unutmadık.       Soruşturma dosyası savcılarının bizlerden sakladığı 9 klasör dava evrakının adliye koridorlarında şans eseri bulunmasını unutmadık. En önemlisi barış karanfillerimize verdiğimiz sözü unutmadık. Bu topraklarda katliamlar ile hesaplaşmak için mücadele verenlerin karşısına dikilen duvarları, konulan engelleri en iyi bizler biliyoruz. Barış karanfillerimize sözümüz var.  O duvarların tuğlalarını çekip çıkaracağız. 10 Ekim katliamında rolü olan, görevini ihmal eden, katliama yol veren, hangi mevki ve makamda olursa olsun tüm sorumlular yargılanana ve hak ettikleri cezayı alana kadar adalet yürüyüşümüzü hep birlikte sürdüreceğiz. 10 Ekim katliamının unutturulmak istenmesine izin vermeyeceğiz. Türkiye tarihinin en büyük kitle katliamında kaybettiğimiz barış şehitlerimizi saygı ve özlemle anarken sözümüzü bir kez daha yineliyoruz. Bu toprakları katliamlarla, faili meçhul cinayetlerle anılmaktan çıkarıp barış ve demokrasiyle taçlandırarak yitirdiğimiz canlarımıza, yoldaşlarımıza, karanfillerimize armağan edeceğiz. Er ya da geç, sorumlular cezalandırılacak; emek kazanacak, demokrasi kazanacak, barış kazanacak!”  

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.