SON DAKİKA
Hava Durumu

#Kayıhan Pala

Söz Bursa - Kayıhan Pala haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kayıhan Pala haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Bursa'daki kamu hastanelerinin yetersizlikleri Meclis gündeminde Haber

Bursa'daki kamu hastanelerinin yetersizlikleri Meclis gündeminde

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, Bursa’da kamu hastanelerinde yaşanan kapasite yetersizliğini ve kent merkezinde kapatılan veya açılışı geciken hastaneleri Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’na yönelttiği yazılı soru önergesiyle bir kez daha Meclis gündemine taşıdı. Pala, “Bursa kişi başına hasta yatağı ve yoğun bakım yatağı bakımından, nüfusu en yüksek ilk on il arasında ne yazık ki son sırada bulunuyor. Bu tablo, Bursa’nın hakkı olan kamu sağlık yatırımlarını alamadığını, halkın özel hastanelere yöneltildiğini açıkça gösteriyor” dedi. MURADİYE DEVLET HASTANESİ BEŞ YILDIR KAPALI Önergede, 2019’da Bursa Şehir Hastanesi açılırken Temmuz ayında kapatılan Muradiye Devlet Hastanesi’ne dikkat çekiliyor. Aradan beş yıldan fazla zaman geçmiş olmasına karşın, Muradiye Devlet Hastanesi’nin hâlâ yeniden faaliyete geçmediğini vurgulayan Pala, “Bu hastane, konum olarak kent merkezindedir ve merkezdeki hastalar için kritik öneme sahiptir. Şehir Hastanesi açılınca buranın kapatılmasıyla birçok hasta için tedavi edici hizmetlere erişim çileye dönüştü. Hastalar şehir dışında açılan Bursa Şehir Hastanesine ulaşmakta çok zorlanıyor, bazı hastalar kent merkezinde yeni açılan özel hastanelere gitmek zorunda kalıyor. Geçen yıllara rağmen söz konusu hastanenin neden hâlâ devreye alınmadığını Bursa halkı merak ediyor” ifadelerini kullandı. Konuyla ilgili sorulardan biri de hastanenin ne zaman tekrar hizmet sunmaya başlayacağı. Pala, “Muradiye Devlet Hastanesinin deprem güçlendirme ve tadilat inşaatını yerinde inceledim. Bu gidişle hastanenin 2026 yılında bile açılması mümkün görünmüyor. Bir deprem güçlendirme ve tadilat projesinin 7 yıl sürmesi normal değil; Sağlık Bakanlığı kent merkezindeki Muradiye Devlet Hastanesinin açılışını geciktirerek özel hastanelere alan açıyor” diye konuştu. ALİ OSMAN SÖNMEZ DEVLET HASTANESİ’NDE GECİKME, ÇEKİRGE DEVLET HASTANESİ’NDE BELİRSİZLİK Pala’nın soru önergesinde bir diğer önemli başlık, Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesi. Osmangazi ilçesinde 2017’de inşaatına başlanan bu hastane için “2020’de hizmete girecek” vaatleri verildiğini hatırlatan Pala, “2025 yılı itibarıyla inşaatın hangi aşamada olduğu hâlâ net değil. Bu hastanenin ne kadarının tamamlandığı, ne zaman kapılarını açacağı belirsiz. Temeli atılalı yedi yıl olacak neredeyse; kent hastane bekliyor, inşaat hâlâ sürüyor” ifadelerini kullandı. Daha da önemlisi, Ali Osman Sönmez Hastanesi açıldığında Çekirge Devlet Hastanesi’nin kapatılacağı söylentileri üzerine Pala, “Çekirge Devlet Hastanesi’nin depremsellik raporunda sorun bulunmadığı bizzat eski Sağlık Bakanı tarafından açıklanmıştı. Buna rağmen kapatılırsa zaten az olan kamu yatak sayısında önemli bir artış sağlanamayacaktır. Bursa’da hâlihazırda yetersiz olan klinik yatakları ve yoğun bakım yatak kapasiteleri nasıl artırılacak? Çekirge Devlet Hastanesi neden kapatılmak isteniyor?” diye sordu. ÖZEL HASTANELER TEŞVİK EDİLİYOR Anımsanacağı gibi, şehir dışındaki Bursa Şehir Hastanesi açılırken kent merkezinde hizmet sunan Muradiye Devlet Hastanesinin yanı sıra Zübeyde Hanım Doğumevi, Çekirge Çocuk Hastanesi ve Türkan Akyol Göğüs Hastalıkları Hastanesi de kapatılmış, Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi de küçültülerek, birçok hizmeti sunamaz hale getirilmişti. Bursa’nın merkezindeki devlet hastanelerinin birbiri ardına kapatılmasının arkasında özel hastanelere kaynak aktarma niyeti olup olmadığı da Pala’nın öne çıkardığı sorulardan. “Sağlık Bakanlığının, kent merkezindeki kamu hastanelerini kapatma ve yenilerinin açılmasını geciktirme tutumu, özel sektöre alan açmak gibi bir politikaya mı dayanıyor?” diye soran Pala, özellikle Şehir Hastanesi açıldıktan sonra kent merkezinde çok sayıda yeni özel hastane faaliyete geçtiğine dikkat çekti. Pala, “Kamu sağlık hizmetlerinin zayıflatılmasıyla birlikte Bursa’da özel hastanelere gitmek zorunda kalan hastalar yüksek fark ücretleriyle yüz yüze kalıyor. Bu da sağlığın ticarileştirilmesinin somut göstergesi.” diyerek eleştirilerini dile getirdi. YILDIRIM DEVLET HASTANESİ SÖZÜNDEN DÖNÜLDÜ MÜ? Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin ilk binasının bulunduğu Yıldırım ilçesindeki alana bir devlet hastanesi inşa edileceği yönünde eski Bakan Fahrettin Koca’nın net açıklamaları olduğunu, ancak bakan değişiminin ardından bu projenin akıbetinin belirsizleştiğini vurgulayan Pala, “İddialara göre yeni bakan, bu hastane kararından vazgeçmiş. 2025 yılı yatırım programında Yıldırım Devlet Hastanesi için hiçbir ödenek ayrılmamış olması bu iddiayı doğrular nitelikte. Oysa Yıldırım’da bu hastaneye çok ihtiyaç var. Eğer bazı çıkar çevreleri devreye girdiği için söz konusu alana devlet hastanesi yapmaktan vazgeçtilerse hastaların kamu sağlık hizmetlerine erişimi engellenmiş ve halka verdikleri söz tutulmamış olacak” diye konuştu. BURSA SAĞLIK ALTYAPISINDA DERİN ÇELİŞKİ Pala, önergede Bursa ile ilgili temel sorunları şöyle özetliyor:  Kişi başına düşen yatak ve yoğun bakım yatağı sayısında düşüklük,        Kapatılan Muradiye Hastanesi,       Açılışı geciktirilen Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesi,        Çekirge Devlet Hastanesi’nin kapatılacağı iddiası,        Bursa Şehir Hastanesi’ne şehir dışında olması nedeniyle erişim zorlukları,        Bursa merkezinde son dönemde açılan çok sayıda özel hastane,        Yıldırım ilçesinde kurulacağı söylenen yeni devlet hastanesinin belirsizliği. Pala, “Bunların tümü, Bursa’da kamu sağlık yatırımlarının planlanmasının ne kadar eksik yürütüldüğünü gösteriyor. Oysa Bursa, Türkiye’nin dördüncü büyük kenti ve sağlık hizmetleri açısından çevresindeki illere de hizmet sunuyor. Bu koşullarda, kamu hastane yatakları ve yoğun bakımları mevcut kapasitesi ivedi olarak artırılmalıdır” dedi. “BURSA HALKI YANIT BEKLİYOR” Pala, “Halkımız, Bursa’da kamu sağlık hizmetinin neden gereksinimlere yanıt verebilmesi için yeterince çaba gösterilmediğini ve hastaların özel hastanelere mecbur bırakıldığını öğrenmek istiyor. Bu bağlamda, özel hastanelerin sahiplerinin ve ortaklarının iktidar bağlantıları da dikkat çekiyor. Bu soruların yanıtlarını bakanlıktan net şekilde almak istiyoruz” diyerek açıklamasını tamamladı. Pala, halktan ve sağlık emekçilerinden de konuyu gündemde tutmalarını isteyerek, “Bakanlığın Bursa’daki kamu hastanelerine gereken yatırımları bir an önce yapmasını ve yeni kamu sağlık kuruluşlarını hayata geçirmesini talep ediyoruz” diye konuştu.

Kayıhan Pala'dan 'antimikrobiyal direnç'le mücadele çağrısı Haber

Kayıhan Pala'dan 'antimikrobiyal direnç'le mücadele çağrısı

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, antimikrobiyal (antibiyotik) direncin ülkemizde ve dünyada geldiği kritik seviyeyi gündeme taşıyarak, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığına bir yazılı soru önergesi sundu. Önergede, OECD’nin 2023 tarihli raporuna dayanarak Türkiye’nin, antimikrobiyal direnç alanında “yüksek riskli ülkeler” arasında yer alması ve buna bağlı olarak yaşanan halk sağlığı sorunları vurgulanıyor. Pala, kamuoyunu ve yetkilileri konuyla ilgili harekete geçmeye çağırıyor. “OECD Verilerine Göre Türkiye Zirvede” Önergede, OECD’nin “Antimikrobiyal Dirençle Mücadele için Tek Sağlık Çerçevesinin Benimsenmesi” (Embracing a One Health Framework to Fight Antimicrobial Resistance) başlıklı raporundan kapsamlı veriler paylaşan Pala, Türkiye’nin antimikrobiyal direnç oranlarında Hindistan’dan sonra en yüksek ikinci ülke olarak göründüğüne dikkat çekiyor. Antibiyotik tüketiminin son 20 yılda yüzde 115 artış gösterdiğini, bunun da OECD ortalamasının çok üzerinde olduğunu ifade eden Pala, raporda yer alan “2025’e kadar özellikle E. coli ve Klebsiella pneumoniae gibi bakterilerde yüksek direnç oranları bekleniyor” bulgusunun altını çiziyor. “Hastane Enfeksiyonlarında Direncin yüzde 70’i Sağlık Hizmetlerine Bağlı” Önergeye göre, Türkiye’deki dirençli enfeksiyonların yüzde 70’inin sağlık hizmeti ortamlarında edinildiği belirtiliyor. Bu durumun, hastane ve diğer sağlık kurumlarda enfeksiyon kontrolü ve doğru antibiyotik kullanımı için alınan tedbirlerin yetersizliğine işaret ettiğini ifade eden Pala, “Sağlık tesislerinde, özellikle yoğun bakım ünitelerinde, antibiyotik kontrol prosedürlerini sıkılaştırmak; ayrıca akılcı ilaç kullanımını yaygınlaştırmak zorunlu hale gelmiştir” dedi. “Bebekler, Yaşlılar ve Kronik Hastalığı Olanlar Yüksek Riskte” Önergede, antimikrobiyal direnç nedeniyle özellikle yeni doğanların, ileri yaş grubunun ve kronik rahatsızlığı bulunan bireylerin yüksek risk altında olduğunun altı çiziliyor. Türkiye’nin dirençli bakterilerden kaynaklanan ölümlerde OECD içinde en yüksek oranlardan birine sahip olması, toplum genelinde alarm yaratacak boyutta bir tehdit olarak değerlendiriliyor. Ertapenem Eksikliği ve Direnç Sorunu Önergede ayrıca, dar spektrumlu karbapenemlerden ertapenemin temininde yaşanan zorlukların, hekimleri daha geniş spektrumlu antibiyotiklere yönlendirdiği, bunun da direnç gelişimini körüklediği ifade ediliyor. Pala, “Dar spektrumlu antibiyotiğin dahi piyasada bulunamaması, özellikle dirençle mücadelede elindeki silahları hızla kaybeden sağlık çalışanlarını çaresiz bırakıyor” diyerek Bakanlığın bu konuda neler yaptığını sorguluyor. “Ulusal Eylem Planı Nerede?” Bir diğer önemli başlık da Türkiye’de etkili ve güncel bir antimikrobiyal direnç eylem planının olup olmadığı. Antibiyotik reçetelendirme, hastane laboratuvarlarında direnç takibi ve tarımsal kullanım gibi çoklu sektör koordinasyonu gerektiren önlemlerin acilen güçlendirilmesi gerektiğini belirten Pala, “Tek sağlık yaklaşımına dayalı, hem insan hem hayvan sağlığını kapsayan bütüncül bir plana ihtiyaç var. Yoksa yaklaşan krizi kimse engelleyemez” değerlendirmesinde bulundu. Kamuoyuna Çağrı Son olarak basına yaptığı açıklamada, Bakanlığı acil önlem almaya davet eden Prof. Dr. Kayıhan Pala, “OECD raporları somut şekilde gösteriyor ki, ülkemiz antibiyotik tüketiminde ve direnç gelişiminde zirvede. Bu, her yıl binlerce vatandaşımızın dirençli enfeksiyonlar nedeniyle hayatını kaybetmesine veya ciddi şekilde zarar görmesine yol açıyor. Sağlık Bakanlığı bu gerçeği daha fazla görmezden gelemez. Alınacak önlemler açık: İlaç politikasında akılcı antibiyotik kullanımını teşvik etmek, hastane enfeksiyon kontrol komitelerini etkinleştirmek, ilaç tedarik sorunlarını çözmek ve sağlık hizmeti ortamlarında gerekli önlemleri almak. Vakit kaybetmek, halk sağlığı açısından felaket olur.” dedi. Önergede yer alan sorular arasında, “Antimikrobiyal direnç nasıl izleniyor?”, “Hastanelerde antibiyotik tüketimi ve direnç oranları yıllara göre nasıl değişiyor?”, “Dirençle mücadelede hangi stratejik adımlar atılacak?” gibi kritik başlıklar bulunuyor. CHP’li vekil Pala, Bakanlığı şeffaflığa ve somut eylem planı açıklamaya davet etti.

Kayıhan Pala, Kayseri Şehir Hastanesi'ndeki iddiaları TBMM'ye taşıdı Haber

Kayıhan Pala, Kayseri Şehir Hastanesi'ndeki iddiaları TBMM'ye taşıdı

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, Kayseri Şehir Hastanesi’nde yaşanan ve yaklaşık 400 ila 1000 hastayı etkilediği öne sürülen “bozuk formaldehit solüsyonu” iddialarını TBMM gündemine taşıdı. Konuyla ilgili olarak Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun yanıtlaması istemiyle bir yazılı soru önergesi sunan Pala, hastaların organ dokusu numunelerinin işlevsiz hâle gelmesi, tanı konulamadığı için yeniden invaziv işlemlere gerek duyulduğu iddialarını ve şehir hastanesinde işletmeci konumunda olan firmaların sorumluluğunu gündeme getirdi. Bozuk Formaldehit Solüsyonu ve Tanı Gecikmesi Basına yansıyan bilgilere göre, Kayseri Şehir Hastanesi Gastroenteroloji biriminde alınan biyopsi örneklerinin “formaldehit içeren bozuk solüsyonlar” yüzünden çürüdüğü, çok sayıda hastanın kanser vb. ciddi hastalıklarla ilgili tanısının geciktiği ya da hiç konulamadığı dile getirilmektedir. Pala, bu olayda zarar gören hasta sayısının 400 ila 1000 arasında olduğunun ifade edildiğini vurgulayarak, “Bakanlığın resmî soruşturma başlatıp başlatmadığı, hastaların yeniden biyopsiye çağrılıp çağrılmadığı, tanı koymada yaşanan gecikmelerin sorumluluğunun nasıl üstlenileceği” sorularının cevap beklediğini belirtti.  Sorumlu Şirket Başka Hastanelerde de Hizmet Veriyor Önergede ayrıca, Kayseri Şehir Hastanesi’nin patoloji laboratuvarının, kamu-özel iş birliği modeli çerçevesinde YDA Sağlık Yatırım ve İşletme Sanayi Tic. AŞ tarafından işletildiğine işaret ediliyor. Bozuk solüsyonun alt taşeron ATM Sağlık Kayseri Yatırım ve İşletme AŞ tarafından sağlandığı, aynı şirketin Konya ve Manisa şehir hastanelerinde de işletmeci konumunda olması nedeniyle benzer bir durumun diğer şehir hastanelerinde yaşanıp yaşanmadığının araştırılması gerektiği vurgulanıyor. Pala, “Bakanlık bu durumu tüm yönleriyle araştırmalı; başka hastanelerde aynı solüsyonun kullanılıp kullanılmadığını derhal incelemelidir” dedi. Tanı Konulamayan Hastaların Hayati Riski Artıyor Pala, basına yansıyan bir olguda bronkoskopiyle alınan örnekte kanserin saptanamadığı, ancak başka bir hastanede tekrarlanan biyopside “küçük hücreli akciğer kanseri” tanısı konduğunu hatırlatarak, “Bu tür gecikmeler, hem hastaların hayati riskini artırıyor hem de sağlık maliyetlerini yükseltiyor” ifadelerini kullandı. Tanı konabilmesi için işlemin yinelenmesi, yeniden endoskopi, bronkoskopi vb. girişimler yapılmasının hastaların sağlığını olumsuz etkilediğini ve özellikle kanser olgularında sağkalım süresinin kısalabileceğini belirtti. TİTCK İncelemesi ve Soruşturma Önergede, “bozuk olduğu iddia edilen formaldehit solüsyon tüplerinin Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’na (TİTCK) gönderildiği, ancak süreç ve rapor sonucunun ne aşamada olduğunun bilinmediği” yazılıp, bakanlığın rapor sonucunu ne zaman kamuoyuna açıklayacağı soruluyor. Ayrıca, söz konusu hatanın onaylanması halinde, hastane yönetimi, taşeron firma ve Şehir Hastanesini işleten şirket hakkında ne gibi yasal ve idari yaptırımların uygulanacağı da gündeme getiriliyor.  Kamu-Özel İşbirliği Modeli Çok Pahalı Olmasının Yanı Sıra Hastaların Sağlığını da Olumsuz Etkileyebiliyor Kamu-özel işbirliği modeliyle işletilen şehir hastanelerinin yüksek maliyeti biliniyor; şehir hastaneleri bunun yanı sıra “Hasta güvenliği açısından da yetersiz mi kalıyor?” sorusunu da doğuruyor. Pala, “Sayıştay raporları şehir hastanelerinin işletilmesiyle ilgili çok sayıda usulsüzlük, fazla ödeme, gereksiz ödeme, hatalı muhasebeleştirme, ihale dokümanı ve projelerde öngörülenden daha fazla alanın ticari alan olarak kullanılması gibi sorunu her yıl ortaya koymaktadır. Kayseri Şehir Hastanesinde yaşanan olay, bu modelin, tıbbi hizmetlerin sunulması sırasında da sorunlar yaşandığını ortaya çıkartıyor.” şeklinde konuştu. Soru önergesinde, “Resmî açıklamalarda, laboratuvar cihazlarının ve kimyasal temininin özel şirketin sorumluluğunda olduğu belirtilmektedir. Bu durumda bakanlık hangi periyodik denetimleri yapmaktadır?” sorusuna da yanıt aranıyor. Derhal Müdahale Edilmeli Pala’nın soru önergesi, 11 maddede Kayseri Şehir Hastanesi’ndeki iddiaları detaylandırıyor; “Bozuk solüsyonun kesin olarak saptanması hâlinde Konya ve Manisa gibi başka şehir hastanelerinde de aynı tehlikenin var olup olmadığının araştırılması, hatalı malzeme sağlayan şirket ve ilgili hastane yöneticilerine dair hangi soruşturmaların başlatılacağı, hastaların tekrarlayan test ve tedavilerinin maliyetini kimin karşılayacağı” gibi konularda açıklama talep ediyor. Bursa Milletvekili Pala, “Bu olay, kamu-özel işbirliği modeli ile işletilen şehir hastaneleriyle ilgili soru işaretlerini artırıyor. Derhâl müdahale edilmediği takdirde, daha fazla hasta mağdur olabilir. Bakanlığın hasta güvenliğini ön planda tutacak önlemleri alması, hepimizin ortak talebidir” diyerek, konunun takipçisi olacağını vurguladı.

Nilüfer’de “Ortak Akıl” toplantısı Haber

Nilüfer’de “Ortak Akıl” toplantısı

Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir, göreve geldikleri andan itibaren yaptıkları çalışmaları ve planlanan projeleri “Ortak Akıl” toplantısında paylaştı. CHP Parti Meclisi eski ve yeni üyeleri, mevcut ve geçmiş dönem milletvekilleri, Nilüfer Belediye Meclisi üyeleri, CHP Nilüfer İlçe Başkanı Özgür Şahin ve Nilüfer Belediye Başkan Yardımcıları ile Podyum Sanat Mahal’de bir araya gelen Başkan Şadi Özdemir, Nilüfer Belediyesi’nin çalışmalarını ve projelerini anlatan bir sunum gerçekleştirdi. Başkan Şadi Özdemir, ilçeyi ortak akılla yönetmek istediklerini ve bu anlamda toplantılar düzenlediklerini anlatarak şöyle konuştu: “Ortak akıl vizyonu ile yola çıkmıştık. Çeşitli kesimlerin fikirlerinden faydalanmaya çalışıyoruz. Amacımız herkesin sesinin yansıdığı, hepimizin sahip çıktığı bir Nilüfer yaratmaktı. Sloganımızı bu yönde ‘Herkesin Sesi, Hepimizin Nilüfer’i’ olarak belirlemiştik. Katılımcı, demokratik, şeffaf, eşitlikçi, adaletli, yenilikçi, erişilebilir, çözüm odaklı ve çevreye duyarlı olmak bizim değerlerimiz. ” 10 AYDA ÇOK YOL KATETTİK Göreve geldiklerinden bu yana geçen 10 aylık süreçte çok yol katettiklerini ifade eden Başkan Şadi Özdemir, Nilüfer’in 8’inci en gelişmiş kent olduğunu belirterek, bayrağı daha yukarı taşımak istediklerini dile getirdi. Nilüfer’in afetlere karşı hazırlıklı, bilinçli bir kent olması için planlamalar yaptıklarını dile getiren Başkan Şadi Özdemir, “Depreme dayanıklı malzemelerin olacağı deprem lojistik merkezi kuracağız. Gıda dağıtım merkezi, deprem lojistik merkezi, ağır araç parkının bir arada olduğu bütünsel bir yer yapmaya çalışıyoruz. Bunun yanı sıra deprem parkları oluşturacağız. İçinde acil durumlarda kullanılabilecek tuvalet, elektrik ve gıda ihtiyacını karşılamak için malzemeler bulunacak” dedi. NİLÜFER BOSTAN DAHA AKTİF OLACAK Nilüfer Bostan satış noktalarının daha aktif olması için işlevselliğini artıracaklarını vurgulayan Başkan Şadi Özdemir, “Çalışma saatlerini düzenleyerek, konsepti değiştireceğiz. Bununla ilgili ciddi mesai harcıyoruz. Besaş ürünleri de raflarımızda olacak. İyi hizmetle, tüketimi de artıracağız” diye konuştu. AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE ÖRNEK Sunumun ardından katılımcılar, fikirlerini Başkan Şadi Özdemir ile paylaştı. CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala, Nilüfer’in nasıl kurumsallaştığının güzel özetlendiğine vurgu yaparak, “Kadın sığınma evine ihtiyaç var. Sizin döneminizde ilçeye kazandırmak çok güzel olur. Bunun yanı sıra Nilüfer, huzurevleri ve Alzheimer merkezleri gibi yapılarla Türkiye’deki belediyelere örnek oluyor” dedi. En fazla aile sağlığı merkezi açılan ilçelerden birisinin Nilüfer olduğunu belirten Pala, “Ama halen çok ihtiyaç var. Daha çok gündeminize alabilirsiniz” diye konuştu. BAŞKAN ŞADİ ÖZDEMİR’E TEŞEKKÜR CHP Parti Meclisi Üyesi Canan Taşer de, belediye başkanlarının bu şekilde çalışmaları anlatmasının, sahada vatandaşla görüştüklerinde çok fayda sağladığının altını çizdi. Bursa’da öğrenciler için çeşitli projelerin hayata geçirilmesinin önemine dikkat çeken Taşer, öğrenci yurdu yapılması ve belediyenin askıda yemek uygulamasının değerli olduğunu bildirdi. 24. Dönem CHP Bursa Milletvekili İlhan Demiröz ise, 10 aylık süre içinde yapılanların paylaşılmasından dolayı mutluluğunu dile getirerek, tarımsal kalkınmayı desteklemelerinden dolayı Başkan Şadi Özdemir’e teşekkür etti. 24. Dönem CHP Bursa Milletvekili Sena Kaleli de, bu kadar çok hizmetin geleneksel hale getirildiği yegane ilçenin Nilüfer olduğunu vurgulayarak, “Hayalimizde ne varsa, örnek köy, tarımsal kalkınma gibi konularda, çok güzel gelişmeler olmuş. Hepinizi tebrik ederim” diye konuştu. 20. Dönem CHP Bursa Milletvekili Yüksel Aksu da, “Bir belediyenin nasıl olması gerektiğini anlattığınız için teşekkür ederim” dedi.  

Kayıhan Pala: "Dünyada terk edilen bir modelin Bursa’ya dayatılması kaygı verici” Haber

Kayıhan Pala: "Dünyada terk edilen bir modelin Bursa’ya dayatılması kaygı verici”

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, Bursa’nın Keles ilçesi Kozağacı Vadisi’nde yapılması planlanan kömürlü termik santral projesine yönelik Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’a yazılı soru önergesi sundu. Daha önce 2006 ve 2012 yıllarında halkın tepkisi sayesinde durdurulan benzer projelerin bu kez tekrar gündeme gelmesinin Bursa’nın dağ ilçelerinde kaygı ve tedirginlik yarattığını vurgulayan Pala, “Tüm dünyada kömürlü termik santraller iklim krizi ve yarattığı yüksek kirlilikler nedeniyle terk edilirken, biz Bursa’da Kozağacı Vadisi’ndeki verimli tarım arazilerinde hâlâ fosil yakıta dayalı bir projeyi konuşuyoruz. Bu tam bir geri adım” ifadelerini kullandı. Termik Santraller: Küresel Eğilim ve Yerel İnat  Dünyada fosil yakıt kullanımından hızla vaz geçiliyor; özellikle kömürlü termik santraller, yüksek karbon emisyonları, iklim değişikliği ve sağlık etkileri nedeniyle tercih edilmeyen bir enerji modeli hâline geliyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre, enerji sektöründen kaynaklanan küresel CO₂ (karbondioksit) emisyonlarının %40’ı elektrik üretiminden; bunların büyük bir kısmı ise kömürlü termik santrallerden geliyor. Üstelik birçok ülke, Paris İklim Anlaşması çerçevesinde 2050’ye kadar karbon emisyonlarını azaltma hedefini benimsediği için termik santral projelerini ya iptal ediyor ya da kapatma takvimi belirliyor. Buna rağmen, Pala, “Ülkemizde yeni kömürlü termik santral inşa etmenin ne ekolojik, ne ekonomik, ne de stratejik bir mantığı var. Hele ki Bursa’nın tarım merkezlerinden biri olan Keles Kozağacı Vadisi’nde böyle bir projede ısrar etmek büyük bir hatadır,” şeklinde konuştu. Kozağacı Vadisi: Tarım ve Ekoloji İçin Kritik Bölge  Keles ilçesine bağlı Kozağacı Vadisi, yüksek kaliteli kiraz ve ceviz üretimi başta olmak üzere, tarımın yoğun yapıldığı 17 mahalleyi kapsıyor. Projenin yeniden gündeme gelmesi bölge halkını tedirgin etmiş durumda. Pala, “Kömürlü termik santral, sadece hava kirliliği yaratmaz; asit yağmurları, yeraltı ve yüzey sularının kirlenmesi, toprak verimliliğinin düşmesi gibi orta ve uzun vadeli tehditleri de beraberinde getirir. Burada tarım, birçok ailenin temel geçim kaynağı. Proje hayata geçerse, bölgedeki mahsulün kalitesi ve pazar değeri düşecek, yerel ekonomi ağır zarar görecektir” uyarısını yaptı. Daha Önce İki Kez Durdurulan Proje  Keles Kozağacı Vadisi’nde 2006 ve 2012 yıllarında gündeme gelen benzer girişimler, halkın tepkisi ve yargı süreçleriyle iptal edilmişti. CHP’li vekile göre, “O dönemde bile bölgedeki mahalleler organize olmuş, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte ciddi bir farkındalık yaratmışlardı. Şimdi aynı senaryoyu tekrar dayatmanın bir mantığı yok. Çünkü kömürlü termik santraller halk sağlığını tehdit etmesinin yanı sıra tarım ve hayvancılığı olumsuz etkilediği de bilinen, bugün iklim krizi nedeniyle küresel boyutta çok daha büyük eleştirilerin odağında olan projelerdir.” Pala, soru önergesinde, bakanlığın önceki yargı kararlarını dikkate alıp almadığını, geçmiş deneyimlerden çıkarılan derslerin neler olduğunu da sordu. İklim Krizi ve Emisyon Maliyeti  IEA (Uluslararası Enerji Ajansı) ve Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) verilerinin gösterdiğine göre, kömürle çalışan termik santrallerin karbon ayak izi çok yüksektir. Küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlama hedefine yönelik uluslararası anlaşmalar, ülkeleri yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneltmektedir. Birçok devlet, yeni kömür santrallerini iptal ederken yenilenebilir enerjiye yatırım yapıyor. Pala, “İklim kriziyle boğuştuğumuz bu dönemde, kömür kullanımına dayalı projelere onay vermek, hem Paris İklim Anlaşması hedefleriyle hem de halkın geleceğiyle çelişiyor. Santralin işletmeye alınması durumunda, bölgenin karbon salımı ciddi boyutlara ulaşacak” dedi. Sağlık Riskleri ve Halk Sağlığı  Kömürlü termik santraller, partikül madde, kükürt dioksit (SO₂), azot oksitler (NOₓ) gibi hava kirleticilerini atmosfere salarak, solunum yolu hastalıkları başta olmak üzere kronik rahatsızlıklara zemin hazırlar. Pala, bu tür santrallerin yakın çevresinde astım, KOAH, kalp hastalıkları ve bazı kanser türlerinde artış gözlendiğini belirtiyor. “Böyle bir projeyi dayatmak, halkın sağlığını riske atar. Üstelik bölgede 17 mahallenin yanı sıra, yoğun tarımsal nüfus da var; insanlar hem kirli havayı soluyacak hem de santralin atıklarıyla kirlenen yeraltı sularını kullanmak zorunda kalacak” ifadelerini kullandı. Bilindiği gibi, Prof.Pala’nın da içinde yer aldığı bir araştırma ile Bursa’da Orhaneli termik santralı çevresinde yaşayanların sağlığının olumsuz etkilendiği 2010 yılında yayınlanan bir bilimsel makale ile gösterilmişti. Türkiye Yenilenebilir ve Çevre Dostu Modellere Yönelmeli Ülke genelinde enerji sektöründe hâlâ önemli ölçüde kömürlü termik santral üretimi bulunmakla birlikte, son yıllarda güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir kaynakların kurulu gücünde artış yaşandığı biliniyor. Pala, “Fosil yakıtlara bağımlı kalmaktan uzaklaşmak gerekiyor. Dünya genelinde kömür santralleri kapanıyor veya kapanma takvimi açıklanıyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümeti ise yeni kömürlü termik santraller inşa etmeye çalışıyor. Bu durum hem ekonomik hem de çevresel açıdan kabul edilebilir bir politika değil” dedi. Soru Önergesinde Talep Edilen Bilgiler  CHP’li vekilin Bakan Murat Kurum’a yönelttiği önerge, projenin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecinin hangi aşamada olduğunu, Kozağacı Vadisi’nde yaşayan halkın bilgilendirilip bilgilendirilmediğini ve itirazların nasıl ele alındığını sorguluyor. Ayrıca termik santralin bölgedeki su kaynakları, hava kalitesi ve tarım faaliyetlerine vereceği zararların nasıl değerlendirildiği, Bakanlığın konuya dair bir etüt veya risk analizi yapıp yapmadığı da merak konusu. Pala, önceki projelerde alınan yargı kararlarının ve halkın tepkisinin dikkate alınıp alınmadığını da sorularına ekledi. Bakanlıktan Beklenen: Net Bir Red ve Yenilenebilir Odaklı Yaklaşım  Pala’ya göre, “ÇED raporu vb. yasal prosedürleri yürütmek yeterli değil; asıl konu, bu projeden tamamen vazgeçilmesidir. Hükümetin sadece ‘ÇED yapıyoruz’ demesi, projenin çevresel ve toplumsal yıkıcı etkilerini ortadan kaldırmaz.” Milletvekili, yenilenebilir enerjinin artık küresel ölçekte daha düşük maliyetli ve temiz bir alternatif olduğunu, kamuoyunun da fosil yakıtlara dayalı projelere mesafeli yaklaştığını ekleyerek, “Uluslararası düzeyde artık kömürlü santrallerin devri kapandı. Bursa’nın dağ ilçelerinde kalkıp bu şekilde bir yatırım yapmak 21. yüzyılın gerçeklerine aykırı” değerlendirmesinde bulundu. Halkın İtirazı Yine Yargıya Gider mi?  Projenin geçmişini hatırlatan Pala, “Bakanlık bu kez de halkın itirazlarını göz ardı ederse, mahkeme kapıları yine çalınacaktır. Bu dayanaksız yatırımlar, sonraki aşamalarda ülkemiz için gereksiz maliyet ve zaman kaybına yol açıyor. Hukukî süreçlerden ders alınmayacaksa, ülke kaynakları boşuna harcanmış olur. Bursa halkı, Kozağacı Vadisi ve 17 mahallenin kıymetli tarım arazilerini korumak için daha önce iki kez sesini yükseltti ve başarısını gösterdi. Umarım bakanlık halkın itiyaçları ve çağın gerekleriyle inatlaşmayı bırakıp projenin iptali yönünde adım atar” dedi.

Bursa Milletvekili Pala'dan çağrı: Tütün nefesinizi kesmesin Haber

Bursa Milletvekili Pala'dan çağrı: Tütün nefesinizi kesmesin

Bugün, tütün ve nikotin bağımlılığına karşı yürütülen küresel mücadelenin önemli bir gününe işaret ediyor. Dünya genelinde yüz milyonlarca insanın sağlığını tehdit eden bu bağımlılık, ülkemizde de ne yazık ki geniş kitleleri etkisi altına almış durumda. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2022 itibarıyla ülkemiz nüfusunun %28,3’ü sigara içiyor. Erkeklerde oran daha da yüksek: Örneğin 25-34 yaş grubundaki erkeklerin yarısından fazlası (%51,4) sigara kullanıyor. Kadınlarda da özellikle 35-44 yaş grubunda oran %23,2’ye ulaşıyor. Ülkemizde her yıl yaklaşık 100 bin kişinin tütün kullanımına bağlı hastalıklar nedeniyle hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Tütün ürünlerinin olumsuz etkisi yalnızca erken ölümler ve sağlık sistemine getirilen ek yük ile sınırlı kalmıyor; toplumun sosyal, ekonomik ve psikolojik refahını da baltalıyor. Yeni Tehlike: Elektronik Sigara Geleneksel sigara kullanımının yanı sıra son yıllarda giderek yaygınlaşan elektronik sigaralar (e-sigara), “ısıtılmış tütün ürünleri” gibi “yeni nesil” ürünler de benzer veya daha ciddi tehlikeler barındırıyor. Bağımlılık yaratma potansiyeli oldukça yüksek olan bu ürünler, ülkemizde yasak olmasına karşın özellikle gençler arasında hızla yayılıyor ve hem sağlık hem de sosyal açıdan endişe verici sonuçlar doğuruyor. Elektronik Sigara: Daha Az Zararlı Değil Elektronik sigaralar, tütün şirketleri tarafından daha az zararlı olduğu iddiasıyla piyasaya sunuldu ve kısa zamanda nikotin bağımlılığını farklı biçimde sürdürmenin bir aracı haline geldi. Oysa Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve çok sayıda bilimsel araştırma, e-sigara ürünlerinin yoğun nikotin, ağır metaller ve kanserojen kimyasallar içerdiğini gösteriyor. Bu cihazların ve içindeki sıvıların daha az zararlı olmadığı, tam aksine sağlığı tehdit eden çeşitli maddelerin meçhul oranlarda karışımı olduğu ortaya konmuş durumda. Bunların akciğer dokusunu tahriş ettiği, zamanla kalp-damar hastalıklarına zemin hazırladığı ve potansiyel olarak kansere sebep olabildiği ortaya çıkmış durumda. E-sigaralar, yaklaşık 16 bin çekici aroma ile sosyal medya ve etkileyiciler aracılığıyla çocukları ve gençleri hedef alıyor. Özellikle aromalı ürünler, genç kitleyi kendine çekmek ve nikotine alışkın olmayanların kolayca bağımlı hale gelmesini sağlamak için tasarlanıyor. Çilek, vanilya, çikolata gibi tatlar, nikotin bağımlılığını maskeleyerek daha zararsız algılanmasına yol açıyor. Kullanılan nikotin oranı ve içeriği denetimden yoksun sentetik katkı maddeleri göz önüne alındığında, e-sigaranın “düşük riskli” bir seçenek olduğu iddiası bilimsel temelden yoksundur. Bilimsel kanıtlar, e-sigara ürünlerinin sağlığa zararlı olduğunu ve güvenli olmadığını açık olarak ortaya koymaktadır. Gençler ve Bağımlılığın Gizli Yükselişi  Bugün nikotin bağımlılığının en tehlikeli boyutu, genç nüfus arasında giderek yaygınlaşmasıdır. Nikotin, gelişim çağında olan beyin yapısında kalıcı hasarlara yol açabilir; duygu durum bozuklukları, konsantrasyon eksikliği, dürtü kontrolü sorunları, hatta başka madde bağımlılıklarına yatkınlık gibi problemler yaratabilir. Elektronik sigaralar ise “modern,” “teknolojik” veya “trend” imajıyla özellikle sosyal medya aracılığıyla pazarlanarak gençleri kolayca etkisi altına alıyor. Bu süreçte aileler, eğitimciler ve yetkililer çoğu zaman sorunun farkına varmakta geç kalıyor. Kadınlar, Gebelik ve Riskler  Elektronik sigara piyasaya “daha temiz” veya “daha hafif” bir seçenek olarak sunulsa da, gebelikte e-sigara kullanımı bebeğin gelişimini olumsuz yönde etkileme potansiyeline sahiptir. Anne adayının nikotinden uzak durması ne kadar önemliyse, elektronik sigaradan alacağı nikotin ve kimyasalların da bebeğe geçme riski o derece tehlike arz eder. Gebelikte elektronik sigara kullanımı veya maruziyeti nedeniyle erken doğum, düşük ve bebek ölümleri gibi olumsuz sonuçlar artabilir. Elektronik Sigara ve Sigara Bırakma Mücadelesine Olumsuz Etkisi  Geleneksel sigara karşıtı politikaların, özellikle gelişmiş ülkelerde kayda değer başarılar elde ettiği biliniyor. Fakat e-sigara ve ısıtılmış tütün ürünlerinin hızlı yükselişi, birçok ülkede sigarayı bırakma oranlarını düşürmüş, hatta gençlerde nikotin bağımlılığı oranlarını eski yüksek düzeylerine geri taşıyacak bir karşı-etki yaratmış, nikotin bağımlılığını canlı tutmuştur. ABD’de lise öğrencileri arasında elektronik sigara kullanımının çok kısa sürede keskin biçimde arttığı görülmüştür. Ticari Kandırmacalar Ulusötesi tütün şirketlerinin yeni pazarlama politikaları, düşük ve orta gelirli toplumlarda daha fazla tahribat yaratmaktadır. Bu şirketler, yeni ürünler ve reklam kampanyalarıyla kazançlarını koruma peşindedir. Tütün şirketlerinin pazarlama stratejilerinin ardında, bağımlılığı sürdürmek ve kâr oranlarını korumak yatıyor. Sonuçta tütün ve nikotin ürünleri, sağlık hizmetlerinin üzerinde büyük bir yüke, aile bütçelerinde de önemli bir gider kalemine dönüşmekte. Devletin, halk sağlığını koruyacak sıkı mevzuat ve yaptırımlarla bu sektörün manipülatif stratejilerine dur demesi gerekir. Ülkemizde Tütün ve Elektronik Sigara Verileri  Türkiye’de resmi araştırmalar, e-sigara kullanımının henüz kitlesel ölçekte bir “salgın” düzeyinde olmadığını gösterse de, özellikle genç nüfus içinde deneme oranlarının hızlı arttığı ortaya çıkmaktadır. Liselerde, üniversitelerde birçok öğrencinin “bir kereliğine” e-sigara denediği, bir kısmının da düzenli kullanıcı haline geldiği raporlanmaktadır. Dahası, yasal kısıtlama mevcut olsa da, internet üzerinden veya bavul ticaretiyle e-sigara ve aromalı likitlere ulaşmak maalesef oldukça kolay. Bu durum, kamusal denetimde ciddi bir eksiklik olduğunu yansıtıyor. Tütün Endüstrisinin Sorumluluğu  Dünya genelinde sigara içenlerin büyük çoğunluğu düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşarken, tütün şirketlerinin önemli bir bölümü gelişmiş ülke merkezlidir. Bu çarpıklık, tütünün küresel bir eşitsizlik aracına dönüştüğünü gösteriyor. Elektronik sigara da aynı çarkın “yeni ürünü” olarak piyasaya sürülmüştür. Şirketler, klasik tütünde daralan pazar paylarını, elektronik sigaralarla doldurmayı hedefliyor. Böylece, yasal kısıtlamalardan kaçmak ve “yenilikçi ürün” imajı yaratmak suretiyle pazar paylarını artırma stratejisi güdüyorlar. Devletin Rolü ve Beklentiler  Tütün ürünlerine ve elektronik sigaraya karşı mücadelede, devletin kamu yararını merkez alan tutarlı ve güçlü politikalarına ihtiyaç var. Ülkemizde 2011 yılına kadar tütüne karşı etkili bir mücadele sergilenirken, 2012 ve sonrasında bu mücadelenin zayıfladığı gözlenmektedir. 2012 yılında 15 yaş ve üzeri her gün tütün ürünü kullanan bireylerin oranı yüzde 23,2 iken, bu oran 2022 yılında maalesef yüzde 28,3’e kadar artış göstermiştir. Bu oran kadınlarda yüzde 10,8’den yüzde 15,5’e; erkeklerde ise yüzde 35,9’dan yüzde 41,3’e yükselmiştir. Kapalı alanların denetimi, reklam ve sponsor yasakları, internet satışının engellenmesi, gençleri özendiren pazarlama yöntemlerinin önüne geçilmesi gibi önlemler zayıfladığında, tütün şirketleri ve e-sigara üreticileri kolayca egemenlik alanını genişletiyor. Elektronik sigaranın özendirilmesine sessiz kalınması, sigara bırakma hizmetlerini de olumsuz etkiliyor. Oysa bağımlılıkla mücadele, ancak devletin kararlı duruşu, mevzuatın güncellenmesi ve saha denetimlerinin ciddi yapılmasıyla kazanılabilir.  “Dünya Sigarayı Bırakma Günü” Aracılığıyla Bir Çağrı 9 Şubat Dünya Sigarayı Bırakma Günü, bütün bu gerçekleri göz önüne alarak, geleneksel sigara kullanımının yanı sıra elektronik sigara, ısıtılmış tütün ürünü gibi yeni biçimlere karşı da güçlü bir duruş sergileme ihtiyacını bize hatırlatıyor. Toplum sağlığını iyileştirmek, yalnızca bireylere yüklenemeyecek kadar büyük bir sorumluluktur. Cumhurbaşkanlığı Hükümeti, süratle etkin denetimler yapmalı; e-sigaranın internet satışı, sosyal medya reklamları, aromalı ürünlerin gençlere cazip gelen renkli ambalajları gibi tuzak mekanizmaları durdurulmalıdır. Öğrencilere ve gençlere yönelik eğitim programları, tütün bağımlılığından koruyucu stratejiler içermelidir. Başta genç nüfus arasında olmak üzere hızla yaygınlaşan elektronik sigara tüketimine dair kamuoyunu uyarmak istiyorum. Yurttaşlarımızı ve kamu otoritesini, tütün endüstrisinin ticari çıkarları karşısında, kamu yararını savunmak için birlikte harekete geçmeye çağırıyorum.

"Bursa'nın sağlık ödeneği kabul edilemez derecede yetersiz" Haber

"Bursa'nın sağlık ödeneği kabul edilemez derecede yetersiz"

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, 2025 Yılı Yatırım Programı’nda Bursa’ya yönelik sağlık yatırımlarının yine çok kısıtlı kalmasının, kentte yıllardır süren sağlık hizmeti açığını daha da büyüteceğini belirtti. Pala, Resmî Gazete’de 15 Ocak’ta yayımlanan Yatırım Programı’nda, Bursa için ayrılan 37.226.102.853 TL’lik toplam yatırım ödeneği içerisinde Sağlık Bakanlığına ait sadece iki projenin yer almasının “kabul edilemez derecede yetersiz” olduğunu vurguladı. Ödeneğin Yüzde 1’i Bile Yok  2025 Yılı Yatırım Programında yer alan verilere göre, Bursa’da sağlık projelerine ayrılan ödenek, toplam yatırım bütçesinin yalnızca yüzde 0,77’sini oluşturuyor. Hastane inşaatı, deprem güçlendirme ve tadilat işlerinden ibaret olan bu pay, zaten gecikmiş projelerin tamamlanması için bile yeterli görünmüyor. “Bursa nüfus bakımından ülkemizin en büyük kentlerinden biri, ama yatırımlara baktığımızda kentin en kritik alanı olan sağlığa, Sağlık Bakanlığı projeleri açısından yok denecek kadar az bütçe ayrılıyor,” diyen Pala, bu durumun kent halkının kamu hastanelerine erişimini daha da zorlaştıracağını dile getirdi. Çekirge Devlet Hastanesine Ayrılan Ödenek: 2000 TL Yatırım Programı’nda yer alan ilk proje, Osmangazi ilçesindeki 750 yataklı Çekirge Devlet Hastanesi. İnşaatına 2015 yılında başlanan ve proje tutarı 6.114.572.814 TL olan hastane, başlangıçtaki planlara göre 2019’da hizmete girecekti. Ancak 2024 yılı başlarından itibaren inşaat sahası durma noktasına geldi; ihaleyi alan şirketle sözleşme feshedildi. 2025 yılı Yatırım Programı’na hastanenin tamamlanması için konulan ödenekse yalnızca 2.000 TL. Pala, “Bu ‘2.000 TL’lik dev ödenekle (!) nasıl bu hastane bitirilecek? 2025 yılında hizmet sunması mümkün görünmüyor. En az 900 milyon TL gerektiği söyleniyor,” diye konuştu. Muradiye Devlet Hastanesi Güçlendirmesi: 6 Yıla Yayılmış Bir Tadilat  Listede ikinci proje, 2019’da Bursa Şehir Hastanesi açılınca kapatılan Muradiye Devlet Hastanesinin deprem güçlendirme ve tadilat işi. Toplam proje bedelinin 516.091.488 TL olduğu belirtilen projenin 2020’de başladığı ve 2026’da bitirilmesinin öngörüldüğü açıklandı. Yalnızca güçlendirme ve tadilatla sınırlı bu proje için altı yıllık takvimin “fazlasıyla uzun” olduğunu söyleyen Pala, 2024’te 14.091.488 TL harcanan projenin 2025 bütçesine konulan 287 milyon TL ile bitirilemeyeceğinden kaygılı. “Bakanlık adeta kent merkezinde kamu hastanesi olsun istemiyor” iddiasını dile getiren Pala, Muradiye Devlet Hastanesinin yeniden açılmasının yine birkaç yıl gecikmesi ihtimalinin büyük olduğunu ifade etti. Bursa’da Yatak ve Yoğun Bakım Yetersizliği  CHP’li milletvekilinin paylaştığı bir diğer çarpıcı bilgi, Bursa’nın hasta yatağı ve yoğun bakım yatağı sayılarının, ülkemizin kalabalık kentleriyle kıyaslandığında çok geride kaldığı yönünde. 2023 yılına ait verilere göre Bursa’da on bin kişiye düşen hasta yatağı sayısı 26,4 iken, Gaziantep’te bu sayı 41,1. Yoğun bakımda da Gaziantep’te on bin kişiye düşen yatak sayısı 9,1’i bulurken, Bursa ancak 5,0 sayısına sahip. Bu tablo, özellikle yoğun bakım ihtiyacı olan hastalar için Bursa’da büyük bir sıkıntı anlamına geliyor. Pala, “Bakanlık bu rakamları biliyor, ama yine de Bursa’ya gerektiği gibi yatırım yapmıyor. Hastalar mağdur, görevliler yetersiz altyapıyla boğuşuyor,” dedi. İnşaatların Gecikmesi, Özel Hastanelere Yöneliş ve Yüksek Maliyet  Pala, devlet hastanelerindeki inşaat projelerinin uzaması ve bütçelerinin kısılmasının, hastaları özel hastanelere yönelmeye zorladığını vurguladı. Bursa’da da benzer bir durumun yaşandığını söyleyen Pala, “Kamu hastanesinden randevu alamayan, yatak veya yoğun bakım sıkıntısıyla karşılaşan hasta, çareyi yüksek ücretler ödemek zorunda kalmasına karşın özel sektöre gitmekte buluyor. Bu, hem ekonomik açıdan yük getiriyor hem de sağlık hizmetinin temel bir insan hakkı olduğu gerçeğiyle çelişiyor,” diye konuştu. Projeler Neden Gecikiyor?  Sürekli ertelenen inşaatların temel nedeni sorulduğunda resmi makamlardan gelen yanıtların çoğu “mali sorunlar” ve “yüklenici firma değişikliği” gibi açıklamalar. Çekirge Devlet Hastanesi 2015’te planlandığında 2019’da hizmete gireceği duyurulmuştu. Fakat ihalelerde yaşanan iptaller ve sözleşme fesihleri nedeniyle aradan geçen 9 yılda hastane inşaatı hâlâ tamamlanmamış durumda. Benzer şekilde Muradiye Devlet Hastanesinin sadece deprem güçlendirmesi ve tadilatının 6 yıllık bir süreye yayılması, idari planlama ve denetim eksikliğini gözler önüne seriyor. Pala’ya göre, “Kamu kurumlarının projesini tamamlayamadığı hastaneler, kent halkının gereksinimlerini karşılayamıyor. Bursa halkı, plansızlığın ve ilgisizliğin bedelini ağır ödüyor.” Sağlık ‘Haktır’ İlkesiyle Hareket Edilmesi Gerekiyor  Konuyla ilgili değerlendirmesinde Prof. Dr. Pala, “Sağlık, kâr amacı güden bir ticari faaliyet alanı değil, temel insan haklarının başında gelir. Bursa gibi nüfusu yoğun ve giderek büyüyen bir kentte, devlet hastanelerinin hizmete girmesi için kayda değer projeler gerekiyor. Buna rağmen 2025 yılı yatırım programında sağlık projelerinin toplam payı yüzde 1’in altında. Bu yaklaşım, halkı ‘Özel sektöre gitmek zorundasınız’ şeklinde bir sonuca sürüklüyor,” diyor. Pala’ya göre, “Bu gidişle Bursa’nın kamu hastanelerindeki sıkıntıları daha da derinleşecek, yakın zamanda açılması beklenen projelerdeki gecikme ve eksik ödenekler yüzünden yeni mağduriyetler doğacak.” Bakanlıktan Acil Eylem Bekleniyor  Pala, Sağlık Bakanlığının Bursa özelinde hızlı bir durum değerlendirmesi yaparak mevcut inşaat ve tadilat projelerini hızlandırmasını, ek ödenek ayırmasını ve yeni projeler planlamasını istiyor. “2025 sonuna kadar bitirileceği söylenen 750 yataklı hastaneye ayrılan 2.000 TL ödenek trajikomik bir tabloya işaret ediyor. Hastalar, hekimler ve sağlık personeli daha fazla gecikmeye tahammül edemez. Kentin sağlık altyapısını geliştirmek bir lütuf değil, kamunun asıl görevidir,” diyerek, kent merkezindeki devlet hastanesi sayısının artırılması ve yarım kalan projelerin ivedilikle tamamlanması için çağrıda bulunuyor. Bursa’da Halkının Sağlık Hakkı Yok Sayılıyor Güncel veriler ve Yatırım Programı incelendiğinde, Bursa’nın kamu sağlık yatırımları açısından yine geri planda bırakıldığı anlaşılıyor. On bin kişiye düşen yatak sayısı ve yoğun bakım kapasitesinin, diğer benzer büyükşehirlerin gerisinde kalması, halkın sağlık hizmetlerine erişimini zorlaştırıyor. İlgili kamu hastanelerinin inşaat ve tadilat süreçlerinin yavaşlaması veya durması, özel hastanelerin piyasadaki payını ve kazancını artırıyor. CHP Bursa Milletvekili Pala, “Bursa’da kamu sağlık yatırımlarının hiçbir şekilde yeterli bütçe ve planlamayla yürütülmemesi, kentte sağlık hakkının ciddi ölçüde zedelenmesine neden olmaktadır. Bu anlayış değişmediği sürece, yetersiz yatak ve düşük yoğun bakım kapasitesi sorunlarını çözemeyeceğiz,” diyerek uyarılarını yineliyor.

Vekil Pala 'Özel hastanedeki usulsüzlük iddialarını' bakanlık gündemine taşıdı Haber

Vekil Pala 'Özel hastanedeki usulsüzlük iddialarını' bakanlık gündemine taşıdı

Özel hastanede “resmî kayıtlı yoğun bakım kapasitesinin üstünde hasta kabulü”, “yeni doğan yoğun bakım doktoru olmayan hekimlerin isim ve kaşelerinin kullanımı”, “kayıt dışı nöbetlerle komisyon paylaşımı” ve “112 Acil üzerinden ücret karşılığı hasta yönlendirmesi” gibi iddialar, bir hastane personelinin Sosyal Güvenlik Kurumu’na sunduğu şikâyet dilekçesinde açık olarak dile getiriliyor. Bu tablo, bazı özel sağlık kuruluşlarındaki “haksız kazanç” düzeninin yalnızca tek bir örneğini gözler önüne seriyor. Pala, 8 Ocak 2025 tarihli soru önergesiyle, hem söz konusu hastanedeki skandalın hem de özel sağlık sektöründe yaygınlaşan hasta istismarının incelenmesini talep etti. KAMUYA ERİŞİM ZORLUĞU, ÖZEL SEKTÖRE YÖNLENDİRME Pala, açıklamasında, özel hastanelere “zorunlu yönelim”in artmasının temelinde kamu sağlık hizmetlerine erişimin güçleşmesi olduğunu belirtiyor. Artan randevu bekleme süresi, personel yetersizliği, tıbbi malzeme eksikliği ve hastane kapasitelerinin doluluğu gibi sıkıntılar yurttaşları çareyi özel sektörde aramaya itiyor. Bu tabloyu “iktidarın kamucu sağlık anlayışını terk etmesi” sonucu ortaya çıkmış bir durum olarak niteleyen Pala, “Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık hizmetleri ağırlıklı olarak piyasaya devredildiğinde, “sağlık hakkı” yok sayıldı. Türkiye’de özel hastane sayısının son 20 yılda üç katına çıktığına işaret eden Pala, bazı özel hastanelerin “yanlış tedavi”, “gereksiz tetkik” ve “aşırı tedavi” gibi uygulamalarla haksız kazanç elde ettiğine dikkat çekerek “Hastalar, istismar ediliyor. Kamu altyapısının zayıflatılması, özel sektöre sınırsız rant kapısı açıyor” ifadesini kullanıyor. Önergedeki noktalar, Özel İstanbul Şafak Hastanesi’nin SGK’yı dolandırdığına dair çarpıcı iddiaları içeriyor. Yoğun bakım yatak sayısı üzerinde hasta kabulü, gerçekte görev yapmayan hekimlerin kaşe ve isimlerinin kullanımı, kayıt dışı nöbetlerle komisyon paylaşımı, 112 Acil Çağrı Merkezi üstünden hasta sevk anlaşmaları bu çerçevede sıralanıyor. Anımsanacağı gibi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yardımcısı Adnan Ertem de Meclis Araştırma Komisyonu toplantısı sırasında Şafak hastaneler grubu ile ilgili çok sayıda soruşturma ve 189 dava olduğunu açıklamıştı. Kamuoyu 30’dan fazla soruşturma ve 189 dava olmasına karşın, SGK’nın neden halen Özel Şafak Hastaneler grubundan sağlık hizmeti satın alamaya devam ettiğinin açıklanmasını da bekliyor. Pala, “Hastaların hayatını emanet ettiği özel hastanelerde hasta güvenliğinden ziyade kazanç peşinde koşuluyorsa, orada kamu denetiminde ciddi bir boşluk var demektir” diye konuştu. Söz konusu dilekçede hastane yönetiminin denetimleri önceden haber aldığı ve eksikleri kamufle ettiği iddiası da yer alıyor; bu durum Bakanlığın özel hastaneleri denetim işlevini yerine getirmediği tartışmasını gündeme taşıyor. SORU ÖNERGESİNİN TEMEL BAŞLIKLARI Pala, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun yanıtlaması istemiyle sunduğu önergesinde şu sorulara ağırlık veriyor: Bu hastanede resmî kapasite üstünde hasta kabul edilerek usulsüz kazanç sağlandığı iddiaları incelemeye alındı mı? Kayıt dışı nöbet ve komisyon iddiaları, bakanlığın gündeminde hangi kapsamla araştırılıyor? Fiilen bulunmayan hekim kaşeleriyle hasta işlemi, hasta güvenliğini tehlikeye atmakla kalmıyor, aynı zamanda SGK fonlarını da suistimal etmiyor mu? 112 Acil sevklerinin “yatak kapasitesi” veya “tıbbi yeterlilik” kriterine bakılmaksızın, ücret karşılığı yönlendirildiği söyleniyor; bu konu bakanlıkça denetlendi mi? Şafak sağlık grubu gibi bazı özel hastanelerin bugüne kadarki soruşturma sayısı, uygulanan yaptırımlar ve elde edilen bulgular nelerdir? SAĞLIKTAN KAZANÇ YERİNE KAMU YARARI Pala, iktidarın uzun yıllardır yürüttüğü özel sağlık sektörünü destekleyen politikalar yüzünden kamunun sağlık sistemindeki rolünün giderek küçültüldüğünü ve hastalara yeterli kaynak ayrılmadığını belirtiyor. Bu sistemde vatandaş, çeşitli manipülasyonlarla yüksek ek ücretler ödemek zorunda kalarak ancak hizmet alabiliyor; SGK ise örneğin yoğun bakım gibi yüksek maliyetli alanlarda usulsüz faturalarla dolandırılabiliyor. Pala, temel yaklaşımın hastaneleri ticarethane olarak değil, toplumsal ihtiyaca hizmet eden kurumlar olarak görmek olduğunu savunuyor. Sermaye birikimi ve kâr maksimizasyonuna hizmet eden yaklaşımın, özellikle “yoğun bakım ünitesi yatak sayısı üzerinde hasta kabulü” gibi uygulamalarla daha fazla SGK geliri elde etmeyi hedeflediğini, bu sırada hasta güvenliğinin arka plana itildiğini belirtiyor. Bu durum etik ve hukuki normlarla bağdaşmıyor. İNSAN YAŞAMINI SERBEST PİYASA EGEMENLİĞİNE TERK EDEN ANLAYIŞ Sağlıkta özelleştirme politikaları ile “Sağlık hizmetlerinin metalaştırılması”nın kanıksatılmaya çalışıldığını belirten Pala, “insan yaşamının pazardaki herhangi bir ürün gibi değerlendirilmesi kabul edilemez” ifadesini kullandı.  Ülke çapında ekonomik kriz ve gelir eşitsizliğinin arttığı bir ortamda, hastaların sağlık masraflarını karşılamakta zorlandığı, yüksek meblağlı tedavi faturalarının hastaları borç yükü altına soktuğu, buna bağlı olarak “tıbbi yoksulluk” kavramının giderek artış gösterdiği, hatta bazı hastaların gerekli tedavilerden vazgeçmek zorunda kaldığı biliniyor. Bu gidişat, “kar-odaklı sağlık” yaklaşımının sürdürülmemesi gerektiğini gözler önüne seriyor. YENİ VE GÜÇLÜ BİR DENETİM POLİTİKASINA İHTİYAÇ VAR Pala, Sağlık Bakanlığından beklenenin “hastanede yapılan denetimlerin sonuçlarını şeffaflıkla açıklamak, usulsüzlüklerde ağır yaptırımlar uygulamak ve kamucu sağlık anlayışını yeniden inşa etmek” olduğunu vurguluyor. Böyle bir sistemde, rant düzenine kayıtsız kalınmaz, hasta güvenliği ve kamu kaynaklarının korunması önce gelir. “Eğer biz bu şikâyetlere sadece bireysel olgular olarak bakarsak, gerçekte devasa bir sistem sorununu gözden kaçırmış oluruz. Böylece aynı sorun farklı illerdeki özel hastanelerde tekrarlanır” diyor. Nitekim dün yapılan TBMM Araştırma Komisyonu toplantısında, geçen yıl yapılan denetimlerde Urfa’da da çok sayıda bebeğin ölümüne yol açan bazı sorunların saptandığı, Komisyona çağrılan bilim insanları tarafından açıklanmıştı. Pala, soru önergesinin Sağlık Bakanlığı tarafından tatmin edici şekilde yanıtlanmasının yalnızca Özel İstanbul Şafak Hastanesi’ndeki şikâyetleri değil, özel sağlık sektörünün bütünü için önemli olduğunu, kamuoyunun bu yönde aydınlatılması gerektiğini belirtiyor.

Kayıhan Pala'nın ' verilerin çalınması' sorularına bakanlıktan yanıt geldi Haber

Kayıhan Pala'nın ' verilerin çalınması' sorularına bakanlıktan yanıt geldi

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın 4 Ekim 2024 tarihinde Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun yazılı olarak yanıtlaması istemiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) sunduğu “yurttaşların kişisel verilerinin çalındığı” iddialarıyla ilgili soru önergesine nihayet yanıt geldi. Ancak bu yanıt, önergedeki somut iddiaları cevaplamak yerine genel hukuk referansları ve bakanlık politikalarıyla yetinmesiyle dikkat çekti. Kamuoyunda “Sağlık Bakanlığına ait veri tabanlarından sızıntılar olduğu, verilerin çalındığı ve yasadışı ortamlarda satıldığı” şeklinde geniş yankı uyandıran iddialar, çarpıcı boyutlarıyla gündemdeki yerini koruyor. Sağlık Bakanlığından gelen kısa metin, kurumsal veri güvenliği tedbirlerine işaret etse de, verilerin çalınma teknikleri, hangi kapsamda sızıntıların gerçekleştiği, hangi verilerin internette satışa çıktığı ve iddialarla ilgili bakanlığın iç soruşturma adımları gibi kritik başlıkların çoğunu cevapsız bıraktı. “Bakanlığın Sessizliğini Ulaştırma Bakanı Bozdu” Milletvekili Pala, soru önergesinin genel gerekçesinde, Sağlık Bakanlığının veri ihlalleri konusunda kamuoyuna yeterli açıklama yapmadığına dikkat çekiyor. Oysa Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, 12 Eylül 2024 tarihli açıklamasında, “Pandemi sürecinde Bakanlığın (Sağlık Bakanlığı’nın) veri sızıntısı yaşadığını, bazı bilgilerin yetkisiz ellere geçmesinin engellenemediğini” kabul etmişti. Pala’nın önergesinde tam da bu itirafı vurgulayarak; “Pandemi döneminde hangi veriler sızdı, sızıntılar nasıl tespit edildi, sorumlular kimdi, hangi güvenlik önlemleri devreye alındı?” sorularına cevap istendi. Ancak bakanlığın sunduğu metinde, Ulaştırma Bakanı’nın itirafını teyit edecek veya açıklığa kavuşturacak herhangi bir ayrıntı yer almıyor. Soru Önergesinde 17 Ayrıntılı Soru Pala’nın önergesinde, 17 kapsamlı soru sıralandı. Bunlar arasında bakanlığın veri gizliliği politikası, verilerin hangi yasal dayanakla toplandığı, hangi algoritmalarla şifrelendiği, kimlerin erişim haklarına sahip olduğu, sızıntıların nasıl gerçekleştiği, sızan verilerin hangi kategorilerde olduğu, veri ihlallerinden sonra hangi hukuki süreçlerin başlatıldığı gibi konular bulunuyordu. Ayrıca, “Tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, yaşayan veya ölmüş 101 milyondan fazla kişinin verilerinin satıldığı iddiaları” ile “pandemi döneminde 7 milyon satırlık e-nabız tablosunun yasa dışı internet pazarlarında dolaştığına” dair güçlü bulgular hatırlatılmıştı. Önerge, bu verilerin gerçekte hangi sistemlerden (e-nabız, SağlıkNet, Halk Sağlığı Yönetim Sistemi vb.) sızmış olabileceğini öğrenmek istiyor, sızmalara dair teknik incelemenin sonuçlarını talep ediyordu. Bakanlığın Yanıtı Yine Yetersiz Sağlık Bakanlığının yanıtı ise birkaç paragraftan ibaret. Öncelikle 6698 sayılı Kişisel Verileri Koruma Kanunu’nun (“KVKK”) 8’inci, 9’uncu ve 28’inci maddelerindeki istisnalar haricinde üçüncü kişilerle veri paylaşılmadığı söyleniyor; bakanlığın Bilgi Güvenliği Politikaları Kılavuzu’na atıfta bulunuluyor. Ayrıca verilerin pandemi sürecinde sızdırıldığı iddiasının gerçeği yansıtmadığı ileri sürülüyor. Son kullanıcı kaynaklı veri ihlalinde KVKK Kuruluna bildirim yapıldığı ve savcılığa suç duyurusunda bulunulduğu da ekleniyor. Fakat hangi olaylarda, ne zaman bu başvuruların yapıldığı veya hangi bulgularla karşılaşıldığı açıklanmıyor. Önergede Ne Soruldu, Bakanlık Ne Yanıt Verdi? Veri Gizliliği Politikası ve Bilinirliği: Pala, bakanlığın veri gizliliği politikasının ne kadar kapsamlı olduğu ve bu politikanın çalışanlar ile hastalar tarafından bilinip bilinmediğini sormuştu. Bakanlık ise kısa bir cümlede, “6698 sayılı Kanun’a aykırı işlem yapmıyoruz” diyerek geçiştirdi. Bu, politikanın kapsamı, personele verilen eğitimler veya hastalara sunulan bilgilendirmeyle ilgili hiçbir bilgi içermiyor. Sızma Yöntemi, Şifreleme Algoritması, Veri Tabanı Güvenliği: Önergede veri tabanının hangi şifreleme algoritmasıyla korunduğu, sızma tespit sistemlerinin nasıl çalıştığı, ağa dair güvenlik önlemlerinin hangi düzeyde olduğu gibi son derece teknik ve spesifik sorular var. Bakanlık yanıtında ise “her türlü teknik ve idari tedbir alınıyor” gibi genel ifadeler dışında bir detay göze çarpmıyor. Somut Olayların İncelemesi ve Sorumlular: Önerge, “Sızma anında sistemde hangi güvenlik önlemlerinin aktif olduğu, kimlerin sorguya çekildiği, sızıntının hangi tarihte fark edildiği, verilerin ne kadar süre boyunca korumasız kaldığı?” gibi spesifik sorulara dair net bilgi istiyor. Bakanlık, bu sorulara doğrudan yanıt vermeyerek, “gerçeği yansıtmamaktadır” ve “KVKK Kurumuna bildirimde bulunuyoruz” gibi yuvarlak ifadelerle yetiniyor. Halkın Bilgilendirilmesi ve Etkili Soruşturmalar: Önerge, sızıntılardan etkilenen vatandaşların nasıl haberdar edildiğini, veri sahiplerinin nasıl korunacağını açıkça soruyor. Oysa ki bakanlık cevabı bu sorunun etrafından dolanıyor; mağdur vatandaşların destek mekanizmalarına veya itiraz süreçlerine ilişkin bilgilendirme yapılmıyor. Panel: Yasa Dışı Veri Pazarının Varlığı Pala’nın önergesinde özel bir vurgu yapılmasa da, kamuoyunda “panel” denilen yasa dışı internet uygulamalarıyla milyonlarca yurttaşın kimlik, adres, telefon bilgileri, hatta e-nabız gibi sağlık kaydı verilerine kadar çok geniş bir yelpazede verilere erişildiği konuşuluyor. Haber siteleri ve bazı internet güvenliği araştırmacıları, bu “panel” uygulamalarının varlığını ve verilerin elden ele dolaştığını teyit eden görüntüleri paylaşmış durumda. Soru önergesinde “Sızdırılan veriler arasında hastaların tedavileri, kullandıkları ilaçlar yer alıyor mu?” sorusu da yer alıyor; ancak bakanlık bu konuda hiçbir somut bilgi sunmuyor. Kişisel Güvenlik ve Ulusal Güvenlik Boyutları Meclis soru önergesi, verilerin yasadışı şekilde satılmasının sadece bireysel bir sorun olmadığını, aynı zamanda ulusal güvenliği ilgilendiren derin bir mesele olduğunu vurguluyor. Bu konuyla ilgili basında, kadınların özel verilerinin (adres, telefon, sağlık geçmişi vs.) kötü niyetli kişilerin eline geçmesi durumunda taciz, ısrarlı takip, siber zorbalık ve istismara varan vakaların kolaylaşacağına dair uyarılar mevcut. Çocukların veya savunmasız grupların verilerinin sızdırılması ise çok daha büyük riskler içeriyor; insan kaçakçılığı, çocuk istismarı, kimlik sahtekârlığı gibi durumları besliyor. Dolayısıyla veri ihlali, basit bir “teknik sorun” değil; toplumsal ve ulusal güvenlik boyutları olan bir tehdit. Bakanlığın Resmî Sessizliği Sağlık Bakanlığı, 6698 sayılı Kişisel Verileri Koruma Kanunu ve ilgili yönetmeliklere atıf yapmakla yetinip konunun teknik ve pratik tarafına hiç değinmemiş durumda. “Veriler sızdırılmadı” ifadesiyle “Sızdırılma iddiaları gerçeği yansıtmıyor” cümlesi, Ulaştırma Bakanının itirafıyla çelişiyor. Bu tutarsızlık, soru işaretlerini gidermek yerine artırıyor. Pala’ya göre, “Bakanlığın kendi ağızından net bir zaman, olay veya sorumlu ismi duymadıkça, kamuoyuna yansıyan ‘108 milyonluk verinin satıldığı’ gibi iddialar sadece birer komplo teorisi olarak görülemez. Aksine, veri sızıntılarını doğrulayan çok sayıda bulgu var. Bu nedenle bakanlığın sorulara derinlemesine cevap vermemesi, güvenlik ve toplum sağlığı açısından büyük bir problem.” Verilerin Yasadışı Şekilde Kullanılma Riskleri Yine Pala’nın altını çizdiği bir husus, verilerin yasadışı kullanımı: Tıp bilgileri, hastalık geçmişi ve reçete kayıtları gibi hassas sağlık verilerinin kötü niyetli ellere geçmesi, sadece maddi çıkarlar için değil, kişisel şantaj, ayrımcılık, ticari manipülasyon ve sigortacılık alanında haksız avantaj elde etmek gibi birçok sakıncalı duruma yol açabilir. Panel denilen internet platformlarında, “adres, telefon, hastane kaydı, SGK bilgisi” hatta “kısırlık, HIV, kanser, psikiyatrik tedavi öyküsü” gibi derinlemesine verilerin dolaştığı iddiaları toplumsal bir korku yaratmış durumda. Bu endişeler, bakanlığın kısa ve belirsiz yanıtlarıyla yatışmadı. Pala: “Hem Bireysel Hem Ulusal Tehdit Söz Konusu” CHP Bursa Milletvekili Pala, yaptığı açıklamada, “Dijital çağda devletin temel sorumluluğu, vatandaşların verilerini korumaktır. Sağlık verileri, kişisel bilgilerin en mahrem bölümüdür. Bunların sızması, sadece bireysel bir zarar değil, ulusal güvenliği dahi tehdit edebilecek niteliktedir. Sağlık Bakanlığı ile Ulaştırma Bakanlığının çelişkili ifadeleri, ortada bir veri ihlali olduğunu net biçimde gösteriyor. Gelgelelim bakanlık, önergeye teknik ayrıntılarla cevap vermek yerine 6698 sayılı Kanun’dan kopyalanmış genel hükümlerle yetiniyor. Biz, sızıntının nasıl engellenmediğini, hangi sistemlerin kullanıldığını, hangi tarihlerde hangi incelemelerin yapıldığını öğrenmek istiyoruz. Vatandaşlarımız, ‘108 milyon kişinin verisi satılık’ denince sarsılıyor ve devletten net bir açıklama bekliyor.” dedi. Soru Önergesinin Takibi Sürdürülüyor Pala, meclis içi ve dışındaki tüm denetim mekanizmalarının seferber edilmesi gerektiğini belirtti ve “Milyonlarca insanın adı, telefon numarası, adresi, hatta tıbbi geçmişi yasa dışı pazarlarda dolaşıyorsa, bu duruma sessiz kalmak, suistimalcileri cesaretlendirir. Kadınların, çocukların, hassas kesimlerin veri sızıntısı nedeniyle siber zorbalık veya ısrarlı takibe maruz kaldığına dair örnekler her geçen gün artıyor. Bu, basitçe bakanlığın ‘idari ve teknik önlemler alıyoruz’ diyerek geçiştiremeyeceği kadar ciddi bir durum” diyerek sözlerini noktaladı.

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Söz Bursa En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.