SON DAKİKA
Hava Durumu

#Kayıhan Pala

Bursa Haber - Kayıhan Pala haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kayıhan Pala haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Pala: Haber

Pala: "Çevre politikalarında şeffaflıktan uzaklaşıldı!"

Yasama süreçlerini denetleme amacıyla milletvekilleri tarafından verilen soru önergelerine Bakanlıklar ya yanıt vermiyor ya da yetersiz yanıt veriyor. AKP hükümetlerinin çevre politikalarını ve buna bağlı yaptıkları çalışmalar hakkında sorularına yanıt isteyen CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala, geçtiğimiz mart ayında Çevre ve Şehircilik Bakanlığına Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) hakkında sorular yöneltmişti. Bakanlık 6 ay sonra verdiği yanıtta; Pala’nın sorularına bilgi vermekten ziyade, bilgilerin bulunmasının mümkün olmadığı bir internet sayfasına yönlendirme yaptı. Soru önergelerine verilen yanıtların şeffaflığı ve hesap verilebilirliği konusunda endişelerini dile getiren CHP’li Pala; “Milletvekili olarak görev yaptığım 16 ay içinde, verdiğim soru önergelerinin sadece %38’ine yanıt verildi.  Kabaca her 10 soru önergemizden 6’sı yanıtsız kalıyor, yanıt verilen 4 soru önergemiz ise mevzuat ve yönlendirmeler işaret edilerek geçiştirilen yanıtlardan oluşuyor. Bakanlar sorulara yanıt verebilmekten aciz.” dedi. NET YANIT VERİLMEDİ  Son olarak; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına geçtiğimiz mart ayında   vermiş olduğu soru önergesi ile; son 10 yılda ÇED başvurularının sayısı, olumlu/olumsuz sonuçlanan başvuru sayıları, açılan davaların sayısı ve bu davaların sonuçlarıyla ilgili detaylı bilgi talep eden CHP’li Pala’ya 6 ay sonra yanıt veren Bakanlık doğrudan ve net yanıt vermekten kaçındı. PEKİ, BU SORULAR NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ VE YANITLARI NEDEN KAMUOYUNDAN SAKLANIYOR? Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarının, bir projenin çevreye olası etkilerini değerlendiren ve bu etkileri en aza indirmek için alınması gereken önlemleri belirleyen kritik belgeler olduğunu vurgulayan Pala;  “ÇED sürecinin şeffaf ve hesap verebilir olması, çevrenin korunması ve sürdürülebilir çevre politikalarının  olmazsa olmazıdır.  Bakana sorduğumuz başvuru ve onay istatistikleri, ÇED sürecinin işleyişi ve etkinliği hakkında fikir verirken; olumlu/olumsuz karar oranları ise çevresel kaygıların ne ölçüde dikkate alındığını gösterir. Dava istatistikleri ise ÇED kararlarının toplum tarafından ne kadar kabul gördüğünü ve yargı sürecindeki eğilimleri ortaya koyabilir.  Son olarak; davaların hangi taraf lehine sonuçlandığı, çevresel değerlerin hukuk nezdinde nasıl korunduğunun bir göstergesidir!” dedi. HANGİ DAVALAR KİMİN LEHİNE SONUÇLANDI? BAKANLIK AÇIKLASIN! Açıklamasının devamında, “Ne yazık ki, Bakanın verdiği yanıt bizlerin ve kamuoyunun bilgilendirilmesinden ziyade geçiştirmeye yönelik. Yanıtta, talep ettiğimiz bilgilerin nerede bulunabileceğine dair yönlendirmeler yapılsa da doğrudan ve net bilgi vermekten kaçınılıyor. Sözü edilen internet sitesinde ise sorduğumuz soruların yanıtları bulunmuyor. Bu bilgiler, mevcut çevre politikalarının etkililiğini değerlendirmek, sorunlu alanları tespit etmek ve çözüm önerileri geliştirmek için hayati önem taşıyor. Bakan Kurum’un sorularıma doğrudan yanıt verememesi, çevre politikalarında şeffaflıktan uzaklaşılmış olduğunun bir kez daha gösteriyor. Bu durum, çevresel duyarlılığın ve demokratik değerlerin zedelenmesi riskini beraberinde getiriyor! dedi  ÇED nedir? ÇED süreci, planlanan projelerin çevresel etkilerini belirlemek ve bu etkileri en aza indirmek amacıyla yapılan bir değerlendirme sürecidir. Türkiye'de ÇED yönetmeliği 1993 yılında yürürlüğe girmiştir ve o tarihten bu yana çevresel etkileri olabilecek projeler için ÇED raporu hazırlanması zorunlu hale gelmiştir.

CHP'li Pala 'beş yaş altı çocuk ölümlerindeki artışı' sordu... Haber

CHP'li Pala 'beş yaş altı çocuk ölümlerindeki artışı' sordu...

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından Haziran 2024'te açıklanan verilere göre, ülkemizde 2023 yılında bebek ve beş yaş altı çocuk ölümlerinde bir önceki yıla göre artış yaşandı. Dünya genelinde çocukların ölüm hızlarında azalma yaşanırken, Türkiye'de zaten Avrupa Birliği ülkelerine göre yüksek olan bebek ve çocuk ölüm hızının 2023 yılında daha da artması, sağlık ve sosyal politika alanlarında endişe verici bir tabloyu ortaya koyuyor. CHP'Lİ PALA'DAN BAKAN MEMİŞOĞLU'NA SORU ÖNERGESİ TÜİK verilerine göre, bin canlı doğum başına düşen bebek ölüm sayısını ifade eden Bebek Ölüm Hızı, 2022 yılında binde 9,2 iken 2023 yılında binde 10,0'a yükseldi (Avrupa Birliği ülkelerinde 2022 yılında Bebek Ölüm Hızı ortalaması binde 3,3’tü). Bu artış 51 ilde görüldü. 6 Şubat depremlerinden etkilenen 11 ilde bebek ölüm hızı artarken, depremden etkilenmeyen 40 ilde de benzer bir durumun gözlenmesinin endişe verici olduğunu vurgulayan Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Milletvekili ve Halk Sağlığı Profesörü Dr. Kayıhan Pala, son istatistikleri Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’na soru önergesi ile yönlendirmiş ve Bakan’a konu hakkında sorular sormuştu. Sorularını depremden etkilenen ve etkilenmeyen iller üzerinden ayrı ayrı yanıtlanması için ayrıntılı biçimde oluşturan CHP’li Pala; 2022 ve 2023 yıllarında illere ve hane halkı refah düzeyine göre perinatal ölüm hızı başta olmak üzere, erken neonatal ölüm hızı, geç neonatal ölüm hızı ve post neonatal ölüm hızı gibi çocuk sağlığı göstergelerini Bakan Memişoğlu’na sordu.   2023 yılında, 29 ilde bebek ölüm hızının 2022 yılına göre azalıp bir ilde aynı kalırken, 51 ilde artış göstermesinin nedenlerini Bakana soran CHP’li Pala’nın diğer soruları arasında; bebek ölüm hızını azaltmak için Bakanlığın herhangi bir eylem planı olup olmadığı da bulunuyordu. BAKANLIĞIN CEVABI: ARTIŞ DEPREM NEDENLİ! Pala’nın sorularına 2 ay sonra gecikmiş olarak yanıt verebilen Bakan Memişoğlu; bebek ölümlerinde meydana gelen artışın 2023 yılında 11 ili etkileyen Şubat 2023 depremleri olduğunu açıkladı. PALA: DEPREMİN ETKİLEMEDİĞİ 40 İLDEKİ ARTIŞIN NEDENİ NEDİR? Konu hakkında açıklama yapan Pala; “2023 yılında bir önceki yıla göre 81 ilimizin 51’inde hem bebek hem de beş yaş altı ölüm hızı artışı var. 11 ilin depremden doğrudan etkilenen iller olduğunu ve resmi sayılara göre depremde 2 bin 876 beş yaş altı çocuğu yitirdiğimizi biliyoruz. Ancak depremden doğrudan etkilenmeyen 40 ildeki bebek ve beş yaş altı ölüm hızı artışına yanıt verilmiyor. Beş yaş altı çocuk ölüm hızının 2023 yılında 2022 yılına göre en fazla artış gösterdiği ilk on beş il sırasıyla Adıyaman, Hatay, Kahramanmaraş, Malatya, Gaziantep, Osmaniye, Edirne, Bartın, Gümüşhane, Karabük, Bolu, Uşak, Rize, Iğdır ve Amasya. Bu illerden 6’sı depremden etkilenen iller iken diğer 9’u depremin etkilemediği illerden oluşuyor. Depremden etkilenen illerde beş yaşın altında 2022 yılında toplam 3 bin 656 çocuk ölümü var iken, 2023 yılında bu sayı 2 bin 876’si depremde vefat eden olmak üzere, toplam 6 bin 393’e yükselmiş. Depremde vefat eden çocukları dışarıda tutarak beş yaş altı çocuk ölümü hesaplandığında, Osmaniye dışında bütün illerde çocuk ölüm hızı artış göstermiş. En yüksek artış ise Kahramanmaraş ve Malatya’da gerçekleşmiş. Bu veriler, çocuk ölümlerindeki artışın tek başına deprem nedeniyle hayatını kaybeden çocuklarla açıklanamayacağını ortaya koyuyor. Cumhur İttifakı Cumhurbaşkanlığı Hükümeti tarafından uygulanan sosyal politikalar ve sağlık politikaları, deprem sonrasında, çocukları erken ölümden korumak konusunda yetersiz kalmış görünüyor.” dedi. GELİR DAĞILIMINDAKİ EŞİTSİZLİK VE SAĞLIK EŞİTSİZLİKLERİ ÖNEMLİ BİR ETKEN! Açıklamasının devamında; “Beş yaş altı çocuk ölümlerinin hem gelir hem de sağlık eşitsizlikleri ile doğrudan ve dolaylı olarak ilişkisi bulunuyor. UNICEF raporlarına göre küresel olarak en yoksul hane halklarındaki çocukların 5 yaşından önce ölme olasılığı, en zengin hane halklarındaki çocuklara göre 2,1 kat daha fazla. Ülkemizde 2013 yılında beş yaş altı ölüm hızı, hane halkı refah düzeyi en yüksek yüzde yirmilik grupta binde 8 iken, en düşük grupta 3,5 kat daha yüksek olarak binde 28 idi. Maalesef hane halkı refah düzeyine göre çocuk ölümlerine ilişkin istatistikler 2013 yılından sonra açıklanmıyor. Yoksul ailelerde dünyaya gözlerini açan çocuklar, orantısız biçimde beş yaş altı ölüm yükü taşıyor.“ diyen CHP’li Pala, bu durumun düzeltilmesi için gerekli çabanın gösterilmemesini eleştiriyor. VERİLER GÖRMEZDEN GELİNİYOR! Soru önergesine verilen yanıt üzerine açıklamasını sürdüren Pala: “Sağlık Bakanı’nın çocuk ölüm hızı artışındaki tek nedeni deprem olarak açıklaması, diğer sorunları görmezden geldiğini gösteriyor. Sağlık alanında elde edilen her olumsuz veri, olguların tekrarlanmaması ve önlenmesi için bir politika çerçevesi oluşturmayı ve bir eylem planında hareket etmeyi zorunlu kılar. Görmezden gelinen veriler, Cumhur İttifakı Hükümetinin çocukların ölümlerindeki artıştan sorumlu olduğunu ve bu olumsuz durumu düzeltmek için gerekli adımları atmaktan geri durduklarını göz önüne seriyor” dedi.

CHP'li Pala'nın 'glukoz izleme sensörü' ile ilgili sorusu yanıtsız kaldı Haber

CHP'li Pala'nın 'glukoz izleme sensörü' ile ilgili sorusu yanıtsız kaldı

Tip 1 diyabetli kişilerin kandaki şeker düzeyini sürekli takip eden sensörler, bu hastalığa sahip kişilerin hayatını kolaylaştıran önemli bir sağlık teknolojisi olarak dikkat çekiyor. Sensörler özelikle diyabetli çocukların ve ailelerinin yaşam kalitesini önemli ölçüde artırıyor. Sensor kullanımı stres ve korkuyu azaltarak, çocukların hastalığa daha rahat uyum sağlamalarını sağlıyor. Bu sensörler sayesinde çocuklar, insulin tedavisine daha iyi yanıt veriyor ve akranları gibi olağan bir hayat sürme imkânı buluyor. TBMM’de hekim milletvekillerinin bu konuda ısrarlı taleplerine karşın, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın glukoz sensörlerinin geri ödenmesi kapsamında bir adım atmaması, yüksek maliyetli bu teknolojinin aileler tarafından erişilebilirliğini sınırlıyor! MEVZUATA YÖNLENDİRİLDİ Konuyla ilgili geçen yıl ekim ayında soru önergesi veren CHP Bursa Milletvekili ve Halk Sağlığı Profesörü Dr. Kayıhan Pala, tam bir yıl sonra kendisine verilen yanıtta Bakan Vedat Işıkhan’dan net bir cevap alamadı. CHP’li Pala Bakan Işıkhan’a; “Glukoz İzleme Vericisi (sensor) olarak bilinen bu araçlar ne zaman ‘Bedeli Kurumca Karşılanan Tıbbı Malzeme Listesi’nde kapsam altına alınacaktır?” diye sormuştu. Bakan Işıkhan, tam bir yıl sonra verdiği cevapta mevzuata yönlendirme yaparak soruyu yanıtsız bıraktı. Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından geri ödeme kapsamına alınmadığında, Tip I Diyabet tanısı almış çocukların yaşam kalitesini önemli ölçüde artıran sensörlere birçok ailenin gücü yetmediği için ulaşamadığını vurgulayan CHP’li Pala; “Diyabetli çocukların ve ailelerinin yaşamlarını kolaylaştıracak destekleyici politikalar geliştirilmeli ve diyabetli çocukların yaşam kalitesini artıran sensörler ivedi olarak geri ödeme kapsamına alınmalıdır. Sayın Bakan’ın bir yıl gecikmeyle verdiği yanıta bakılırsa, Bakanlığın maalesef 2025 yılı için de sensörleri geri ödeme kapsamına almaya niyetinin olmadığı anlaşılıyor. Ülkemizde Tip I Diyabet tanısı almış yaklaşık 30 bin çocuk var, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın sensörler hakkında geri ödeme kararını bir an önce alması gerekiyor. Önümüzdeki aylarda bakanlık bütçelerini TBMM’de görüşeceğiz. Geçen yıl bütçe görüşmelerinde olduğu gibi, bu yıl da Cumhuriyet Halk Partisi olarak sensörlerin geri ödeme kapsamına alınması için önerge vereceğiz. Bu kez 30 bin çocuğun hakkı olan sensörlerin geri ödeme kapsamına alınması önergemizi Cumhur İttifakına mensup hiçbir milletvekilinin reddetmemesini umuyoruz!” dedi.

Kayıhan Pala, Sağlık Bakanlığı’na COVID-19 verilerini açıklama çağrısı yaptı Haber

Kayıhan Pala, Sağlık Bakanlığı’na COVID-19 verilerini açıklama çağrısı yaptı

CHP’nin Bursa Milletvekili Kayıhan Pala, ülkemizde sınırlı sayıda yapılan atık su analizlerinde COVID-19 hastalığına yol açan SARS-CoV-2 virüs yükünün yüksek olmasına rağmen, Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19’a ilişkin güncel durum verilerini neden açıklamadığını sordu. Bursa Milletvekili Kayıhan Pala COVID-19 pandemisinin etkisinin azalmış olmasına rağmen hastalığın halen büyük tehdit oluşturduğunu ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından, erken uyarı, gözetim ve raporlama, varyant takibi, erken klinik bakım sağlanması, yüksek riskli gruplara aşı uygulanması, ventilasyonda iyileştirmeler ve düzenli iletişimin sürdürülmesinin hayati önem taşıdığının açıklandığı belirtti. “GÜNCEL DURUM AÇIKLANMIYOR” “Hastalığa yol açan SARS-CoV-2 virüsünün atık su gözetimi erken uyarı sistemi, SARSCoV-2 dolaşımının izlenmesi için büyük bir önem taşıdığını” belirten Vekil Pala, “Yaklaşık 30 ülkeden kamuya açık atık su gözetiminden elde edilen tahminlere göre, hastalığın yükü halen ülkeler tarafından bildirilen vakalardan 2 ile 19 kat daha yüksek. Ülkemizde de sınırlı sayıda yapılan atık su analizlerinde COVID-19 hastalığına yol açan SARS-CoV-2 virüs yükü yüksek[1] olmasına karşın, Sağlık Bakanlığı COVID-19 hastalığının güncel durumuyla ilgili test, vaka ve ölüm sayılarını açıkla(ya)mıyor” olduğunu söyledi. “SORU ÖNERGESİ YANITSIZ BIRAKILDI” Hastalığa ilişkin verilerin açıklanmasının, hastalığın yayılmasının önlenmesi açısından büyük önem taşıdığına dikkat çeken CHP Bursa Milletvekili Halk Sağlığı Profesörü Kayıhan Pala, 24 Temmuz 2024 tarihinde Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu tarafından yanıtlanması için vermiş olduğu soru önergesinin daha önce vermiş olduğu önergelerde olduğu gibi, yine yanıtsız bırakıldığın, Bakanlığın önergeyi ancak 19 Eylül’de, yanıt verme süresi geçtikten çok sonra, üstelik sorulardan hiçbirine ilişkin veri veremeden yanıtladığını açıkladı. “BAKANLIĞIN PANDEMİ YÖNETİM PERFORMANSI DA DÜŞÜKTÜ” Kayıhan Pala konuya ilişkin yapmış olduğu açıklamada şunları söyledi: “Sağlık Bakanlığı hastalığa ilişkin ne test sayısını ne olgu sayısını ne de ölüm sayısını açıklayabildi. Anımsanacağı gibi, Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 pandemi yönetimi performansı da düşük kalmıştı. Sağlık Bakanı salgının başlangıcında tüm vakaları açıklamamış, ‘Vaka’ ve ‘hasta’ aynı şey değil diyerek, tıp doktorlarını hayrete düşürmüştü. Sağlık Bakanlığı, 10 Aralık 2020'de daha önce açıklamadığı vaka sayısını açıklamak zorunda kaldı ve bir günde toplam vaka sayısına 1 milyon 190 bin 50 kişi daha eklendi... Türkiye'nin açıkladığı veriler güvenilir değildi! Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye’deki ölüm sayısının Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanandan 3,2 kat daha fazla olduğunun tahmin edildiğini yayınlamıştı. Sağlık sistemi salgına yeterince yanıt veremedi! Temel Üreme Sayısı (R0) salgının ilk on gününde dünya çapında bir rekorla maalesef 9’un üzerine çıktı. Filyasyon çok geç başlayabildi… Ekipler eğitimsizdi, bazı ekiplerde sağlık çalışanı bulunmuyordu… Sonuç olarak, COVID-19 pandemisinin ülkemizdeki yükü hem sağlık açısından hem de sosyo-ekonomik sonuçlar açısından çok ağır oldu. 550'den fazla sağlık çalışanı hayatını kaybetti. 200 binden fazla vatandaşın hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. “Uzamış COVID Hastalığı” yükünün ne kadar olduğu ise henüz bilinmiyor. Türkiye'de yaşam beklentisi 2020-2022 döneminde bir önceki döneme göre azaldı.” VERİLERİN AÇIKLANMASI İÇİN DAVET Vekil Pala, COVID-19 hastalığının etkisi devam ederken, Bakanlık tarafından hastalık hakkında hiçbir açıklama hastalığın topluma yükünü artırma potansiyeli taşıdığı uyarısında bulunarak, Sağlık Bakanlığı’nı bir kez daha hastalıkla ilgili bilgileri, test, olgu ve ölüm sayıları ile bunların yaş, cinsiyet, meslek ve il dağılımlarını açıklamaya davet etti.

Vekil Pala sordu: Haber

Vekil Pala sordu: "Kadınların Sağlık Verileri Neden Babalarına Bildiriliyor?"

CHP’li Pala'nın Sağlık Bakanlığı'na yönelttiği soru önergesi, vatandaşların kişisel verilerinin korunması konusunda büyük zafiyet yaşayan Bakanlığın, birçok kadının jinekolojik muayene, ultrason gibi kişisel sağlık bilgilerinin babalarına bildirildiği iddiası ile Bakanlığın veri sisteminde yaşanan ihlallerde cinsiyetçi endişeleri de gündeme getirdi. CHP’li Pala yaptığı açıklamada; “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) ve beraberinde Hasta Hakları Yönetmeliği'ne aykırı olarak, reşit kadınların jinekolojik muayene sonuçları gibi kişisel ve son derece özel bilgilerinin babalarına iletilmesi hakkında artan şikayetler, kadınların bedensel özerkliğinin ve bedenleri üzerindeki mahremiyet hakkının Bakanlık tarafından yasalar çiğnenerek ve tıbbı etik göz ardı edilerek ihlal edildiğini ortaya koyuyor!” dedi. Açıklamasının devamında; “Bu şikayetler, zaten doktora başvuru konusunda endişeleri olan kadınların sağlık hizmetlerine erişimine engel olabilir, birçok kadını doktorlardan uzaklaştırabilir ve sağlık sorunlarının daha da büyümesine neden olabilir. Bu sadece bir veri ihlali değil, aynı zamanda sağlık haklarının ve kadınların kendi bedenleri üzerindeki haklarının Bakanlık tarafından gasp edilmesidir." diyen CHP’li Pala, sorunun toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir yansıması olduğunu vurguladı. CHP’li Pala’nın sorularını zamanında cevaplamayan Sağlık Bakanlığı'na yöneltilen sorular arasında, sağlık kuruluşlarında kişisel veri ihlalleri ile ilgili başvuru sayıları, bu ihlallere neden olan ihmaller ve eksiklikler, alınan önlemler gibi konular yer alıyordu.

Sağlıkta Dönüşüm Programı hasta güvenliğini tehdit ediyor! Haber

Sağlıkta Dönüşüm Programı hasta güvenliğini tehdit ediyor!

17 Eylül, Dünya Sağlık Örgütü’ne üye ülkeler tarafından hasta güvenliği konusunda kamuoyunun farkındalığını ve katılımını artırmak, küresel anlayışı geliştirmek ve üye devletler tarafından hasta güvenliğini teşvik etmek için “Dünya Hasta Güvenliği Günü” olarak kutlanmaktadır. CHP Bursa Milletvekili ve Halk Sağlığı Profesörü Dr.Kayıhan Pala, Dünya Hasta Güvenliği Günü’nde ülkemizdeki sağlık hizmeti sunumunun temel koşullarının gözden geçirilmesi gerektiğini belirtti. Türkiye'de hasta güvenliği alanında yaşanan sorunlara dikkat çeken Pala, “5 dakikada hasta bakılarak hasta güvenliği sağlanamaz, Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında gerçekleştirilen neoliberal sağlık reformları ülkemizde hasta güvenliğini tehdit emektedir” dedi. ÖNCE ZARAR VERME! "Önce zarar verme" sağlık hizmetlerinin en temel ilkesidir. Sağlık hizmetlerinden yararlanma esnasında hiç kimse zarar görmemelidir; sağlık hizmeti nedeniyle verilebilecek zararın insani, ahlaki, etik ve ekonomik etkileri vardır. Güvensiz tıbbi bakım, her on hastadan birinin zarar gördüğü önemli bir küresel halk sağlığı sorunudur; bunların en azından yarısı önlenebilir niteliktedir ve her yıl milyonlarca ölüme ve önemli ekonomik maliyetlere yol açar. Güvensiz tıbbi bakımın yükü, hasta zararının ve ilişkili ölümlerin çoğunun meydana geldiği düşük ve orta gelirli ülkeleri daha fazla etkiler. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre küresel olarak her 10 hastadan yaklaşık 1'i sağlık hizmetleri sunumu sırasında zarar görüyor ve bu nedenle her yıl 3 milyondan fazla ölüm gerçekleşiyor. Zararın yüzde 50'sinden fazlası önlenebilir; bu zararın yarısı ilaçlara atfediliyor. İlaçlarla ilgili zarar, sağlık hizmetlerindeki her 30 hastadan 1'ini etkiler ve bu zararın dörtte birinden fazlası ciddi veya yaşamı tehdit edici olarak kabul edilir. Hasta güvenliği konusunda veriye dayalı değerlendirme yapmanın zorluğu on yıllardır sürüyor. Bazı tahminler, 10 hastadan 4'ünün birinci basamakta ve ayakta tedavi ortamlarında zarar gördüğünü, bu zararın yüzde 80'inin önlenebileceğini öne sürüyor. Önlenebilir hasta zararına yol açabilecek yaygın olumsuz olaylar arasında ilaç hataları, güvenli olmayan cerrahi prosedürler (sağlık hizmetlerindeki önlenebilir hasta zararının yüzde 10'u cerrahi ortamlarda bildirilmiştir), sağlık hizmetiyle ilişkili enfeksiyonlar, tanı hataları, hasta düşmeleri, bası yaraları, hastanın yanlış tanımlanması, güvenli olmayan kan nakli ve venöz tromboembolizm yer alıyor. HASTA GÜVENLİĞİ “Hasta Güvenliği” temel olarak “Hastalara gelebilecek zararın önlenmesi” biçiminde tanımlanmıştır. Kavramın hataların önlenmesi, meydana gelen hatalardan ders çıkarılması ve sağlık hizmeti sunumunun sağlık çalışanları, sağlık kuruluşları ve hastaları içeren bir güvenlik kültürü üzerine kurulmasının sağlanması olmak üzere üç temel boyutu vardır. Hasta güvenliğinin başat olduğu sağlık sistemlerinde, sağlık hizmetlerindeki riskler sürekli ve sürdürülebilir bir şekilde düşürülür, hata olasılığı ve önlenebilir zararın oluşumu azaltılır, zarar oluştuğunda etkisini azaltan prosedürler ve süreçler devreye girer, teknolojiler ve çalışma ortamları uygun hale getirilir ve tüm bunları kapsayan bir kültür oluşturulması için çaba harcanır. HASTA GÜVENLİĞİNİN İLK KOŞULU HASTAYA YETERLİ ZAMAN AYIRMAKTIR! Hasta güvenliğinin sağlanabilmesinin ilk koşulu, hastaya sağlık kuruluşuna başvurduğu andan itibaren yeterli zamanın ayırılabilmesidir. Hekim, tanı koyma süreci sırasında hastasını tanımak (Yaş, meslek, çevresel etkilenimler vb.), yakınmalarını dinlemek, özgeçmişi ile soy geçmişini öğrenmek ve fiziksel muayene yapabilmek için yeterince zamana sahip olmalıdır. Fiziksel muayene, hastanın elle yapılan gözlemsel muayenesidir. Hekim hastanın tavrını, duruşunu, sıkıntı düzeyini ve sağlık sorununun anlaşılmasına katkıda bulunabilecek diğer belirtileri gözlemler. Fiziksel muayene, yalnızca hastanın var olan yakınmalarıyla ilgili olduğundan kuşku duyulan bölümlerini değil, vücudun birçok bölümünün gözlem, muayene ve analizini içerebilir. Dikkatli bir fiziksel muayene, hekimin tanı sürecindeki sonraki adımları belirlemesini sağlar, gereksiz tanı testlerini ve böylece hastanın gereksiz bir risk almasını önleyebilir ve hasta ile güven oluşturmaya yardımcı olabilir. Hekimin ilk muayene sırasında hastaya ayırması gereken sürenin 20 dakika kadar olduğu bilinmektedir. Bu süre, çocuk sağlığı ve hastalıkları ile psikiyatri gibi bazı uzmanlık alanlarında biraz daha uzundur. Ülkemizde ise Sağlıkta Dönüşüm Programının etkisiyle gün geçtikçe hastaya ayırılan zaman azaltılmaktadır. Bazı hastanelerde hastalara 5 dakikada bir randevu verilmesi maalesef artık olağanlaştırılmış durumdadır. 5 dakikada hasta muayenesi olamaz! 5 dakikada yapılan işlemler doğru tanı koyma sürecini olumsuz etkiler ve hasta güvenliğini tehdit eder! Ülkemizde güvensiz hasta bakımı nedeniyle yol açılan zararlara ve ölümlere ilişkin herhangi bir veritabanı bulunmamaktadır. Ancak sağlık çalışanlarının bütün özverili çabalarına karşın, 5 dakikada hasta bakmak zorunda kalmak, depreme dayanıksız sağlık kuruluşlarında ve/veya uzun saatler boyunca çalışmak gibi ağırlıklı olarak sağlık sisteminden kaynaklanan sorunlar nedeniyle, hasta güvenliğinin bütünüyle sağlanamadığı durumlar olduğu ve sağlık hizmeti sunumu sürecinde bazı zararların verildiği bilinmektedir. Hasta güvenliğinin sağlanabilmesi için kamucu, eşit, ücretsiz, erişilebilir ve nitelikli bir sağlık sistemine duyulan gereksinimi bir kez daha dile getiren ve sağlık sisteminin iyi yönetilmesinin büyük önem taşıdığını vurgulayan Pala; ”Özellikle son yıllarda yaşanan; depremde hastanelerin yıkılarak hasta ve sağlık çalışanlarının hayatını yitirmesi, diyaliz merkezinde hastaların hayatını kaybetmesi, hastaneleri su basması, hastane tavanının çökmesi, bazı ilaçlara erişilememesi ve sağlıkta şiddet nedeniyle sağlık çalışanlarının mesleğe yabancılaşması gibi Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin piyasalaştırmaya odaklanan sağlık politikalarının sağlık hizmetlerindeki olumsuz sonuçları, hasta güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin sağlık politikaları hasta güvenliğini ciddi şekilde tehdit ediyor." diye konuştu. Hasta güvenliğiyle ilgili sorunların çözümü için ayrıntılı araştırmalar yapılması ve kamuoyuyla paylaşılması gerektiğini belirten CHP’li Pala, sağlık sisteminin yeniden yapılandırılması ve iyi yönetilmesi gerektiğini vurguladı.

CHP'li Pala, sağlık çalışanlarının beslenme sorunlarını TBMM'ye taşıdı Haber

CHP'li Pala, sağlık çalışanlarının beslenme sorunlarını TBMM'ye taşıdı

CHP Bursa Milletvekili Halk Sağlığı Profesörü Dr. Kayıhan Pala, sağlık çalışanlarının hastanelerde verilen yemeklerle ilgili yaşadığı sorunları TBMM gündemine taşıdı. Pala; yemeklerle ilgili olarak yapılan şikayetler doğrultusunda hazırladığı soru önergesinde sağlık çalışanlarının yeterli, dengeli ve gıda güvenliğiyle ilgili sorun olmayacak biçimde beslenmesi gerektiğini, aksi halde bu durumun çalışma süreçlerini olumsuz etkileyerek ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğini belirtti. SAĞLIK ÇALIŞANLARININ BESLENME KOŞULLARININ İYİLEŞTİRİLMESİ GEREKİYOR CHP’li Pala açıklamasında, “Ülkemizin farklı kentlerinde ve farklı sağlık kuruluşlarında görev yapan sağlık çalışanları tarafından; yataklı tedavi kurumlarında yemeklerin porsiyonlarının küçük olduğu, besin değerlerinin düşük olduğu, çeşitliliğinin sınırlı olduğu ve hijyen koşullarının yetersiz olduğu yönünde şikayetler geliyor. Bu şikayetler arasında ayrıca; bazı hastanelerde yemeklerden paslı cisimler, sinek, böcek gibi eklembacaklılar ve cam parçaları gibi yabancı maddelerin çıktığı ve uygun olmayan koruma ve pişirme süreçleri nedeniyle gıda zehirlenmeleri yaşandığına ilişkin olgular da var. Sağlık kuruluşlarında yetersiz ve gıda güvenliğini tehdit eden yemek hizmeti sunulması, bir yandan sağlık çalışanlarının mevzuatla tanınmış haklarını ihlal ederken diğer yandan da sağlık çalışanlarının çalışma saatleri içerisinde fiziksel güçlerini zayıflatarak ve konsantrasyonlarını azaltarak çalışma süreçlerini olumsuz etkiliyor. Bu durum ayrıca sağlık çalışanları arasında diyabet, kalp hastalıkları gibi kronik hastalık riskini artırabilir ve hasta güvenliği açısından da risk oluşturabilir. Sağlık çalışanlarının sağlıklı beslenme koşullarının sağlanması ve hastanelerde sunulan yemek hizmetinin kalitesinin artırılması için ivedi olarak önlemler alınması gerekiyor.” dedi. Konu hakkında Bakan Memişoğlu’na soru önergesi veren CHP’li Pala; sağlık kuruluşlarındaki yemek hizmetine ilişkin yapılan şikayetlerin sayısı ve bu şikayetlerin içeriği hakkında ayrıntılı bilgi başta olmak üzere; sağlık kuruluşlarında bildirilen gıda zehirlenmelerinin sayısını, sağlık kuruluşlarında yemek hizmetinin kalitesini denetlemek amacıyla düzenli olarak denetim yapılıp yapılmadığını, yapılıyorsa denetimlerin sonuçlarını ve sağlık çalışanlarının sağlıklı beslenme haklarını güvence altına almak amacıyla Bakanlığın bir eylem planı olup olmadığını sordu.

Haber

"Nitelikli eğitime erişimde fırsat eşitliği yok!"

Bugün okullar, eğitim sürecindeki nitelik düşüklüğü ile öğrenci, öğretmen ve dersliklerin iller arasında dağılım eşitsizlikleri gibi büyük sorunlarla açılıyor. Eğitim, bilgi ve beceri edinmenin yanı sıra değerler ve eleştirel düşünmeyle ilgili bir süreç olmasına karşın Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından benimsenen politikalar, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini ve eleştirel düşünmeyi yok sayan bir eğitim sistemini topluma dayatıyor. OECD'nin 2022 yılındaki Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı'nın öğrencilerin karmaşık problemleri ne kadar iyi çözebildiğini, eleştirel düşünebilme düzeyini ve ne kadar etkili bir şekilde iletişim kurabildiğini araştıran ve eğitim sistemlerinin öğrencileri gerçek yaşam zorlukları ile gelecekteki başarıya ne kadar iyi hazırladığına ilişkin fikir veren sonuçlarına göre; Türkiye matematik, fen ve okuma alanlarında OECD ortalamasının maalesef gerisinde kaldı. Türkiye’nin, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı'na katılan OECD ülkeleri arasında öğrencilerin yaşam memnuniyeti düzeyinin en düşük olduğu ülkelerden biri olması da dikkat çekiyor[1]! Ülkemizde vatandaşların eğitim sistemi ve okullardan memnuniyeti de çok düşük düzeyde; memnuniyet oranı 2010 yılında yüzde 61 iken, bu oran 2020’de yüzde 27’ye geriledi[2]. Bu oran 2020 yılında OECD ülkeleri içerisinde en düşük memnuniyet oranıdır. Bursa Milletvekili Prof.Dr. Kayıhan Pala; okulların açılmasıyla birlikte, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e verdiği soru önergesi ile Türkiye'deki eğitim sisteminin karşı karşıya olduğu bazı sorunları bir kez daha gündeme getirdi. CHP’li Pala, yaptığı açıklamada; özellikle öğretmen başına düşen öğrenci sayısının yüksekliği ve eşitsizliği, nitelikli eğitime erişimle ilgili sorunlar ve eğitim sisteminin değişen dünyaya uyum sağlama zorluğu gibi kritik konulara dikkat çekti. Pala; "Eğitim kurumlarında öğretmenin her bir öğrencisiyle etkileşime geçebilmesi ve öğrencisine bireysel ilgi göstermesi, nitelikli eğitimin önemli bir bileşenidir. Öğretmenler nitelikli eğitimin sağlanmasında çok önemli bir rol oynadıklarından, “öğretmen başına düşen öğrenci sayısı” öğrenme sonuçlarının önemli bir belirleyicisidir ve bir eğitim sisteminin genel kalitesinin göstergelerinden biri olarak kabul edilir. Türkiye’de kamu eğitim kurumlarında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, OECD ülkeleri arasında en yükseklerden biri iken özel eğitim kurumlarında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı düşüktür. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı dışında, “derslik başına düşen öğrenci sayısı” da ülkemizde yüksektir ve iller arasında eşitsiz dağılım göstermektedir.” dedi. Milli Eğitim Bakanı Tekin’e konu hakkında soru önergesi veren Pala, önergesinde Milli Eğitim Bakanlığı istatistiklerini ortaya koyarak sorular sordu. PALA’NIN ÖNERGESİ ŞÖYLE: "Bakanlığınız tarafından yayınlanan Milli Eğitim İstatistiklerine göre 2022/23 döneminde Türkiye’de ilkokul düzeyinde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 18’dir. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısının yüksek olmasının yanı sıra iller arasında büyük bir eşitsizlik de söz konusudur. Örneğin öğretmen başına düşen öğrenci sayısı Malatya’da 12, Ardahan ve Zonguldak’ta 13 iken Tekirdağ, Bursa, Kocaeli, Adana, Diyarbakır, Mardin, Batman ve Şırnak’ta 20, Kilis’te 21, İstanbul’da 22, Gaziantep’te 24 ve Şanlıurfa’da 26’dır. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı dışında, “derslik başına düşen öğrenci sayısı” da ülkemizde yüksektir ve iller arasında eşitsiz dağılım göstermektedir. Bakanlığınız tarafından yayınlanan Milli Eğitim İstatistiklerine göre 2022/23 döneminde Türkiye’de (ilkokul+ortaokul) toplamında derslik başına düşen öğrenci sayısı 23’tür. Derslik başına düşen öğrenci sayısının çok yüksek olmasının yanı sıra iller arasında büyük bir eşitsizlik de söz konusudur. Örneğin derslik başına ortalama öğrenci sayısı Gümüşhane ve Ardahan’da 12, Rize’de 15 iken Ankara’da 21, Bursa, Adana ve Mersin’de 27, İstanbul’da 29, Gaziantep’te 30 ve Şanlıurfa’da 31’dir. Bu bağlamda; Bakanlığınızın iller arasındaki eğitimde fırsat eşitsizliklerini, bu eşitsizliklere yol açan nedenleri ve bu eşitsizliklerin yurttaşların hayatındaki sonuçlarını ele alan herhangi bir raporu var mıdır? İllerde öğretmen başına düşen öğrenci sayısının ve/veya derslik başına düşen öğrenci sayısının fazlalığı ile özel okul sayısı ve özel okullarda okuyan öğrenci sayısı arasında bir ilişki var mıdır? Bakanlığınızın iller arasında kamu okullarında öğretmen başına düşen öğrenci sayısındaki yüksekliği ve eşitsizliği azaltmak için herhangi bir eylem planı var mıdır? Bakanlığınızın iller arasında kamu okullarında derslik başına düşen öğrenci sayısındaki yüksekliği ve eşitsizliği azaltmak için herhangi bir eylem planı var mıdır?"

CHP Milletvekili Dr. Pala, aşı yapılamayan çocuk sayısını sordu Haber

CHP Milletvekili Dr. Pala, aşı yapılamayan çocuk sayısını sordu

Türkiye'de çocuklara aşı yaptırmak istemeyen ailelerin sayısındaki artış, ciddi bir halk sağlığı sorunu olmaya devam ediyor. Özellikle Covid-19 pandemisi sürecini de içine alan son yıllarda, sosyal medyada yayılan yanlış bilgiler ve aşı karşıtı söylemler, bu durumun önemli nedenlerinden biri olarak gösteriliyor. CHP Bursa Milletvekili ve Halk Sağlığı Profesörü Dr. Kayıhan Pala’nın Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’na yönelttiği soru önergesi, bu konunun ciddiyetini bir kez daha gözler önüne serdi. Pala verdiği soru önergesinde; aşı yapılamayan çocuk sayısının yıllara, yaş gruplarına, illere, gelir gruplarına ve kırsal/kentsel yerleşim yerlerine göre dağılımını sordu. CHP’li Pala önergesinde aşı yapılamama nedenlerinin detaylı olarak açıklanmasını da istedi. BAĞIŞIKLIK ZİNCİRİ KOPABİLİR Pala yaptığı açıklamada; “Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre, aşı reddi vakaları son yıllarda endişe verici bir artış gösteriyor. 2011 yılında 183 olan bu sayı, 2018'de 23 bine ulaşmış durumda. 2024 yılı aile hekimliği performans raporları da durumu daha da vahim bir şekilde ortaya koyuyor. Özellikle Bursa gibi büyükşehirlerde aşı reddi vakaları, aylık bazda binleri bulabiliyor. Bursa’da sadece geçtiğimiz Nisan ayında 580, Mayıs ayında ise 1357 aşı reddi vakası kayıtlara geçmiş.” dedi. AŞILAR SAĞLIK ALANINDA İNSANLIĞIN EN BÜYÜK BAŞARI HİKAYELERİNDEN BİRİ Aşı karşıtlığının ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğunu ve bu durumun bulaşıcı hastalıkların yeniden ortaya çıkma riskini artırdığını vurgulayan Pala; “Aşılar, çocukları birçok ölümcül hastalıktan koruyan ve geçtiğimiz yüzyıl içinde binlerce yaşamı kurtaran en etkili yöntemlerden biri. Ancak, maalesef aşı karşıtlığı nedeniyle bağışıklığı zayıflayan bir toplum beraberinde ise hızla yayılabilir hastalıklar ve salgınlar ile karşılaşabiliriz.” dedi. TBMM gündemine alınan bu konu hakkında; hekimler, bilim insanları ve tıbbi meslek örgütleri de aşıların önemi konusunda toplumun daha doğru bilgilendirilmesi gerektiğini ve aşı karşıtı söylemlerin yayılmasının önlenmesi için etkili stratejiler geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.