SON DAKİKA
Hava Durumu

#Kesk

Söz Bursa - Kesk haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kesk haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Bursa'da hak ve özgürlükleri savunma kararlılığı vurgulandı Haber

Bursa'da hak ve özgürlükleri savunma kararlılığı vurgulandı

Bursa Tabip Odası, KESK, DİSK, TMMOB, Bursa Demokrasi Güçleri ve BAOB’un ortaklığıyla düzenlenen basın açıklaması, halkın hak ve özgürlüklerini savunma kararlılığını bir kez daha vurguladı. Çok sayıda katılımcının destek verdiği etkinlikte, halkın hak ve özgürlüklerine yönelik baskılara karşı kararlılıkla mücadele edileceği belirtildi. Basın açıklamasında Bursa Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Muhsin Güllü ve Bursa Barosu Başkanı Av. Metin Öztosun konuşmalarını yaptı. Dr. Güllü, demokratik hakların savunulmasının meşru ve hayati bir sorumluluk olduğunu vurgulayarak, hiçbir baskının bu mücadeleyi durduramayacağını belirtti. Ardından söz alan Dr. Kadir Binbaş, polis tarafından alıkonma sürecini detaylarıyla anlatarak, yaşadıklarının hukuk dışı olduğunu vurguladı. Etkinliğe destek veren Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş ve Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal da dayanışma mesajlarını iletti. Basın açıklaması, katılımcıların birlik ve beraberlik mesajlarıyla sona erdi. Açıklamanın tamamı şu şekildedir: "BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ!" "Demokrasi ve hukukun olmadığı, anayasal hakların güvencesiz bırakıldığı bir ülkede sağlık olmaz! Hukuk, demokrasi ve adalet tüm kurumlarıyla işler hale getirilmelidir! İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu kararıyla diplomasının iptal edilmesi, ardından aralarında belediye başkanlarının ve yöneticilerinin olduğu çok sayıda kişiyle birlikte önce gözaltına alınması ardından tutuklanması, sonuç olarak anayasal bir hak olan siyaset yapma hakkının engellenmesi, ülkemizde anayasal hakların güvencede olmadığının ilanı olmuştur. Diploma kararı aynı zamanda, toplumda örnek olması beklenen akademisyenlerin, bilim üreterek toplumun ilerlemesini sağlamakla görevli üniversitelerin, bağımsız olması mutlak suretle şart olan yargının halini de gözler önüne sermiştir. Ülkemizin birikimi, hukukun egemenliğinin sağlanmadığı, kurum ve kuralların yok edildiği, üniversitelerin siyasete alet edildiği bir ülke olmayı hak etmemektedir. Demokrasi ve hukuk, sadece yöneticilerin ya da bir avuç ayrıcalıklı kesimin değil, toplumun da hak ve taleplerinin karşılandığı bir düzenin temeli olmalıdır. İşte tam da bu nedenle Türkiye’nin dört bir yanında yurttaşlar, taleplerini dile getirmek, haklarına sahip çıkmak ve hukuksuzluğa karşı durmak için anayasa tarafından güvence altına alınmış olan protesto haklarını kullanmak üzere sokağa çıkmışlardır. Ancak bu meşru ve barışçıl hak arayışının karşısına, güvenlik güçlerinin orantısız şiddeti, sabaha karşı yapılan ev ve yurt baskınları, gözaltılar ve bazı durumlarda iddia edilen çıplak aramalarla çıkılması; yalnızca özgürlüklere değil, toplumun bütününe yönelen sistematik bir tehdide dönüşmüştür. Bu baskı ortamı, artık yalnızca doğrudan mağdur olanları değil, her vicdan sahibi yurttaşı harekete geçmeye, müdahil olmaya, sözünü söylemeye mecbur bırakmıştır. Unutulmamalıdır ki; Türk Tabipleri Birliği, 6023 sayılı Kanun’un 4. maddesi uyarınca bizler yalnızca meslektaşlarımızın haklarını savunmakla değil, halk sağlığını korumak ve halkın menfaati ile hekimlerin menfaatini toplumsal düzlemde en iyi şekilde dengelemekle yükümlüyüzdür. Bu sorumluluk, yalnızca hastane koridorlarıyla sınırlı değildir; bu yükümlülük toplumun tüm yaşam alanlarını kapsamaktadır. Çünkü sağlık, yalnızca hastalıkların teşhis ve tedavisi değil; insanların güvenli, eşit, özgür ve onurlu bir yaşam sürebilme koşullarının bir bütünüdür. Bu koşullar sağlanmadıkça bedensel, ruhsal ve sosyal açıdan tam bir iyilik halini içeren gerçek bir sağlıktan söz edilemez. Hekimlik, yalnızca klinik bilgiyle değil; insan haklarına saygı, toplumsal sorumluluk ve vicdani duruşla anlam kazanır. İşte bu yüzden sokakta coplanan yurttaşın yanan canı da bizim meselemizdir; gözaltında çıplak aramaya zorlanan bir öğrencinin zedelenen onuru da; sabahın köründe evlerinden alınan üniversiteli gençlerin uğradığı psikolojik travma da bizim meselemizdir. Halk sağlığı, yalnızca çöken sağlık sistemiyle değil, aynı zamanda baskı, şiddet, korku ve güvencesizlik ortamıyla da tehdit altındadır. Bu yüzden Türk Tabipleri Birliği'nin ve Tabip Odalarının halk sağlığını koruma görevi; aynı zamanda hukukun üstünlüğünü, temel hak ve özgürlükleri, adil yaşam koşullarını savunma görevidir. Bu nedenle taleplerimiz nettir: Toplanma, ifade ve protesto özgürlüğü önündeki tüm engeller kaldırılmalı, bu hakların kullanılmasını engelleyen uygulamalara son verilmeli       Yurttaşlara yönelik orantısız güç kullanımı derhal ve koşulsuz sonlandırılmalı, kimyasal silah olarak kabul edilen biber gazı hiçbir koşulda kullanılmamalı       Gözaltına alınanlar, kötü muameleye uğramadan hemen serbest bırakılmalı       Hekimler, gözaltı muayeneleri başta olmak üzere görevlerini etik ilkeler ve bilimsel standartlar çerçevesinde, hiçbir siyasi veya idari baskıya maruz kalmadan yapabilmeli       Demokratik haklarını kullanan herkese yönelik yargı vasıtasıyla korkutma, soruşturmalar ve gözdağı politikaları son bulmalı       Siyasi otoritenin, kolluk kuvvetlerini ve yargı organlarını muhalefeti bastırma aracı olarak kullanmasına son verilmeli       Üniversiteler, bilimsel ve kurumsal özerklik temelinde yapılandırılmalı, akademinin siyasallaştırılmasından vazgeçilmeli       Tüm kamu kurumları, hukukun üstünlüğü ve halk yararı temelinde yeniden düzenlenmeli       Tüm bu ihlalleri meşrulaştırmaya çalışan siyasi iktidar, halkın iradesine müdahaleden vazgeçmelidir. Demokrasi ve hukuk olmadan, temel insan haklarına saygı gösterilmeden sağlık ve refah içinde bir toplum olamayacağımız gerçeği unutulmamalıdır. Ülkemizin geleceği için hukuk, demokrasi ve adalet tüm kurumlarıyla bir an önce işler hale getirilmelidir! Hekimlik, zulme karşı kafasını başka yöne çevirme değil, hakikate tanıklık mesleğidir. Başta polisin kötü muamelesine maruz kalan başkanımız olmak üzere biz hekimler, akademik odalar, meslek örgütleri, sendikalar ve sayısız yurttaş, her türlü baskıya, gözaltına, tutuklanmalara karşı halkın sağlığını koruma yükümlülüğümüzü yerine getirmeye, toplumun yararı için çalışmaya, demokrasiyi ve insan onurunu savunmaya devam edeceğiz. Sağlıktan, demokrasiden, özgürlüklerden tasarruf edilmesine karşı sessiz kalmayacağız. Sağlık için, adalet için, özgür bir gelecek için: Susmuyoruz, Korkmuyoruz, Hiçbir yere Gitmiyoruz!" Basın açıklamasına Bursa Tabip Odası, DİSK, KESK, Bursa Demokrasi Güçleri, TMMOB ve BAOB destek verdi.

Doğruları Söylemekten Asla Vazgeçmeyeceğiz: Eski Başkanımız Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın yanındayız! Haber

Doğruları Söylemekten Asla Vazgeçmeyeceğiz: Eski Başkanımız Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın yanındayız!

 Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın konuşmasının engellenmesini kınamak amacıyla 17 Mart 2025 Pazartesi günü düzenlenen basın açıklamasında, metni Bursa Tabip Odası Başkanı Dr. Kadir Binbaş okudu ve doğruları söylemekten asla vazgeçmeyeceklerini, Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın yanında olduklarını vurguladı. Ardından söz alan Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’a yapılan müdahaleyi kınayarak, “Kendisi yalnız değildir, yanındayız” ifadelerini kullandı. Toplantıya katılan diğer konuşmacılar da benzer şekilde destek mesajları verdi. Türk Tabipleri Birliği üyesi Dr. Güzide Elitez, TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Murat Korkut, DİSK temsilcisi Gökhan Aydın, SES Bursa Şubesi eski dönem başkanı İrfan Açık ve Bursa Veteriner Hekimler Odası Başkanı Melike Baysal da söz alarak yapılan müdahaleyi kabul edilemez bulduklarını belirtti. Açıklamaların ardından Bursa Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Muhsin Güllü “Sağlık Sistemi Çöktü Yaşadığımız Kriz ve Bursa’nın Durumu” başlıklı sunum gerçekleştirdi. Basın açıklaması, dayanışma ve mücadele çağrısıyla tamamlandı. Basın Açıklamasının tamamı şu şekildedir; “ Basına yansıyan, Bursa Büyükşehir Belediyesi meclis oturumunda Bursa Tabip Odası eski başkanımız Alpaslan Türkkan’a yapılanlar kabul edilemezdir. Uzun yıllardır toplumun sağlığını geliştirmek için emek veren Türkkan’ın 14 Mart vesilesiyle Türkiye’nin sağlık gündemine dair veriye dayalı görüşlerini sunmasını, hamaset yaparak eleştiremezsiniz diyerek engellemeye çalışan hadsizler, fildişi kulelerinden inip devlet hastanelerini ziyaret ederlerse acı gerçeklerle yüzleşeceklerdir. Türkiye’de son dönemde her alanda torpilli olan bu mutlu azınlık toplumdan uzaklaşıp, gerçekleri görme yetisini kaybetmiş, vatandaşın derdine çare olsun diye bulunduğu meclislerde Türkiye’ye dair hiçbir sorun gün yüzüne çıkmasın diye uğraşır hale gelmiştir. Halk sağlığı konusunda, halkın sağlık hakkına yönelik söz söyleme sorumluluğu taşıyan bilim insanlarımızın fikirlerini özgürce ifade edebilmeleri, demokratik toplumun olmazsa olmazıdır. Demokrasiyi hazmedemeyen, kürsüde konuşan akademisyene müdahale edecek kadar gözü dönmüş kişilerin bu kabul edilemez tavırları karşısında, Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde yeterince savunulamaması ve bu saygısız müdahalelere gerekli tepkinin gösterilememesi de ayrıca üzüntü vericidir. Sağlık sisteminin çöktüğüne dair gerçekleri söyleyen bir akademisyene yönelik bu tür müdahaleler, demokratik kültürün ve ifade özgürlüğünün son dönemde ne kadar örselendiğinin acı bir göstergesidir. Bilinmelidir ki, bir akademisyenin kürsüde gerçekleri dile getirmesine tahammül edemeyerek müdahale etmek sadece bireysel bir hadsizlik değil, akademik düşünceye ve bilime saldırıdır. İfade özgürlüğünü, doğruları sindirememiş bu zihniyet, toplumun gerçekleri öğrenmesini ne kadar engellemeye çalışırsa biz hekimler de gerçekleri yaymak için elimizden geleni yapacağız. Biz hekimler, mesleki etik ilkelerimiz ve topluma karşı olan sorumluluğumuz gereği, sağlık sistemimizin yaşadığı çöküşü tüm çıplaklığıyla dile getirmeye devam edeceğiz. Sağlık hizmetlerinin niteliğini düşüren, erişilebilirliğini zorlaştıran ve çalışanları tükenmişliğe sürükleyen mevcut sistem artık sürdürülemez hale gelmiştir. Baskılar, tehditler ve engellemeler, bizleri toplumun sağlık hakkını savunmaktan alıkoymayacaktır! Bu mücadele yalnız bizim değil, tüm emekçilerin, tüm halkımızın mücadelesidir. Sağlık hakkı için verilen tarihsel mücadelenin bir parçası olarak, omuz omuza, dayanışma içinde kararlılığımızı sürdüreceğiz. Direnerek, örgütlenerek ve birlikte hareket ederek sağlık hakkını savunacağız. Çünkü sağlık haktır, satılamaz! Baskılar bizi yıldırmayacak, aksine daha güçlü kılacak ve mücadele azmimizi bileyecektir. Biz hekimler gerekirse mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı dolaşarak halkımızı bilgilendirmeye ve koruyucu sağlık hizmetlerinin önemini anlatmaya, başka bir sağlık sisteminin mümkün olduğunu haykırmaya devam edeceğiz. Saygın bir bilim insanının şahsında tüm bilimsel düşünceye ve akademik özgürlüğe yapılan bu saldırıya karşı gerekli tavrın gösterilmesi, demokratik değerlere sahip çıkmak açısından hepimizin sorumluluğudur. Bilim insanlarımızın sesini kesmeye çalışan bu zihniyet, sadece sağlık emekçilerine değil, toplumun sağlık hakkına da saldırmaktadır. Bursa Tabip Odası, DİSK, KESK, TMMOB olarak Prof. Dr. Alpaslan Türkkan’ın yanında olmaya devam edeceğiz.”

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB Bursa Bileşenleri’nden ortak açıklama: “Gezi’yi savunmaktan vazgeçmeyeceğiz” Haber

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB Bursa Bileşenleri’nden ortak açıklama: “Gezi’yi savunmaktan vazgeçmeyeceğiz”

Basın açıklamasında şöyle denildi: ADALET NÖBETİNDE 1000. GÜN Ülkemizin Aydınlık Geleceğini, Mesleklerimizi, Arkadaşlarımızı ve Gezi’yi Savunmaktan Vazgeçmeyeceğiz! Tam 1000 gün oldu. Arkadaşlarımız, dostlarımız, meslektaşlarımız bizden alınalı 1000 gün oldu. 1000 gündür bizler, arkadaşlarımıza kavuşacağımız günü bekliyoruz. Bitmeyen bir adalet utancına şahitlik ediyoruz. Aralarında Şehir Plancıları Odası Onur Kurulu üyesi Tayfun Kahraman, Mimarlar Odası Avukatı Can Atalay’ın da bulunduğu arkadaşlarımız 1000 gündür cezaevinde tutuluyor. Uydurma delillerle, kurgulanmış bir iddianameyle yürütülen yargı süreci, siyasal iktidarın hukuk ve adalet anlayışının çarpıklığının en somut göstergesi olarak tarihe geçmiştir. Bizler çok iyi biliyoruz ki, arkadaşlarımız bir suç işledikleri için değil, siyasi iktidarın hesaplaşmaktan, yüzleşmekten korktuğu gerçeklerden kaçmanın bir aracı olarak tutsak edilmiştir. Arkadaşlarımız mesleklerini, halkın faydasını gözeterek yerine getirdikleri için tutsak edilmiştir. Gezi Direnişi, beşli çetelere verilen ihalelerin, derelerimizi, ormanlarımızı, kıyılarımızı sermayeye satanların karşısında; emeğin, emekçilerin, gençlerin, emeklilerin, kadınların yani tüm halk kesimlerinin sesi olmuştur. Gezi Direnişi ve bu direnişin parçası olmuş herkes, tarih karşısında ve toplum vicdanında tertemiz ve lekesizdir. Siyasi iktidarın asıl cezalandırmak istediği Gezi Direnişi olduğu kadar, parkına, şehrine, doğasına, tarihine sahip çıkan mühendis, mimar ve şehir plancılarıdır. Mesleki bilgisini halktan yanan kullanan kamucu mühendis, mimar, şehir plancılarının mücadelesidir; TMMOB ve bağlı odalarının onurlu mücadele geleneğidir. Buradan bir kez daha iktidara sesleniyoruz: hukuku ve yargı organlarını siyasal çıkarlarınız doğrultusunda kullanmaktan vazgeçin. Doğamıza, tarihimize, yaşamımıza sahip çıkmak suç değildir. Mesleki sorumluluğumuz gereği bilimin ve tekniğin yol göstericiliğinde toplumu aydınlatmak suç değildir. Siyasi iktidarın tüm bu saldırı politikalarının altında, üzerini örtmek istediği büyük bir toplumsal dram ve başarısızlık tablosu yatmaktadır. İçerisinden geçtikleri her krizi, ücretleri aşağı çekerek, emekçilerin haklarını törpüleyerek, sendikasızlaştırarak, çalışma yaşamını güvencesizleştirerek, toplumu her açıdan baskı ve zor altına alarak atlatmayı deniyor. Arkadaşlarımızın, 1000 gündür tutuklu olmasının sebebi de bizleri, tüm halk kesimlerini sindirmek istemeleridir. Bizler bu ülkenin aydınlık yarınları için direnen, emeğine, haklarına ve Gezi’ye sahip çıkan milyonlar olarak, bütün bu yıldırma politikalarına karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Çünkü Gezi’ye baktığımızda; bilim ve tekniğin ışığında, tüm canlıların yaşam hakkına saygılı, eşit, onurlu, barış içerisinde yaşayacağımız, adil bir ülke umudunun ne kadar diri olduğunu görüyoruz. Geleceğimizi, çocuklarımızın yarınlarını görüyoruz. Biliyoruz ki, Gezi teslim alınamaz. Gezi Direnişi’ nin sesleri, bugün hala ülkemizin sokaklarında, yarınları, emekten, eşitlikten ve adaletten yana kurabilmenin umuduyla yankılanmaktadır. TMMOB ve bağlı odaların en temel amacı, bilimi ve tekniği halkın yararına kullanarak kamusal alanları savunmaktır. Siyasi iktidarın TMMOB’yi cezalandırmak istemesinin asıl nedeni TMMOB ve bağlı odalarının toplumcu çizgisidir. Mesleklerimizin gereği halka ait olanı korumak, kamu yararını savunmak, biz mühendis, mimar ve şehir plancılarının temel görevidir. Bu görev doğrultusunda, İstanbul kentinin en önemli kamusal alanlarından biri olan Gezi Parkı’nı korumak, Gezi Parkı park olarak kalsın diye mücadele etmek mesleğimizin en önemli toplumsal sorumluluğudur. İşte bu yüzden bilinmelidir ki, hiçbir dava ve hiçbir karar, Gezi’nin , demokratik kamuoyu ve yasalar önündeki meşruiyetini gölgeleyemez ve hiçbir güç bizlerin emekten, halkımızdan, ülkemizden, mesleğimiz ve bilimsel teknik doğrulardan yana duruşumuzu engelleyemez. TMMOB, arkadaşlarımızın yanında olmaya, doğru bildiklerini söylemeye, halkımızdan, ülkemizden yana kamu yararını savunma mücadelesini sürdürecektir. 1000 gün sonra inatla ve ısrarla bir kez daha haykırıyoruz; Halkın vicdanını derinden yaralayan bu kararların hiçbir hükmü yoktur. Bu siyasi zorbalıktan derhal vazgeçin ve arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın.

MMO Bursa: Sağlıkta ticaret ölüm demektir! Haber

MMO Bursa: Sağlıkta ticaret ölüm demektir!

“Sağlıkta Dönüşüm” programının sağlıksızlık üretmeye, bebekler dahil yaşamları kast etmeye başladığını belirten ortak basın açıklamasını SES Bursa Eş Şube Başkanı Alican Özden okudu. Özden’nin yaptığı basın açıklamasının ardından SES Genel Sekreteri Ferit Ceylan, DİSK Dev Sağlık-İş Bursa Temsilcisi Alper Küçük, Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş da birer konuşma yaptılar. Özden tarafından okunan açıklama şöyle: “Sermayenin ihtiyaçları kapsamında Dünya Bankası’nın bir programı olarak geliştirilen Sağlıkta Dönüşüm Programının uygulanmasına 3 Kasım 2002 tarihi itibariyle hız verildi. Sağlık sistemine bilerek yatırım yapılmamış ve sağlık sistemi uygulanan politikalarla zayıflatılmış, sonra da bunun sonucunda ortaya çıkan hasta kuyrukları, ilaca ulaşma zorlukları, SSK-Sağlık Bakanlığı ayrılığı gibi halkta oluşan hoşnutsuzluktan faydalanılmış, bu olumsuz sağlık uygulamalarının “sağlıkta devrim” yapılarak değiştirileceği beklentisi oluşturulmuş ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın uygulanmasına destek istenmiştir. Gelinen aşamada özellikle de para için bebeklerimizin yaşamlarına kadar el uzatan bu programın toplum sağlığına yararı olmadığı herkesçe görülmüştür. Sağlıkta dönüşüm programı ve programa yön çizen kar ve rant amaçlı, özelleştirmeci, halkın geniş kesimlerinin çıkarlarını sermayenin ihtiyaçlarını için gözden çıkartan anlayış ülkemizde de benzer uygulamaları hayata geçiren tüm dünya ülkelerinde de çökmüştür. Sağlıkta Dönüşüm Programı; sözleşmeli çalışmayı, performansa dayalı ücretlendirmeyi, genel sağlık sigortası uygulamasını, aile hekimliğini, kamu hastane birliklerini kapsıyordu. Kamu alanının tamamında planlanan genel dönüşümün adı olan “Kamu Özel Ortaklığı’nın sağlıktaki adı olan şehir hastaneleri ise programın ikinci fazı olarak ifade ediliyordu. “Sağlıkta Dönüşüm Programı” tüm itirazlarımıza rağmen yaşama geçirilmeye çalışıldı. Mevcut sağlık sistemine eleştirilerimizi ifade ederken hep alternatifini de sunduk. Daha özgür, sömürüsüz, demokratik, eşitlikçi bir dünya için mücadele ederken “başka bir sağlık mümkündür” ü sürekli olarak ifade ettik, mücadelesini verdik. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nda “biz ne dedik onlar neler yaptılar ve sonuçları ne oldu” hatırlayalım: Sağlık toplumsal bir olgudur. Toplumun en geniş kesimlerinin sağlığını ve ihtiyaçlarını merkeze almalıdır. Sağlık, sağlıklı olma halini belirleyen tüm nedenler ve etmenlerle birlikte ele alınmalıdır. Bir sağlık sorunu varsa sadece bireyin durumuna indirgenemez, altında yatan toplumsal, siyasal, ekonomik, ekolojik, kültürel ve eril tahakkümden kaynaklanan nedenler vardır. Bunları görmeden sağlık konusunda bir yol alınmayacağı açıktır. Ancak yönetenler sadece sonuçlar ile ilgilenerek sağlıksızlık halinden kar etmeye heves eden bir sağlık sisteminde ısrar etmeye devam etti. Koruyucu sağlık sistemi öncelenmedi. Bunun için birinci basamak sağlık hizmetleri hayati önemdedir. Bu hizmetler bölge tabanlı ve toplum merkezli olmalıdır. Sağlıktaki yatırımların ağırlığı koruyucu sağlık hizmetlerine verilmelidir. İktidarlar birinci basamağa yönelik eleştirileri görmezden gelerek ve gerekli yatırımları yapmayarak birinci basamağı çalışamaz hale getirmişlerdir. SSK, üniversiteler, askeri kurumlar, belediye, Sağlık Bakanlığı vb. farklı ve bölünmüş bir sağlık hizmetleri mevcut idi. Bunların birleştirilmesi gerekir ancak bu yapılırken sağlık hizmetlerinin planlaması, örgütlenmesi ve sunumunda toplumun örgütlü kurumlarının ve en başta da sağlık emekçilerinin örgütlerinin karar ve denetim süreçlerinde bulunması gerekir dedik. Kamu kurumlarında yürütülen sağlık hizmetleri tek elde toplanırken -SSK kurumları işçilerin paraları ile kurulmuş olmasına rağmen- işçi sendikaları ve tüm toplum kesimleri bu sürecin dışında tutuldu. Bir taraftan “tüm sağlık kurumları tek çatı altında toplandı” söylemi geliştirilirken diğer taraftan özel sağlık kurumları teşvik edilerek, destekler sunularak sayısı arttırıldı. Sağlık kurumlarını Halk Sağlığı, Temel Sağlık Hizmetleri ve Kamu Hastane Birlikleri diye üçe ayırdı. Tüm itirazlarımıza rağmen sağlık hizmetlerinin bütüncüllüğü yok sayılarak bu politikada ısrar edildi. Belli bir süre sonra insanın aklıyla alay edercesine “sağlıkta devrim” diyerek üçe ayırdıkları sağlık kurumlarını yine birleştirdiler. Önemli bir diğer değişim de SDP öncesinden başlayan ve SDP ile patlama yapan özel sağlık sektörü oldu. Sermaye kesimlerinin sağlığa ilgisi büyük oldu. Sağlıktan artı değer sızdırma, hükümetin teşvikleri ile oldukça cazip hale geldi. Güvencesiz sağlık emek gücü bu hastanelerde derin sömürüye maruz kalırken, hastaların bedenleri kar adına sürekli istismar edilir hale getirildi. Sağlık hizmetlerinin genel bütçeden karşılanması gerekir, sağlıktan tasarruf yapılamaz dedik. Önce sağlık hizmetlerini ve finansmanını birbirinden ayırdılar. Hizmet ve finansmanın birlikte ve bütüncül ele alınması gerekirken, bu ayrım sağlık hizmetlerini ciddi anlamda farklılaştırmıştır. 2008’de çıkarılan Genel Sağlık Sigortası uygulaması ile yoksullar üzerinde sağlık hizmetinin mali yükü artmıştır. Bunu takip eden SUT uygulamaları ve katkı katılım payları, cepten ödemeler ile toplumun sağlık hizmetini almasının önüne ciddi bariyerler konulmuştur. “Sağlık bir kamu hizmetidir, kamu hizmeti kadrolu çalışanlar eliyle yürütülür, kamu hizmetlerinin nitelikli ve sürekliliği için bu bir zorunluluktur” dedik. Ancak geçen süre zarfında güvencesizlik temel çalışma rejimine dönüştürüldü. Güvencesizlik durumu emekçileri sağlıksız koşullarda, daha fazla sürelerde, daha ucuza çalışmaya zorladı. Sağlığımız bozuldu. Salgın da hastalandık ve öldük. Depremde enkaz altında kaldık. Sağlık emekçilerinin insanca yaşanacak bir temel ücreti olmalıdır dedik. Sürekli olarak sağlık emekçilerin temel ücretini düşük tutarak performans, teşvik vb. güvencesiz ücretlendirme getirdiler. Gelirleri arttırmak için fazla mesai ve fazladan nöbetler tutmaya başladık. 2-3 kişinin işini tek kişiye gördürdüler. Devasa hastanelerin toplum sağlığı açısından yararlı olmadığı, esas olarak koruyucu sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi gerektiğini söyleyegeldik. Sağlıktan para kazanmaya çalışan sermaye grupları olan; bankacılık, sigortacılık, tıbbi teknoloji/medikalcılık, inşaat sektörünün ihtiyaçları üzerinde ısrarla yapılmak istenilen şehir hastanelerinin kentlerde yayılmış olan hastanelerin kapatılması sonucunda sağlık hizmetine ulaşımını engelleyeceğini söyledik. Aynı zamanda bu devasa hastaneleri sağlık hizmetlerin verilmesi açısından da uygun mekanlar olmadığı ifade ettik. Tüm ısrarlarımıza rağmen toplumsal sağlık için ayrılması gereken kaynaklar buralara ayrılarak şehir hastaneleri açıldı. Sonuç olarak sizin yap-boza dönüştürdüğünüz sağlık sisteminin toplum sağlığına yararı olmadığı açıktır. Salgın ve sonrasında deprem bunu daha görünür kılmıştır. “Sağlıkta devrim” diye allayıp pulladığınız “sağlıkta dönüşüm” programınız çökmüştür. Bizler başka bir sağlık mümkündür ve zorunludur diyoruz;. BUNUN İÇİN TALEPLERİMİZ Rant ve kâr amaçlı değil, sağlık emekçisi ve başvurucular arasına para ilişkisinin giremediği, koruyucu hizmetlerin öncelendiği toplum için sağlık, Pıtrak gibi çoğalan özel sağlık kurumlarına değil kamu sağlık kurumlarına yatırım, Sağlık hizmetlerinin demokratikleşmesi, Bireysel ve tedavi merkezli değil, toplum ve bölge tabanlı koruyucu sağlık, Taşeron, sözleşmeli, 4/B,4/C,4/D, 3+1 değil tek ve kadrolu çalışma, Performans değil, emekliliğimize yansıyacak temel ücret ve ücretlerimizde artış, Devasa şehir hastaneleri değil topluma yayılmış, ulaşılabilir sağlık kurumları, Ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir ve anadilinde sağlık hizmeti demeye devam edeceğiz. İşte bu dediklerimizi kaale almadığınız bizleri dinlemediğiniz, sağlığı piyasalaştırdığınız ve kar aracına dönüştürdüğünüz için bugün bebeklerimizin özel hastane yoğun bakımlarında nasıl katledildiği haberleri ile sarsılıyoruz. Yaşanan bu katliamı birkaç kişiye yıkarak birkaç hastane kapatarak örtemezsiniz. O hastanelerde çalışan suçsuz evine ekmek götüren emekçileri işsiz bırakamazsınız. Bu hastaneleri kamulaştıracak ya da işsiz kalacak suça bulaşmamış emekçileri Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde görevlendireceksiniz! Dönemin il sağlık müdürü olan Sağlık Bakanı dâhil denetimden sorumlu yerelden bakanlığa kadar tüm bürokratlar sorumluluğu gereği görevden el çektirilerek adli ve idari soruşturmaya dahil edeceksiniz! Kar ederken ses çıkarmayan hastane patronları ya da özel hastane şirketlerinin yöneticileri de aynı derecede sorumludur. Gözaltına alınan tek bir hastane sahibi ya da şirket yöneticisi yoktur. Bunları da soruşturmaya dahil edeceksiniz! Kamu hastanelerinde ki istihdam açığını hızla giderip liyakatsiz yöneticilerinizi geri çekeceksiniz! Kamusal, nitelikli, erişilebilir, ücretsiz ve anadilinde sağlık sisteminin garantisini vereceksiniz! Özel hastaneleri ya kamulaştıracaksınız ya da SGK ile yapılan tüm anlaşmaları iptal edecek ve hiçbir özel sağlık kurumu ile SGK’nın bir daha anlaşma yapmasının önüne geçeceksiniz! Madem özel hastane istiyorsunuz bırakın özel kalsınlar. SGK’dan yani halkın vergilerinden beslemeyeceksiniz! Yönünüzü sermaye tekellerine değil halka, sağlık ve sosyal hizmet emekçilerine döneceksiniz! Sağlık ve sosyal hizmet alanında yaşanan vurgunları, hırsızlıkları ve olumsuzlukları açığa çıkaran üye ve yöneticilerimize soruşturma açmaktan sürgün etmekten vazgeçeceksiniz. Bizleri dinlemeyi öğreneceksiniz! Sağlık emekçileri ve halkı karşı karşıya getirip bu skandaldan sıyrılmanıza izin vermeyeceğiz.”

Bursa’da vergide adalet eylemi Haber

Bursa’da vergide adalet eylemi

Bursa Vergi Dairesi önünde yapılan açıklamada, ‘Artık yeter, geçinemiyoruz. Kararlıyız bu oyunu bozacağız’ denildi. Yapılan ortak açıklamayı DİSK Güney Marmara Bölge Temsilcisi, Birleşik Metal-İş Bursa Şube Başkanı Gökhan Aydın okudu. Aydın tarafından okunan açıklama şöyle:  “Durmak bilmeyen zamların ve adaletsiz vergilerin yükü altında eziliyoruz. İşçiler, emekçiler ve emekliler yaşam savaşı verirken, birileri servetine servet katıyor. Bizden alıp patronlara veriyorlar, yoksulun cebinden zenginin kasasına kaynak aktarıyorlar. Halkın sofrasından çalıp, sermayenin banka hesaplarını büyütüyorlar. Ülkemiz dünyada gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkeler arasında yer alıyor.   Bizler Ülkemizin Tüm Değer ve Güzelliklerini Üretenleriz! Biz bu adaletsizliği hak etmiyoruz. Ekonomik kriz derinleşirken, biz düşük gelirle yaşam mücadelesi verirken, yüksek vergiler ödüyoruz. İşçinin patronundan fazla vergi verdiği bir ülke haline geldik. İktidar, kamu kaynaklarını bir avuç sermayeye aktarırken; vergi afları ve teşviklerle onların servetine servet katarken, bizim emeğimiz, hakkımız, alın terimiz hiçe sayılıyor. Özetle biz çalışıyoruz, biz üretiyoruz, biz vergi veriyoruz ve biz açlıkla, yoksullukla karşı karşıya kalıyoruz. Bıçak Kemiğe Dayandı! Biz sustukça, adaletsizlik büyüyor; cebimize, ekmeğimize, haklarımıza daha fazla el uzatıyorlar. Artık tek başına yaşam savaşı vermenin değil, hep birlikte adalet mücadelesini büyütmenin zamanıdır. Gelirde Adalet İstiyoruz! Vergide Adalet İstiyoruz! Ülkede Adalet İstiyoruz!  Asgari ücret başta olmak üzere tüm ücretlerin artırılmasını istiyoruz! Bunun için yüksek enflasyon dönemlerinde asgari ücretin yılda dört kez artırılmasını; sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev hakkı önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Emeklilikte adalet, emeklilere adalet ve insanca yaşam istiyoruz. En düşük emekli aylığının en az asgari ücret düzeyine yükseltilmesini ve tüm emekli aylıklarının aynı oranda artırılmasını talep ediyoruz. Emeklilik sistemindeki adaletsizliklere son verilmesini istiyoruz.  Esnek çalışma adı altında emeklilik ve kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldırmaya yönelik planlardan derhal vazgeçilmesini istiyoruz. “Kullan at” işçiliği adı verilen tüm güvencesiz çalıştırma biçimlerine karşı güvenceli ve kalıcı bir istihdam için mücadele ediyoruz. Gelirde adalet için taleplerimiz -Gelir vergisinin ilk tarife oranı yüzde 10’a düşürülmelidir. -Gelir vergisi tarife dilimleri yeniden değerlendirme oranı kadar (asgari ücret artışından aza olmamak kaydıyla) artırılmalıdır. -Asgari ücret istisnası vergiden değil, matrahtan indirim yoluyla uygulanmalıdır. -İşverenlere uygulanan 5 puanlık SGK prim indirimi işçilere de sağlanmalıdır. -Üst gelir gruplarına ve büyük servet sahiplerine yönelik olarak servet vergisi uygulanmalıdır. -Çağ dışı bir uygulama olan damga vergisi derhal kaldırılmalıdır. -Dolaylı vergilerin oranları düşürülmeli, bu adaletsiz vergilerin vergi gelirleri içinde payı azaltılmalıdır. Ve son söz olarak kıdem tazminatına el uzatmaya kalkanları bir kez daha uyarıyoruz: Bedeli ağır olur! Hepimize düşen görev bu mücadeleyi büyütmektir. Hepimize düşen görev konumuzu komşumuzu, sendikalı sendikasız tüm işçileri, emekçileri, emeklileri, tüm sınıf kardeşlerimizi meydanlara taşımaktır.” Yaşasın sınıf dayanışması

10 Ekim Katliamını Unutmayacağız, Unutturmayacağız! Haber

10 Ekim Katliamını Unutmayacağız, Unutturmayacağız!

TMMOB, DİSK, KESK, TTB Bursa Bileşenleri tarafından gerçekleştirilen anma programında, basın açıklamasını Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş okudu. Binbaş tarafından okunan açıklama şöyle: “103 barış karanfilimizi aramızdan koparan Gar Katliamının üzerinden 9 yıl geçti. Dokuz yıl önce bugün binlerce yurttaşımız Emek, Barış ve Demokrasi Mitingine katılmak için ülkenin dört bir yanından yola çıkmış, Ankara Garı önünde buluşmuştu. Tek bir amaçları vardı. O da 7 Haziran 2015 Seçimleri sonrasında ülkeye egemen hale getirilmeye çalışılan şiddet ve korku iklimine karşı barışı, demokrasiyi ve emeğin haklarını savunmaktı. Ancak saat 10’u 4 geçe birbiri ardına patlayan iki bomba gözlerindeki gülümsemeyi, dillerindeki barış türkülerini hedef aldı.  IŞİD üyesi iki canlı bomba tarafından gerçekleştirilen kanlı saldırı ile bağrımıza adeta onlarca kara saplı bıçak saplandı. 103 canımız aramızdan koparılırken yüzlerce insanımız fiziksel, yüzbinlerce insanımız ruhsal olarak yaralandı. Gar katliamı, Türkiye tarihinin en büyük katliamı olarak kapkara bir sayfa olarak tarihimize geçti. Katliamın ardından başlayan dava sürecinde birileri o karanlık sayfa hiç aydınlatılmasın diye elinden geleni yaptı. Yapmaya devam ediyor. Ama dava süreci acılı ailelerimizin, avukatlarımızın ısrarlı çabaları ile tüm dünya kamuoyunun gündemine girdi. 10 Ekim Davası tutuklu sanıklar yönünden 9 kişi hakkında 101 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası verilerek karara bağlandı. Ana dosyadan ayrılan firari sanıkların yargılandığı dosya Türkiye'nin ilk ve tek insanlık suçu yargılaması olarak tarihe geçti. 1 Temmuz 2024’te görülen duruşmada ise ülkede yaşanan en büyük katliama ilişkin ikinci kez karar verildi. Ne yazık ki mahkeme “İnsanlığa karşı suç işlenmiştir’ diyemedi.  Dosyayı IŞİD’i aklayarak kapatmak istedi.   Buradan tekrar altını çiziyoruz. Bu dava bizler için bitmemiştir. Katliamın sadece maşası olanlara, tetikçilere ceza verilmesi yeterli değildir. Bizler en başından beri katliamın arka planın aydınlatılmasını, katliamın gerçek sorumluların yargılanmasını istiyoruz. Mahkeme tutanakları tarihe yazılan gerçeklerin üstünü örtemez. 9 yıldır milyonların gözünün önünde yaşanan gerçekleri unutmadık, unutturmayacağız.  Katliam sorumluları 10 gün önce tespit edilmesine rağmen hiçbir işlem yapmayanları unutmadık.       Yol kontrollerini kaldırarak katillere adeta koridor açanları unutmadık.       Saldırı olacağı istihbaratını miting tertip komitesinden gizleyenleri unutmadık.       Katliamın yaşandığı alana ambulansların girmesini geciktirip, alana önce TOMA’ları sürenleri, yaralılara gaz sıkma emri verenleri unutmadık.       Katliam sonrası anket yapıp oylarının ne kadar arttığını araştıranları unutmadık.       IŞİD’e “öfkeli gençler” diyerek, “kokteyl örgüt” diyerek davayı sulandırmaya çalışanları, katliamın delilerini saklayanları ve onları terfi ettirenleri unutmadık.       Soruşturma dosyası savcılarının bizlerden sakladığı 9 klasör dava evrakının adliye koridorlarında şans eseri bulunmasını unutmadık. En önemlisi barış karanfillerimize verdiğimiz sözü unutmadık. Bu topraklarda katliamlar ile hesaplaşmak için mücadele verenlerin karşısına dikilen duvarları, konulan engelleri en iyi bizler biliyoruz. Barış karanfillerimize sözümüz var.  O duvarların tuğlalarını çekip çıkaracağız. 10 Ekim katliamında rolü olan, görevini ihmal eden, katliama yol veren, hangi mevki ve makamda olursa olsun tüm sorumlular yargılanana ve hak ettikleri cezayı alana kadar adalet yürüyüşümüzü hep birlikte sürdüreceğiz. 10 Ekim katliamının unutturulmak istenmesine izin vermeyeceğiz. Türkiye tarihinin en büyük kitle katliamında kaybettiğimiz barış şehitlerimizi saygı ve özlemle anarken sözümüzü bir kez daha yineliyoruz. Bu toprakları katliamlarla, faili meçhul cinayetlerle anılmaktan çıkarıp barış ve demokrasiyle taçlandırarak yitirdiğimiz canlarımıza, yoldaşlarımıza, karanfillerimize armağan edeceğiz. Er ya da geç, sorumlular cezalandırılacak; emek kazanacak, demokrasi kazanacak, barış kazanacak!”  

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Söz Bursa En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.