SON DAKİKA
Hava Durumu

#Azmi Karamahmutoğlu

Bursa Haber - Azmi Karamahmutoğlu haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Azmi Karamahmutoğlu haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Zafer Partisi'nden kayyum atamalarına tepki Haber

Zafer Partisi'nden kayyum atamalarına tepki

Azmi Karamahmutoğlu: CHP'li Esenyurt Belediye Başkanı'nın görevden alınıp yerine kayyum atamasından sonra bugün de Mardin, Batman ve Halfeti belediye başkanlarının görevlerinden alınıp yerlerine kayyum atandığını görüyoruz. İçeriğe ilişkin henüz tam olarak açıklama yapılmadığı için bir değerlendirme yapamayacağız fakat bu hususa ilişkin tek bir şeyi özellikle Mardin Belediyesi üzerinden söylemek istiyorum; Mardin Belediye Başkanı, Dem Partili Belediye Başkanı Ahmet Türk, 2017 yılında cezaevinden tahliye ettirilen Ahmet Türk'tür. Cezaevine yine benzer bir suçlamayla alınıyor bu Dem Partili, önceki adıyla HDP'li Ahmet Türk, cezaevine benzer bir suçlamayla alınıyor. 2016 yılının son ayları, sadece 4 aya yakın bir zaman yattıktan sonra, 2017 yılının Şubat'ında, 4 ayı bulmayan bir mahpusluk hayatıyla beraber, Devlet Bahçeli'nin Ahmet Türk'ün sağlığı üzerinden bir söylem geliştirip endişesini dile getirip tahliyesinin, serbest kalmasını isteyen, talep eden bir çıkışı oluyor. Bahçeli'nin bu isteğini hükümet olağan karşılıyor ve Ahmet Türk tahliye ediliyor. Ahmet Türk, Hapis yatamayacak kadar sağlığı bozuk olduğu için cezaevinden tahliye ediliyor. Bu arada aslında aynı anda adli tıp Ahmet Türk'ün kalbindeki pilin hapis yatmasına engel olmadığını, 6 aylık periyodik kontrollerle hapis yatabileceğini söylemiş olduğu halde Ahmet Türk serbest bırakılıyor. Sağlık sebebiyle hapis atamayacak olan Ahmet Türk, çıkar çıkmaz yine siyasete devam ediyor. Kaldığı yerden devam ediyor ve belediye başkanı oluyor. Belediye başkanlığı yapıyor, belediye başkanı seçiliyor. Bugün de yine benzer suçlarla aynı Ahmet Türk görevinden alınıyor. Olan biten ne? Olan biten, Türk toplumu, Türkiye geriliyor, ayrıştırılıyor, çatıştırılıyor, kamplaştırılıyor. Bu, Ahmet Türk üzerinden de yapılıyor. Başka isimler üzerinden de yapılıyor. Belli ki AKP hükümetinin ve Cumhur İttifakı'nın kafası çok karışık. Belli ki ne yönetebiliyorlar ne de idare edebiliyorlar. Son üç haftadır İmralı'daki terörist başının serbest bırakılması ve Meclis’te konuşturulması teklifiyle ülke gündemine sokulan PKK örgütüyle müzakereye oturulması hususu daha önce denenmiş ve yanlışlığı ispatlanmış, faydasız olduğu görülmüş bir politikadır. Kendisini Türk milliyetçisi olarak tanımlayan hiçbir ferdin terörist başını affetmek ve terör örgütü ile müzakereye oturmak gibi bir politikaya yüz vermesi, prim vermesi söz konusu olamaz. Diğer yandan akıllara ziyan farklı bir politik yaklaşım geliştiren bir ana muhalefet liderimiz var. Özgür Özel'in mottolaştırdığı haliyle ‘terör örgütü benim sorunlarım bitti demeden bitmez’ diyor. O böyle söylemiyor, ‘Kürt sorunu’ diyor. ‘Kürtler benim sorunlarım bitti demeden Kürt sorunu bitmez’ diyor. Ayrılıkçı siyasal Kürtçü hareketinin talepleri karşılanmadıkça sorunların bittiğini söylemeyecektir. Yani ‘sorunlarım bitmedi’ diyecektir. Bu durumda terörü politika yapmada vasıta kılan yani politika yaparken terörü araç olarak kullanan PKK öncülüğünde siyasallaşmış olan Kürtçü hareketin tüm talepleri karşılanacak mıdır? Bu talepten içerisinde ilan edilmiş bir bayrak, sınırları çizilmiş bir ülke, adı konmuş bir devlet de vardır. Bunların içerisinde sadece ‘kendi dilimle müzik yayını yapmak istiyorum’ diyen de vardı. Sadece kendi dilimle dergi çıkarmak istiyorum diyen de vardı. Karşılandı. Sadece ‘kendi dilimi öğreneceğim, kurslarım olsun diyen’ vardı. Karşılandı. Devlet, TRT'de kanal verdi. Bunun sonu yok. Çünkü üzerinizde yekpare, monoblok, tek parçalı bir siyasal yapı yok. Aslında karşınızda tek bir muhatap yok. Fakat ne yazık ki ana muhalefet partisi bile bu konuyu işlerken sanki karşımızda tek bir muhatap varmış gibi bunun adını ‘Kürt ve Kürtler’ diye koyuyor. Halbuki oysa gerçeğimiz şudur, bizim 30-40 yıldır yaşadığımız gerçeğimiz şudur: Bizim açımızdan evet ülkemizde sorunlarımız vardır. Ekonomik yıkım, işsizlik, açlık, yokluk, yoksulluk, fukaralık başta olmak üzere birçok sorunumuz vardır ki bu sorunlardan biri de vatandaşlarımız için en ölümcül olan terör sorunudur. Fakat meselenin adı Kürt sorunu değildir. Terör sorunudur. Eğer siz meselenin adını Kürt sorunu diye koyarsanız terörün adını da Kürt terörü olarak koymuş olursunuz ki bunu yapmaya hakkınız yok. AKP ve Cumhur İttifakı iktidarının bir sıkışmışlığı söz konusu belli ki. Eğer bir sıkışmışlığı karşı karşıya kaldığı bir mecburiyet varsa iktidarlarını sürdürmek için Türkiye Cumhuriyeti'ni ateşe atmasınlar. Sıkışmışlıklarını sırtlarına kambur olarak alıp ülkenin önünü açmalıdır ve iktidardan çekilmeli, ülkeyi seçime götürmelidir Cumhur İttifakı. Belli ki bu konu üzerinde yani terörün bitirilmesi, PKK ile müzakere, Suriye'de kurulmakta olan garnizon terör devletini tanıyıp, tanıtımını halka pazarlama gibi polemikler ve tartışmalar daha uzun süre devam edecek ve bunları uzun süre konuşacağız. Fakat şunun çok iyi bilmesini isteriz ki; bu tartışmaya başladığımız ilk adımdan son adıma kadar bizim duracağımız yer, Zafer Partisi olarak bulunduğumuz Türklük, Atatürk Cumhuriyeti ve Atatürk çizgisindeki Türk milliyetçiliği mevziisinden tek bir adım geri atmayacağız. Bulunduğumuz mevzi burasıdır ve bu mevzide mıh gibi çakılı kalacağız.

Zafer Partisi'nden Özel'e Haber

Zafer Partisi'nden Özel'e "Öcalan" çıkışı: Türkiye'yi poker masasına sürdü

 Karamahmutoğlu: Cumhuriyet Türkiye'si olarak almış olduğumuz bu emaneti 101 yıldır yaşatıyoruz. Bir millete, bir halka, bir topluma bir devletin nasıl teklif edileceğini, bir devletin teklifinin hangi mücadeleler sonunda yapılabileceğini alınabileceğini 101 yıl evvel 29 Ekim'de Mustafa Kemal göstermişti. Fakat onun kurucusu olduğu siyasi partinin genel başkanı 101 yıl sonra milletin içinden halkın bir bölümünü, bir kesimini ayırarak onlara bir devlet teklifinde bulunma gafletini, cüretini göstermiştir. MHP'nin genel başkanı Devlet Bahçeli'nin 2023 vizyonu diye ortaya koymuş olduğu, kavramlaştırdığı bu siyaseti daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan sahiplenmiş ve 2023 vizyonu diye sürekli olarak işlemişti. Hem Devlet Bahçeli'nin hem AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın yaptığı açıklamalardan sonra haftaki açıklamalardan onların 2023 Türkiye vizyonunun aslında Cumhuriyet Türkiye'sini tamamen değiştirmeye, dönüştürmeye dönük olduğunu anlamış bulunuyoruz. Çünkü 101 yıl önceki Cumhuriyet Türkiye'si üniter, tekil bir devlet olarak kurulmuştur. Kuruluşunun garantisi olan ilk üç maddeye dönük olarak başlatılmış olan saldırılar da devlet protokolünün iki numarasından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından itibaren başlatılmış saldırılar altındadır. Kişiye özel anayasa yapmak istediklerini geçen haftaki basın toplantımızda konuşmuştuk. Hem Milliyetçi Hareket Partisi bir anayasa taslağı teklifi hazırlamış ve bunu kasasına kilitlemiş. İçeriğinden kimsenin haberi yok. MHP Başkanlık Divanı'nda haberi yok. Anlıyoruz ki bu anayasa değişikliği kişiye özel bir anayasa değişikliği. İçerisinde hem terör suçlusu olarak İmralı'da cezasını çekmekte olan terörist başı Abdullah Öcalan'a kişisel af içeren bir anayasa değişikliği olmakla beraber hem de Cumhurbaşkanlığı görevinde ikinci ve son dönemini yaşamakta olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bir kere daha tekrar tekrar seçilebilmesinin yolunu açacak yine kişiye özel değişiklikler içeren bir anayasa değişikliği tartışmalarının içerisine ülkemizin sürüklendiğini, son genel seçimden bu yana sürekli bunun konuşulduğunu görüyor, yaşıyor, biliyoruz. Bu işaret ettiğim hususlar üzerinden bu konu sürekli dikkatimizde ve mercek altında olacaktır. Devlet Bahçeli'nin Abdullah Öcalan açıklamasından sonra hazırlamış olduğu anayasa taslağı bizim gibi milyonlarca Türk milliyetçisini kaygılandırıyor, endişe içerisinde bırakıyor. Zira içeriğine ilişkin de kimsenin hiçbir bilgisi yok. Bu kaygımızın sebebi şudur: Ola ki Türk seçmeni bir hususu yanlış zannetme hatasına düşebilir. O da şu, Türk seçmeni Bahçeli'nin açıklamış olduğu Bahçeli'nin genel başkanlığındaki yönetimin ürettiği bu politikanın yani İmralı'daki caninin serbest bırakılmasının üstüne üstlük parlamentoya getirilip konuşturulmasının Türk milliyetçiliği siyasetinin geleneksel politikasının bir ürünü olduğunu zannedebilir. Oysa bu durum hiç de böyle değildir. Dişe diş, kora kor sonuna kadar mücadele edecektir. Çünkü belli ki bu öylesine ortaya atılmış bir laf değildir. Bu öylesine ölçüm yapmak için edilmiş bir laf değildir. Bu gelecek 3-5 yıla yayılacak bir olgunlaşma, olgunlaştırma halkı bu sürece, bu sonuca hazırlama için yapılmış olan çabadır. Şimdilik suyun derinliğini ölçtürüyorlar. İktidarı ve ittifakı bu olan memleketimizin bir de ana muhalefeti var. Bu ana muhalefet ne yazık ki iktidara ve iktidarı oluşturan ittifaka uymuş vaziyette onlarla birlikte adeta 101. yılında Cumhuriyet Türkiye'sini değiştirme, dönüştürme için yarış halindedirler. Öyle ki Atatürk Türkiye'sini kumar masasında pey olarak sürmüş olan CHP'nin yeni başkanı Özgür Özel, sevinçle, gururla, heyecanla mikrofonlardan, kürsüden el yükseltmekte olduğunu ve Kürtlere bir devlet teklif ettiğini söylüyorum. Özgür Özel, kurucusu Mustafa Kemal'in olduğu Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanlığı koltuğuna otururken, Atatürk Türkiye'sini pay etme yoluna gitmiş ve Kürtlere bir devlet teklif ediyorum diyerek Türkiye'yi poker masasına sürmüştür. Özgür Özel, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tamamı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sahibidir. Bu devlet zaten Cumhuriyet Türkiye'sinin vatandaşlığına sahip olan herkesin sahipliğidir. Bu hal Türkiye'yi ancak Yugoslavyalaştırmaya, Lübnanlaştırmaya götürür. Cumhuriyet Halk Partisi yeni anayasa çalışmaları ve PKK ile pazarlık konusunda ne yazık ki ana muhalefet partisi olarak muhalif duruşunu yitirmiş, terk etmiş ve iktidarın safına geçmiştir. CHP Genel Başkanı Özel, genel başkanlığı ele geçirdiği kongreden bu yana sarayla yapmış olduğu muhabbetlerin neticesinde adını kendilerinin yumuşama ve normalleşme diye koyduğu politikaların devamında, normalleşmeden anlamış olduğu statükonun devamı, müesses nizamın devamı, o da Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığının devamı olarak anlaşılmıştır. Kürtçü terörün taleplerini karşılayacak, karşılayarak terörü bitireceğini zanneden hem bir muhalefet zihniyetimiz var hem de bir iktidar zihniyetimiz var. Devlet Bahçeli MHP'si de AKP iktidarı ile birlikte ne yazık ki PKK ile müzakere ederek ve PKK'nın kurucu cani başına özgürlük vererek terörü sonlandırabileceği hatasına yanlışına düşüyor. PKK'nın talebi kurucu liderinin serbest bırakılması değildir. Bugüne değin PKK ne talep ettiyse, ne vaat ettiyse, terör yoluyla, şiddet yoluyla baskı bastırdığı, baskıladığı, terörize ettiği halka dönük olarak ben silahla, ateşle, kanla bir şeyler koparıyorum, size veriyorum, bana daha çok destek verin, daha çok kan dökeyim, daha çok şiddet, daha çok terör işleyin ve daha çoğunu alayım diye yoluna devam etmektedir. Diğer vaatleri arasında ya vardır, hepimizin gözü önündedir. Elinde bir paçavra sallamaktadır. Bir bayrak ilan etmiştir. Sınırları çizili muhayyel bir ülke vaat etmiştir. Haritaları ortaya dökmüştür yazılı çizi olarak. Yani sınırlarını kendince çizdiği, ütopya da olsa ve bu ütopya onlar için büyük bir distopyaya, Türkler tarafından döndürülmüş ve bundan sonra da döndürülecek olsa da bir ülke vaat etmiştir. Abdullah Öcalan, yaptığı suçların cezasını hayatıyla ödeyecek, idam edilecekti. Hiç değilse şehitlerimizin ve gazilerimizin yürekleri birazcık olsun, gün soğuyacaktı. Fakat beklemeyen bir şey oldu. Milliyetçi Hareket Partisi'nin bugünkü lideri, Devlet Bahçeli, sekiz saat süren bir toplantının bir ikna toplantısının ikna çabasının sonunda Abdullah Öcalan'ın idam edilmeyeceği kararın altına başbakan yardımcısı olarak imza attı ne yazık ki. En son TUSAŞ’ta yaşanan çatışmalı süreçmiş. Bir tarafta eşinin gönderdiği çiçeği almaya gitmiş olan bir hanımefendi, mühendisler, güvenlik görevlileri, oranın güvenini sağlamakla olan insanlar, siviller, ve bir yanıyla da bombalarla ve makineli silahlarla onlara saldıran teröristler, bu iki tarafı çatışmalı süreç diye adlandırıyor Özgür Özel. Çatışmalı süreç. PKK'nın bölge insanını sindirmek için başlatmış olduğu, Güneydoğu bölgesindeki insanları özellikle sindirmek için başlatmış olduğu, terör saldırılarında yıldırıcı olsun diye bebek katliamlarıyla başlamışlardı öldürmeye. Şimdi bebeklerin öldürüldüğü terörist saldırılarını çatışmalı süreç olarak adlandırıyor CHP'nin Genel Başkanı Özgür Özel. Kuşadası'nda turistlerin bindiği minibüs patlatıldı, turistler öldü. Çatışmalı süreç. Çatışmanın bir tarafında PKK'lı teröristler... Zehirlediniz. Fikre zehirlendiniz. Etnikçi, Kürt şovenizminin fikren sizi zehirlenmesinden sonra siz de Cumhuriyet Halk Partisi'nin kadrolarını zehirlediniz. Şimdi de Türk siyasetini ve Türk toplumunu zehirlemeye devam ediyorsunuz. MHP'deki milyonlar bu duruma tepkilidir. MHP'den 10 binlerin, 100 binlerin, 7 kişinin, 9 kişinin istifa etmesine gerek yoktur. Milliyetçi Hareket Partisi'nden sadece tek bir kişinin istifa etmesi yeterlidir. Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes anayasamızın 66. maddesinin tanımıyla Türk’tür. Anayasa madde 66 bunu söyler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür. Devlet Bahçeli'nin yapmış olduğu bu açıklama, Türkler ve Kürtlerin kardeşliği farzdır açıklaması, Türkler ve Kürtler diye bu milleti iki farklı millet haline bölmek demektir. Evet, bu budur. Kürt alt kimlikli Türkler bu duruma itiraz ediyor. Milyonlarcası itiraz ediyor. En başta da Türk milliyetçiliği siyasetinin, Türk milliyetçiliği düşüncesinin saflarında yer alan Kürt alt kimlikli Türkler bu duruma itiraz ediyor. Bunlardan MHP Genel Merkezi'nde ve Başkanlık Divanı'nda olan arkadaşlarımız da vardır. Yani siz Kürtler ve Türkler diye bölüp ayırdıktan sonra Kürtleri ayrı bir millet olarak tanımladıktan sonra hangi Kürt kimlikli Türk vatandaşını Türk milleti ailesine dahil edebilirsiniz ki? Adalet ve Kalkınma Partisi, Devlet Bahçeli MHP'sini yanına çekmiş olmakla, kendisine müttefik kılmış olmakla, Türk Milliyetçiliği siyasetini kendisine müttefik kılmış zannetmesin. Türk Milliyetçiliği siyaseti kendisiyle bir dayanışma ve işbirliği halinde değildir. Çünkü Türk milliyetçiliğinin temsiliyeti yalnızca ve tek başına Devlet Bahçeli MHP'sinde değildir. Türk milliyetçiliği siyasetinin ve düşüncesinin temsiliyeti artık başka partilerde de vardır. Bunun da en olanı Zafer Partisi'dir. Prof. Dr. Ümit Özdağ Genel Başkanlığındaki Zafer Partisi'dir.

Karamahmutoğlu: Hastayı müşteri gibi gören ticarileşmiş bir sistem caniliği üretiyor Haber

Karamahmutoğlu: Hastayı müşteri gibi gören ticarileşmiş bir sistem caniliği üretiyor

Geçen hafta içerisinde Sayın Cumhurbaşkanı'nın açıklamış olduğu ve hükümetin almış olduğu bir karar var. Bu karar şunu söylüyor. Kaçak ve sığınmacıların çalışma izni olmadan 3 yıla kadar çalışabilmeleri olanaklı kılınıyor. Bir yerde izinsiz olarak, SGK'sız olarak bir Türk yurttaşının çalışabilmesi suçtur. Fakat biliniyor ki ülkemizde kaçak ve sığınmacıların çok az bir kısmı, onda da yalnızca geçici sığınmacı hüviyetiyle burada bulunanların çok az bir kısmı SGK'lı olarak, sigortalı olarak çalıştırılabilmekte. Diğer birçoğu ucuz iş gücü sömürüsüyle sigortası olarak çalıştırılmakta. Öyleyse üç yıla kadar izinsiz olarak bunların çalışabilmeleri yasal bir zemine kavuşturuluyorsa bu ülkemizde artık ikili bir hukuki düzene geçildiğinin işaretidir, emaresidir, göstergesidir. Yani hukuksal düzenin bozulduğunun göstergesidir. Diğer taraftan ucuz iş gücü sebebiyle tercih edildikleri için istihdam sorunu yaratmakta. Türklerin, vatandaşların işsizlik sorununu büyütmekte, beslemekte. Diğer yanıyla esnaflık yapanları getirdikleri malları kaçak olarak getirdikleri için, faturasız olarak getirdikleri için bir buradan gelir kaybı var. İşsizliği besleyen diğer hususlardan bir tanesi. AKP'nin mülteciler politikası sürdüğü müddetçe Zafer Partisi de bu politikayı işlemeye ve Zafer Partisi'nin mültecilerden başka bir siyaseti yok mu eleştirisine almaya devam edecek. Hastanelerimiz sağlık hizmeti vermek yerine bebeklerimize morg olmuş. Yalnızca morg hizmeti veren özel kurumlar haline gelmiş. Geçen hafta içerisinde Meclis’te başlayan tokalaşmalarla süren, fakat mahcubiyetten dolayı adı çözüm süreci mi, barış mı, yoksa açılım mı diye bir türlü konamayan, halen daha tarifi için tartışmaların sürdüğü, fakat belli ki kamuoyuna yansımadan çok daha evvel bir yerlerde pişirilip suyu kaynatılmış bulunan bir husus var. Bu, Türkiye'nin, hükümetimizin, devletin, kendi dinamiklerinden kaynaklanan bir politika mı yoksa önümüze servis edilmiş bir politika mı bilemiyoruz. Yani bu ajanda, Kürt siyasetiyle ilgili bu ajanda, Türkiye'nin ajandası mı yoksa dışarıda başka merkezlerin ajandası mı hala daha hem siyaset kurumu hem aydınlar bu hususu tartışıyorlar. Henüz daha adı konulabilmiş değil. Sadece Türkiye'nin içini mi ilgilendiriyor? Yoksa Türkiye'yi değil de Türkiye'nin komşu ülkelerini mi ilgilendiriyor? Türkiye coğrafyasında Türk milletinin tarihsel kazanımlarına en ufak bir zarar getirecek hiçbir adımdan, eylemden yana değiliz. Tam siper hepsini karşısında olacağız. Şöyle bir sakıncalı durum yaşanmıştı. Terörist başı Abdullah Öcalan'dan terör suçundan dolayı terör örgütünün başı olduğundan dolayı hüküm yemiş, yediği hükmün cezasını halen daha çekmekte olan Öcalan'dan PKK terör örgütüne dönük talimatlar vermesi beklendi. Öcalan'dan bu sipariş edildi. Medya yoluyla kamuoyunda bu söylendi. Şimdi hapisteki hükümlü cezasını çekmekte olan baş terörist Öcalan'dan bunu beklemek demek, Öcalan'ın PKK'yı yönettiğini kabul etmek demektir.Öyleyse bu durum yargılanmayı gerektirir. Bu bir suçtur. Hafta sonu İstanbul Barosu'nun seçimleri oldu. İstanbul Barosu'nun başına eski bir Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili seçildi. İbrahim Kaboğlu, kendisi ne yazık ki anayasal olarak bile, anayasal vatandaşlık tanımıyla bile Türklüğü üstüne alamamış, Türklüğü sindirememiş, anayasal vatandaşlık bakımından bile kendini Türk olarak tanımlayamayabilen bir yurttaş olarak ne acıdır ki Türklüğün kaderine kefen biçecek laflar etmeye başlamıştır daha ilk günden. İstanbul Barosu'nun başına oturduğu ilk günden itibaren. Buyurmuştur ki yeni İstanbul Barosunun başkanı değişmez maddelere anayasadaki değişmez maddelere olumlu anlamda dokunulabilir diye söylemiştir. Aynı lafı biliyorsunuz iki hafta önce Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin başkanı Sayın Numan Kurtulmuş da yapmıştı. Bu çabalar Türkiye'de, Anadolu coğrafyasında Türklüğü geriletmek, zayıflatmak girişimleridir, çabalarıdır. İşte Zafer Partisi'nin varlığı siyasal kurum olarak tam da burada bu yüzden gereklidir. Zafer Partisi de burada Türklüğü daha ileriye ve daha yukarıya taşımak için siyaset yapmakta ve çalışmaktadır. Yenidoğan Çetesi'nden söz ediyoruz. Artık Anadolu'nun dört iline de sıçramış olduğu dün anlaşılan fakat daha çok İstanbul'da ki hastanelerde ortaya çıkan, yaşanan yenidoğan servislerindeki bebek ölümleriyle ilgili bu bebek ölümlerinin üzerinden kar elde eden, gelir elde eden çetenin yaşamış oldukları toplum olarak 23 yıllık AKP iktidarının yönetimi sonucunda kurumları, kuralları, değerleri boşalan Türkiye'de insanımızın da içinin etik ve ahlaki değerlerin boşalmasıyla ne hale geldiğimizin bir göstergesi oldu. Şüphesiz yargı çalışacaktır, çalışmalıdır ve bu cinayet şebekesi en ağır cezayı almalıdır. Bu gereklidir. Fakat bu tek başına sorunu çözmeye yeterli olmayacaktır. Zira hastayı müşteri gibi gören ticarileşmiş bir sağlık sistemi bu caniliği üretiyor. Bu şekilde ticarileşmiş olan hastayı müşteri gibi gören sağlık sistemi var olduğu müddetçe hastalar ve onların sağlıkları ve hayatları üzerinden bir mal-meta alışverişi yapar gibi kar elde etmek, ticaret yapmak alışverişi de sürecektir. Diğer yanıyla kamu bütçesinden özel sağlık sektörüne para akıtan bu sistemin değişmesi gerekiyor. Çünkü belli ki İktidarının uzun süreceğini bilen AKP hükümeti iş başına geldiğinde ilk el attığı ve kendi iş adamlarına, kendi çevresine, tarikat ve cemaatlere hastaneler kurdurması şimdi yaşadığımız rezaletle birlikte başlangıçta o girişimlerin niçin yapıldığını izah ediyor. Çünkü biliyorlardı ki tek başına belki bir özel hastane işletme yeterli olmayacaktır. Fakat yapılacak olan değişikliklerle birlikte bu özel hastanelerin kamu kaynaklarından besleneceğini biliyorlardı. Sistemi böyle kurmuşlardı ve bu şekilde de devam ettiler. Tam da bu sebepledir sektörden birini, bir hastane sahibini, Sağlık Bakanı yapmışlığı vardır AKP'nin Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, Mehmet Müezzinoğlu ki bu yeni doğan çetesinin içerisinde soruşturmaya tabi tutulan ve kapanan hastaneler arasında bu AKP'li eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'nun hastanesi de vardır. AKP hükümetini kurdu ve uzun yıllar boyunca sürdürdüğü bugüne kadar işlettiği bu sistem ele alınmalıdır. Eğer bu sistemi ele almazsak özel hastanelerin sahiplerini onların iş ve işlemlerini ele almazsak Bütün bunlar bilindiği halde buna göz yuman yöneticileri, bürokrasiyi, siyaset kadrosunu ele almazsak sistemdeki sorun ve yaşanan acılar artarak devam edecektir. Bebek ölümleri yine devam edecektir. Sağlık Bakanı Memişoğlu, yine AKP'li Sağlık Bakanı, görevdeki Sağlık Bakanı Memişoğlu, Bu takibatın ve Adalet Bakanı aynı şeyi söylüyor. Bu takibatın, hazırlığın bir buçuk yıl evvelden başladığını söylüyor. Bir buçuk yıldır yine bebeklerin yenidoğan ünitelerinde ticareti devam etmiş, bebek ölümleri devam etmiş. Düşünün ki kendilerinde, kendi hükümetlerinde Sağlık Bakanlığı yapmış olan bir hastane sahibine bile izin verilmemiş. Öyleyse ya AKP ile Sağlık Bakanı Müezzin oğlu yalan söylüyor. Ya AKP'li Sağlık Bakanı Memişoğlu yalan söylüyor. Bu iki şıktan hangisi geçerli olursa olsun tek bir gerçek var. AKP'li Sağlık Bakanı yalan söylüyor. Almanya Başbakanı Şansölye Scholz bunu öylesine dert etmiş ki, kalkmış Türkiye'ye gelmiş. Evet, geçen günlerde Türkiye'deydi Şansölye Scholz ve Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan'la görüştü. Görüştükleri konunun özünde esasında bu vardı. Almanya'daki kaçakların, sığınmacıların gönderilmesi vardı. Türk kökenli olanlar yani Türk vatandaşı olanlar Almanya'daki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından sığınmacı olarak bulunanlar yahut suça karışmış olanların Türkiye'ye iadesini görüştüler. Beraberinde 2016 yılında imzalanmış olan bir anlaşmaya dayanarak diğer ülke yurttaşlarının da Türkiye'ye iadesini görüştüler. Biz ne yazık ki AKP hükümetleri dönemindeki kötü bir alışkanlıkla özellikle bu uluslararası görüşmelerin içeriğini resmi yollardan öğrenebilme imkan ihtimalinden yoksunuz. Çünkü AKP hükümetleri böyle çalışmıyor. Ne yazık ki neler olduğunu, neler konuşulduğunu, neler kotarıldığını Ancak dışarıdaki medya aracılığıyla öğrenebiliyoruz. Yine bu Scholz Erdoğan görüşmesine ilişkin olarak da dışarıya yansıyan, içi dolu, içeriği ne olduğuna ilişkin bir açıklama gelmedi. Fakat Alman medyasından öğrenebiliyoruz ki, diğer TC yurttaşı olmayan diğer sığınmacıların da gönderilmesi konuşulmuş. Hoş toplantı esnasında Cumhurbaşkanı'na bu soru da soruldu. Sayın Cumhurbaşkanı, bu soruyu savuşturmak için cevaben, problemi katmerleyen, üstüne koyan bir cevap vermiş. Yani Almanya'dan gelecek olan sığınmacıları da alacak mısınız sorusuna cevap verirken adeta bu kısmını tırnak içinde ben söylüyorum Almanya'dan gelecek olanlar ne ki dercesine bundan sonrası Erdoğan'a ait diyor ki Lübnan'dan gelecek olanları da alacağız. Suriye'den daha başka gelmesi muhtemel. Göçmenler de var, sığınmacılar, kaçaklar da var. Türklük düşmanı, millet düşmanı, antimilliyetçi, siyasal ümmetçi, siyasal islamcı, AK Parti kadrolarının kamu kaynaklarından AK Parti medyasında, televizyonlarında, gazetelerinde beslenen, kamu kaynaklarından AK Parti'nin sarayında, propaganda aygıtlarında beslenen siyasal ümmetçi zihniyetin Zafer Partisi'ne ve onun genel başkanına yönelik Getireceği, geliştireceği ithamların hiçbirine kulak asmıyoruz. Hiçbiri bize etki etmeyecektir. Hepsine hazırız. Biz bu ithamları 1940'lardan beri göğüslemeye alışığız. 60'lardan, 70'lerden, 80'lerden beri biz bu ithamları göğüslüyoruz. Biz ne ırkçıyız, ne faşistiz, ne de anti-hümanistiz. Biz sadece doğrudan doğruya milliyetperveriyiz, vatanperveriyiz. Pirüpak Türk milliyetçileriyiz.

Haber

"Hudut Kapıları da Namustur diye hatırlatmak gerekecek"

Azmi Karamahmutoğlu: Zafer Partisi bilindiği gibi, kurulduğu tarihten bu yana, ki bu çok uzun bir tarih değil, öncelikli ele aldığı konular arasında sınır güvenliği de vardır ve bunu devletin, Türk devletinin Türk vatandaşlarına öğretmiş olduğu slogan haliyle söyleye gelmiştir. Hudut namustur diye ortaya çıkmıştır. Nitekim Zafer Partili gençler yahut bu düşünceye, siyasi düşünceye kendini yakın hisseden gençlerin ‘hudut namus’ sözünü sloganlaştırarak pankartlar halinde sokaklara, caddelere asıl sonucu ne yazık ki AK Parti hükümetinin polis ve adliye marifeti eliyle bu gençleri mağdur ettiği, zora soktuğunu da yaşadık. Ancak birilerinin, sokaktaki gençlerin hükümete hududun namus olduğunu hatırlatması gerekiyordu. İpini koparan hemen her milletten kaçak ve sığınmacının yolgeçen hanı yaptığı bu hudutlardan ülkemize bugün sayısı toplamda 13 milyon yekunu bulan bir nüfus yüküyle Türkiye'mizi karşı karşıya bıraktı. Fakat şimdi geldiğimiz bu aşamada görüyoruz ki hükümette sadece hudut namustur sözünü hatırlatmak değil, beraberinde hudut kapıları da namustur diye hatırlatmak gerekecek. Çünkü özellikle son haftanın ele alınan tartışmalarından biri de Almanya merkezinde yapılan açıklamayla bizim AK Parti hükümet merkezinde yapılan açıklamaların birbirleriyle çelişmesi, tezata düşmesiydi. Öyleyse tekrar hatırlatmak istiyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hudut kapıları da elini kolunu sallayanın istediği gibi içeriye girebileceği yerler değildir. Fakat hudut kapılarından ve kara sınırlarımızdan başka ne yazık ki 22 yıllık AKP hükümetinin yönettiği, Türkiye'nin gelmiş olduğu aşamada biz kıyı şeridimizi, sahillerimizi, deniz güvenliğimizi de sağlayamaz hale gelmişiz. Çünkü en son yaşadığımız örnekte kamuoyunun da bildiği gibi Yunan sahil güvenlik güçleri yani kolluk kuvvetleri Türk karasularına sızmakla kalmamış, ana karaya, adalara bile değil, ana karaya sahile kadar çıkmış ve taşınabilir malları gayrimenkulleri, bunlardan biri bot el koymuş yahut gasp etmiş ve kendi ülkesine geri götürmüştür. Yunan kuvvet mensupları bütün bu işgali, bütün bu ihlali yaparken hiçbir engelle karşılaşmamıştır. Yani sahillerimiz de yol geçen haline dönmüştür. Şimdi bugüne değin AK Parti hükümetinin bu hususa ilişkin kamuoyunu bilgilendirici hiçbir açıklama yapmamış olması bir yana mütekabiliyet esasına göre en azından bir karşılık vermesi gerekirdi ki biz Türk milliyetçilerine göre misliyle mukabele etmesi gerekirdi. Avrupa Birliği'nden yine devam edelim. Avrupa Birliği'ne ilişkin hükümetin 22 yıllık politikası malumunuz tam üyelikten, şimdiki gelmiş olduğumuz aşama seyahat için vizenin bile verilmediği bir aşamaya gelindi. Oysa bize vizesiz seyahat, serbest dolaşım vaatleri verilmişti. AK Partili Ahmet Davutoğlu'nun başbakan olduğu dönemlerde bu vaatler verilmişti. Fakat bundan hiçbiri gerçekleşmedi. Bu yalanı Türk kamuoyuna söyleyen sadece AK Partili ve onun bakanları değildi. Onun evvelinde aynı yalanları Doğru Yol Partisi ve Başbakan Tansu Çiller, Anavatan Partisi ve onun genel başkanı Mesut Yılmaz da bu yalanları Türk kamuoyuna sunmuşlardı. Hatırlayınız, Tansu Çiller başbakanlığında Ankara'da güpegündüz, gün ışığında havai fişekler atılıp Avrupa Birliği'ne katılışımız kutlanmıştı. Sonrasında AK Parti hükümeti geldiğinde AK Partili Belediye Başkanı Melih Gökçek, hani şu mizah unsuru olan Melih Gökçek, Kızılay Meydanı'na sayaç koydurmuştu, takvim koydurmuştu, saat koydurmuştu, AB'ye katılma şu kadar gün kaldı diye. Şimdi o sayaç, o takvim ve o saat yerinde yok. Bu yalan söyleme, AB'ye katılma ilişkin, bu yalan söyleme politikasını şimdi yeni bir siyasinin taze bir genel başkanın devraldığını görüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel yapmış olduğu açıklamada Türkiye için 10 yıl sonra Avrupa Birliği'ne katılacak diye bir kehanette bulunmuş bu keramet sahibi Genel Başkan. Sayın Özel'e tavsiyemiz lütfen Türk halkına yalan söylemekten ve Türk halkını Avrupa Birliği'ne Türkiye'ye katılacakmış gibi oyalamaktan vazgeçmesidir. Çünkü bu gerçekleşmeyecek olan bir yalandır. Ne Türkiye Avrupa Birliği'ne katılacaktır ne Avrupa Birliği Türkiye'yi kendi bilgisine alacaktır. Türkiye son iki haftadır bunu konuşuyor: Okullarımızdaki temizlik ve hijyen meselesi ne yazık ki tasarruf tedbirleri uygulayan fakat itibardan tasarruf olmaz diyen AK Parti hükümeti eğitimden tasarruf, sağlıktan tasarruf yapabiliyor. Oysa doğrusu şudur ki; eğitimden ve sağlıktan tasarruf olmaz. Fakat eğitimden tasarruf yapan AK Parti Milli Eğitim Bakanlığı okullarımızdaki müstahdem kadrolarını lağvetmiş, azaltmış, eksiltmiş, okulları temizlik yapılamaz hale getirmiş. Şimdi bunun sonucunda verilerden ve hatta öğretmenlerden gelen şikayetler sonucu yörelerinde bazı belediyeler meseleyi el atmak istemiş fakat AK Parti hükümeti kendinden olmayan başka partilerde olan belediyelere siyaseten prim yaptırır, seçmen nezdinde puan kazandırır diye buna da engel olma yoluna gitmiştir. Lütfen bu kötülüğü yapmasınlar. Zafer Partisi aynı şekilde suç örgütleri, uyuşturucu maddeyle mücadele, suç örgütleriyle mücadele ve sanal kumar ile mücadelede Zafer Partisi kesintisiz bir çalışmanın, propagandanın ve mücadelenin içerisine girme kararını geçen hafta yapılan Başkanlık Divanı toplantısında aldı. Bununla ilgili Her türlü çalışmayı, bilgilendirmeyi, bilinçlendirmeyi yapacağız. Diğer yanıyla hatırlayacaksınız Fener Rum Patrikliğinin başpapazı Bartholomeos'un katılmış olduğu uluslararası bir toplantı vardı. Gözden kaçırılarak yapılmak isteyen bir toplantıydı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, hükümetinin Dışişleri Bakanı da o toplantıdaydı. Türkiye'deki bir dini cemaatin liderinin, uluslararası bu diplomatik toplantıda ne işi var diye sorduk. Gelen baskı üzerine o toplantıdaki katılımı, toplantı bittikten günler sonra o toplantıdaki katılımının geri çekildiği konuşuldu. Bırakın mezhep çatışmalarının, din kamplaşmalarının bile dışında tutmaya çalışan bir siyasi geleneği kurucu liderden devralmış olarak bu siyasetin devam ettirmesinden yanayken, dini siyasetin, dini kamplaşmanın da ötesinde mezhep kimliği üzerinde siyasetin içerisinde Türkiye'yi sokan ne yazık ki bir AK Parti hükümetiyle, çünkü fundamentalist kökenleri olan bir siyasi partiyle böyle bir hükümetle karşı karşıyayız. İşte bunun getirmiş olduğu sürecin sonunda muhatapların taraflarının yaptığı açıklamadan anlıyoruz ki evet deniyor. Şu an için Sayın Cumhurbaşkanı bunu açıkça belirtmedi, itiraf etmediği halde muhatapları diyor ki ‘evet bize Heybeli'de Ruhban Okulu'nun açılmasının sözü verilmiştir.’ Türkiye'deki Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları eğitimsiz kalmasın demeyiz. Fakat Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu sağlayan ilkeler Osmanlı Devleti'nin yıkılışına sebep olan, arızalardan çıkartılan derslerle sağlanmıştır. İşte o sakıncaları giderici tedbirler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşun temeline ilkeler olarak yerleştirilmiştir. Bunlardan biri de eğitimde birlik yasasıdır. Tevhidi Tedrisat yasasıdır. Hangi dinden veya hangi mezhepler olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları eğer bir eğitim alacaksa bu dini eğitim de olacaksa şayet Tevhidi Tedrisat Kanunu'na uygun olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olduğu halde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yasalarını tanımadan bağlantısız bağımsız bir eğitim kurumu açmayı işletmeyi heves eden, iddia eden bir cemaate karşı anlayışlı davranmamız, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemenliğinden taviz vermemiz anlamına gelir. Hiçbir cemaat, hiçbir dini yapı, hiçbir etnik yapı Türk Devleti'ne böyle bir dayatmada bulunamaz. Bunu kabul etmiyoruz. Hayat pahalılığı diye şikayeti vardır. Geçimsizlik diye şikayeti vardır. Karnını doyuramamak diye şikayeti vardır. Çocuğuna ve kendisine veya iş bulamamak diye şikayetleri vardır. Öncelikli çözümlemesi gereken sorun budur. Anayasanın hangi maddesini değiştirirseniz bu öncelikli sorunların çözümüne katkı sağlayacaktır da anayasa değişikliğini birinci sorun olarak Türk toplumun önünde koyuyorsunuz. Buradaki şüphelerimiz açık. Evet, saray ayağındaki anayasa değişikliğini yürüten hukukçularınız ilk dört maddeye dokunulmayacağını söylüyor. Aman yüreğimize su serptiniz. Bu zaten kazanılmış hak. Biz onu zaten kazandık. Süngüler, canla, kanla kazandık. Kazanılmış haklarımız üzerinden pazarlık yapamayız. Ama ilk 4 maddeyi ele almayacağız diyerek eğer geri kalanları işleyeceğini söylüyorsanız daha önce ilk basın toplantısında söylemiştim tekrar edeyim 66. madde de bizim için ilk 3 madde kadar vazgeçilmezdir. Evet, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığını tanımlayan 66. madde hakeza aynı şekilde dokunulmazdır. O da milli mücadeleyle elde ettiğimiz bir milli kazanımdır ve haktır. Eğer sizin maruzatınız derdiniz, düşünceniz sadece 101. maddeyle ilgili ise bunu da açık açık konuşun da sanki anayasa Türkiye'deki sorunların çözümün önünde engelmiş gibi halkı oyalamayın. Hepsi bütün derdiniz 101. madde ise Sayın Cumhurbaşkanı'nın tekrar tekrar tekraren seçilmesini sağlamaksa bunu açık açık söyleyin. 101. maddeyi tartışmaya açmak istiyoruz diye konuşun.

“Anayasa’nın ilk 4 maddesini değiştirmeye kimsenin gücü yetmez” Haber

“Anayasa’nın ilk 4 maddesini değiştirmeye kimsenin gücü yetmez”

Azmi Karamahmutoğlu: Avrupa Birliği ülkeleri kendi ülkelerini tehdit eden yasa dışı kaçak nüfus ve düzensiz göç ile mücadelede almış oldukları kararlar doğrultusunda özellikle Almanya'nın son kararı dikkat çekiyor. Çünkü Almanya adeta Schengen'i rafa kaldırmış, askıya almış bir kararını açıkladı. Avrupa Birliği üyesi herhangi bir ülkeye vize almış olan bir yolcunun Almanya'ya alınmayabileceğini açıkladılar. Burada dikkatimizi çeken Avrupa Birliği'nin bu yasa dışı kaçak nüfus tehdidine, tehlikesine karşı geliştirmiş olduğu önlemlerdir. Çünkü Almanya başta olmak üzere Avrupa Birliği bu sorunu görüyor, yaşıyor. Sorunun doğurduğu yeni siyasi gelişmeleri de yine kendi içerisinde, kendi demokrasisi içerisinde sindirmeye çalışıyor. Yalnızca Almanya değil demokrasiye açıklığa, şeffaflığa örnek gösterilen İskandinavya ülkelerinden de örnek verecek olursak İsveç. İsveç'te iktidarda bulunmuş olan Sosyal Demokrat Parti'nin şimdiki genel başkanı konuya ilişkin siyaseten çok kaybettikleri, çok geriledikleri için bu konuya ilişkin almış oldukları yeni bir kararı açıkladılar. Açıklanan bu kararın ülkemizdeki muhafazakar ümmetçi AKP'nin kulağına küpe olmasını diliyor ve buradan ders çıkartmasını ve göçmen yanlısı politikasını tekrar masaya yatırmasını diliyorum. Dünün açık sınırlarını savunan bu sosyalist dünya görüşü ile artık bugün kendi ulus devletini korumak adına yasa dışı kaçak nüfusa karşı politikalar geliştiriyor, önlemler alıyor. Bizim sosyalistlerimiz ve sosyal demokratlarımız ise geçmişte ve gençliklerinde etmiş oldukları sözlerin, konuştukları lafların peşinden giderek o sözlere hizmet etmek amacına boş bir romantizm uğruna entegrasyoncu bir politika tutturarak AKP ile birlikte Türkiye'yi bir göçmenistan yapma hatasında yan yana yürüyoruz. Bizim sosyal demokratlarımız, sosyalistlerimiz, ümmetçi muhafızakar AKP ile birlikte Türkiye'yi bir göçmenistan yapma konusunda politikal birliği, iş birliği yapmış, kol kola, el ele yürüyorlar. Yani sevgili Türk seçmeni, şunu anlatmaya çalışıyoruz ki, AKP hükümetini gönderirken, yerine sosyal demokratların gelmesi halinde yasa dışı kaçak nüfus düzensiz göç ile mücadelede hiçbir şey değişmeyecek. Herhangi bir politika değişikliği olmayacak. Göçmen politikası iktidarını sürdürmeye devam edecek. Göçmen politikası iktidarda kalacak. İktidarlar değişecek fakat iktidarda Zafer Partisi olmadığı sürece kaçak ve sığınmacı politikası değişmeyecek. İşte tam da bu yüzden cumhuriyet değerlerine ve Türk ulus devletine sahip çıkan Türk milliyetçiliği düşüncesi iktidar olmalı. Bunun iktidar olması demek gelecek yüzyıllara yayılacak olan büyük bir demografik problemin bugünden önlenmesi demektir. Milliyetçilikler olmazsa Türkiye'de sosyal demokratından siyasal ümmetçisine kadar iktidarlar değişir, iktidarlar el değiştirir fakat yasa dışı göçmenlerin kaçakların, sığınmacıların sayısı sayıları artarak varlıklarını ülkemizin başına bela etmeye devam ederler. Zafer Partisi olarak sadece yurt içinde bu meseleyi ele alıp çözümlemekle kalmıyoruz. Avrupa Birliği üyesi ülkelerde yasak, yasa dışı kaçak nüfusa karşı politika geliştiren diğer siyasi partilerle görüş görüş alışverişi içerisindeyiz. Bu görüş alışverişlerinde bulunmak için başlattığımız diyalog yaklaşık yaz başından itibaren sürüyor. Son beş aydır bu doğrultuda girişimlerimiz oldu. Henüz açıklamadığımız fakat düzenleyeceğimiz çalışmaların sonucunu elde edeceğimiz rapor raporları şüphesiz kamuoyuyla paylaşacağız. Bu haftayı ele alırken değinmeden geçemeyeceğimiz bir diğer konu da ne yazık ki AKP hükümetinin ısıtıp ısıtıp önümüze koymuş olduğu Anayasa değişikliği maddesidir. Malumunuz herhangi konuşulması gereken bir konunun toplumun canını yakan bir konunun konuşulmamasını istiyorsa hükümetimiz onun çekmecesinde hazır konular vardır. Bunlardan biri Anayasa değişikliğidir çıkartır koyar. Bir değeri inançla, dinle, din başlığı altında bir takım konuları vardır, çıkartır koyar. Son dönemde de yine hükümetimiz bunları yapmaya başladı. Bu sefer kendi ittifakı içerisinden bir partinin konuşması dikkatlerimizi oraya çekmemize yöneldi. Çünkü Anayasa değişikliği hazırlığına ilişkin Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Anayasa hazırlayıcısı Mehmet Uçum'un konuşmalarından anladığımız, bu yasanın var olan ilk 4 maddesine dokunulmayacağı, onun ele alınmayacağı şeklindeydi. Hoş, dört maddenin dışında kalan maddelere ilişkin de sokaktaki insanın herhangi bir talebi yok. Herhangi bir ihtiyaca karşılık gelmiyor bu değişiklik. Sokaktaki insanın talebi, vatandaşın talebi, işsizliğinin giderilmesi, mutfağında tencerenin kaynaması, çocuğunu okutabilmesi, gelirinin düzelmesi, hayat pahalılığının giderilmesi sanki oldukça refah düzeyi, oldukça yüksek bir refah toplu buymuşuz gibi şimdi Anayasayı ele almış böyle entelektüel uğraşlarla bir aradayız. Hüdapar'ın Cumhur İttifakı'nı oluşturan, Hüdapar'ın etmiş olduğu laf var Hüdapar Genel Başkanı'nın, belli ki Cumhur İttifakı bileşenlerini de zorda bırakacak, diyor. Şimdi burada Cumhur İttifakı'nın başat partisi olan AKP'yi ele alacak olursak, 4. maddeye, ilk 4 maddeye dokunmayacağını söylüyor. Fakat, İttifakı'nın bileşenlerinden, ittifakı oluşturan partilerden biri olan Hüdapar ise, üç maddenin koruyucusu olan dördüncü madde zırhını, güvenliğini anayasadan çekip çıkarmakla ilgili konuşuyor. Buna ne Hüdapar'ın gücü yeter, ne de Hüdapar'ın içinde bulunduğu ittifakın başat partisinin gücü yeter, ne de topyekûn o ittifakın gücü yeter. Ama yine de bizi konuşmak zorunda bıraktıkları için buna değinme ihtiyacı duyuyoruz. Fakat Hüdapar'ın Bunu bir şark kurnazlığıyla, bir köylü kurnazlığıyla, sanki ilk üç maddeyi hedeflemiyormuş da sadece dördüncü madde anayasanın ruhuna aykırıymış gibi dördüncü madde üzerinde konuşmasını beyefendinin şark kurnazlığına, köylü kurnazlığına veriyor ve orada bırakarak Zafer Partisi olarak itirazımızın şu şekilde kayda geçirilmesini özellikle Cumhur İttifakı'nı oluşturan siyasi partilerin de dikkatine sunarak kayda geçirmesini şu şekilde istiyoruz. Biz Türk Milliyetçileri, dünkü adıyla DEM'in yani Ayrılıkçı Siyasal Kürtçü Hareketi Partisi'nin varlığına sürdüğü siyasal taleplerden ötürü karşıyız. Yani onun siyasal taleplerine karşıyız. DEM'in siyasal taleplerine karşıyız. Yoksa DEM Partisi’ndeki bireylerin inanç dünyasıyla, yeni inançlarıyla, inanç kimliğiyle ilgili değiliz. Bizi ilgilendirmiyor. Aynı şekilde DEM gibi Hüdapar’ı da ele aldığımızda, Hüdapar’ın da siyasal taleplerine karşıyız. İleri sürdüğü siyasi taleplere karşıyız. Yoksa Hüdapar’ı oluşturan bireylerin, vatandaşların yeni inançlarıyla, dini kimliğiyle, inanç kimliğiyle ilgili değiliz, bizi ilgilendirmiyor. Fakat işte tam da bu zaviyeden baktığımızda görüyoruz ki dem ile Hüdapar siyasal taleplerde aynı zeminde buluşuyor, örtüşüyor. Biri diğerinin namaz kılan hali. Yoksa siyasal talepler açısından DEM ile Hüdapar aynı yerdedir. Fakat sadece biri diğerinin namaz kılanı olduğu için Cumhur İttifakı'nın içerisinde yer alıp AKP ile yan yana durabilmiş. Böylece güya kendince bir meşruiyet elde edebilmiş. Böyle olduğu için de Anayasaya ilişkin ortaya attığı görüşler ne yazık ki Cumhur İttifakı tarafından tartışılmıyor, eleştirilmiyor, ele alınmıyor. 16 Eylül 2008 yılında çok kıymetli bir gazeteciyi Kemal Çapraz'ı Türk milliyetçisi kimliğiyle bilinen gazeteci yazar Kemal Çapraz'ı bir trafik kazasında kaybettik. İstanbul'daki trafik terörü gazeteci Kemal Çapraz'ı bizden ayırmıştı. Yıl dönümü olduğu için basın toplantısı da buna denk geldi. Böylece onu da anmadan geçemedim.

Azmi Karamahmutoğlu, Zafer Partisi'nin Türkiye gündemine ilişkin görüşlerini paylaştı. Haber

Azmi Karamahmutoğlu, Zafer Partisi'nin Türkiye gündemine ilişkin görüşlerini paylaştı.

Turizm sezonu henüz daha bitmiş olmamakla birlikte Türk turizminin belki de son 35 yıllık seyrinin en kötü grafiğini 2024 yaz sezonunda yaşadık. Türk turizminin şöyle bir karakteristik özelliği vardır. Her yıl bir önceki yıla kıyasla moral verici bir artış hem turist sayısında hem de gelir bakımından moral verici bir artışla yükselir. Sadece bu yıl 2024 yaz sezonunda turizmde hem turist sayısında hem de turizm gelirlerinde dramatik bir düşüş oldu. Öyle ki yazlıkçılarımız bile yani kendi yazlık evi olanlar bile yazlığına gidemediler. Başta tarım sektörü, yaş meyve sebze çiftçisi, üreticisi olmak üzere Hayvan üreticileri, süt üreticileri, kanatlı hayvan üreticileri bundan etkilemiş vaziyetteler. Öyle ki turist sayısındaki bu düşüşten sebep tedarikçiler mal iletmekte eksiklik çekti. Beraberinde pazara mallarını ulaştırmada artan lojistik maliyetleri sebebiyle pazara malını ulaştırmakta zorluk çektiler ve ürünler tarlada kaldı. Turizmle tarım sektörü böylesine iç içeyken turizm sektöründeki bu düşüş tarımı da vurmuş vaziyette ve Yaz boyunca haberlerde tarımsal ürünlerini tarlada bırakan ya da boykot, protesto maksadı olarak tarımsal ürünlerini heder eden çiftçiler gördük. Meslek odalarıyla konuştuğumuzda ne yazık ki gelen haberler iç acı değil. Bu kötü gidişatı durduracak olan bir turizm politikası AK Parti Turizm Bakanlıklarında ne yazık ki mevcut değildir. Turistik işletmelerin sayesindeki artış geçen basın toplantısında da değindiğimiz gibi sadece İşadamı Turizm Bakanı olan Sayın Mehmet Ersoy'un kendi turizm şirketlerine bağlı olan turistik işletmelerin sayısında artışlar vardır. Ve beraberinde yanan yahut yakılan orman alanlarının yeniden otel binası yapılması maksadıyla inşaata açılması vardır. Bakan değişikliğiyle beraber bir önceki bakan Sayın Özhasekin'in özellikle denizlerin korunmasıyla ilgili tekne bağlamayla ilgili ve kıyı korumayla ilgili başlatmış olduğu iyi niyetli girişim yeni gelen Sayın Çevre Bakanı Murat Kurum tarafından sürdürülmedi ve bu yaz da hem denizlerin hem de kıyıların kirlenmesi, talan edilmesi şeklinde geçti ve yine halk kıyılardan, sahillerden yararlanamadı. Burada turist olarak gelen yabancılarla sayısal olarak yarışmakta olan bir yabancı grupta bildiğiniz gibi sığınmacılar, kaçaklar, mültecilerdir. Bunların bu yasa dışı kaçak nüfusun ülkemizde yaşatmış olduğu ve yaratmış olduğu, ekonomik sorunu sadece ele aldığımızda, diğer sosyolojik ve toplumsal bozulmaya ilişkin sorunları ele almadan, sadece ekonomik sorunu bile ele aldığımızda, Zafer Partisi'nin çok önemli bir görevi yerine getirmiş olduğunu mutlulukla müşahede ediyoruz. O da şu, ülkemize başta Suriye'den gelen geçici koruma altındaki sığınmacılar başlığında olanların ardından bu kimliği, hüviyetin dışındaki kaçakların başka ülkelerden, Afganistan'dan, Irak'tan ve özellikle Afrika'dan gelenlerin yaratacağı tarih batığı ve Türkiye'ye açacağı sorunları konuşurken, Zafer Partisi dışındaki bütün siyasi partiler karşı konumda pozisyonlanmışlardı kendilerini. Onlar bir entegrasyon içerisindeydi. Onlar bir hoş geldiğince bir ev sahipliğinin içerisindeydi. Zafer Partisi'nin bu çıkışını değişik, nahoş siyasi kavramlarla etiketlendirmeye girişmişlerdi. Fakat şu gün gelinden aşamada Zafer Partisi'nin politikalarını mahcup bir şekilde de olsa diğer siyasi partilerin de sahiplendiğini görüyoruz. Ancak daha önemlisi artık pazar yerinde selesini, sepetini, filesini dolduramayan yaşlı bir teyzenin yaşamış olduğu bu ekonomik yoksulluğun ve yoksunluğun bu fakirliğin, fukaralığın kaynaklarından birinin de ülkenin kendi kaynaklarından beslemiş olduğu 13 milyon sığınmacı ve kaçağın olduğunu biliyor ve bunu haykırarak dile getiriyor. Hal böyleyken bunların geri gönderilmesi gerekirken yani Türk hukukunu, Türk yasalarını, Türkiye Cumhuriyeti'nin yasalarını çiğneyerek ülkeye girmiş olan bu insanların yine yasalar çerçevesinde seve seve yahut zorla çünkü zor kullanma hakkı sadece devletin tek elindedir ve bunu da kanunlardan alır. Yani kanunlar yaptırım gücünü içerir. Dolayısıyla, gönüllü olarak gönderilmenin beraberinde, devlet zorla da gönderme hakkına, hukukuna sahiptir. Çünkü kanun bunu emreder. Hal böyleyken, AK Parti Hükümeti'nin Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan, bu hafta şöyle bir laf etti, “Mültecileri zorla göndermeyeceğiz” dedi. Zorla gönderemeyiz dedi. Oysa yasa bu hakkı veriyor. Yani buraya gelen kaçakların, sığınmacıların zorla gönderilmemesi demek, onların zorla burada kalması, ikamet etmeye devam etmesi demektir. Yani buraya gelmiş olan bir kaçak, hiçbir hakkı hukuku olmadan, bana karşı zor kullanarak, zorla benim ülkemde kalabilecek, Fakat ben, yasalar bende benden yana olduğu halde, kanun buna el vermiş olduğu halde, o kaçakları, o sığınmacıları, zorla ülke dışına gönderemeyeceğim. Bunun hukuken de siyaseten de bir vatandaş olarak da kabul edilebilir bir yanı yoktur. Sayın Hakan Fidan'ın etmiş olduğu bu lafı biz AKP'nin bir zorun altında kalmış olması şeklinde algılıyoruz. Böyle anlıyoruz. AKP'nin yaşamış olduğu bu zorluk, bu mecburiyet, her neyse eğer AKP bunu üzerinden atamıyorsa, Türkiye AKP'yi kendi sırtından atacaktır, atmalıdır. Türkiye'nin bugünle ve yarınla ortaya koymuş olduğu Atatürk çizgisinde Türk milliyetçiliği anlayışıyla sahip çıkan Zafer Partisi'dir. Zafer Partisi henüz daha genç bir parti olmasının yanında kurulmuş olduğu kısa süre içerisinde iki büyük seçim geçirdiği için teşkilatlanmasına tam olarak mesaisini sarf edebilmiş değildi. Eylül ayı itibariyle Zafer Partisi bütün il ve ilçelerde teşkilatlanmaya ağırlığını verecek, önceliğini verecek. Çünkü bugüne değin mesaimizi sarf ettiğimiz alanlarda istediğimiz mesafeyi katettik. Şimdi il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, köy köy teşkilatlanma yoluna gidiyoruz. Çünkü ne mutlu ki hem Zafer Partisi hem Zafer Partisi'nin siyaseti, başta onun kurucusu, oluşturucusu Sayın Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın kendisiyle birlikte tanınırlığı, bilinirliği, Yeterince yüksek, epeyce yüksek, adeta 30 yıllık bir siyasi partiymiş gibi biliniyor. Yahut iktidarda bulunmuş gibi daha önceleri seçmen tarafından seveni sevmeyeni bütün seçmenler tarafından bilinen bir parti olduğu için teşkilatlanmada herhangi bir zorluk çekmeyecektir. Siyasette bulunmuş bazı yüzler, siyasete hiç girmemiş bazı yüzler ki bunların bir kısmı iş dünyasından, bir kısmı akademik dünyadan isimler Zafer Partisi'nin Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ’la görüşmeler yapıyorlar. Onlar da bizler gibi ülke adına kaygılı oldukları için daha üretken, daha yararlı olmak için bir siyasi tüzel kişiliğin içinde yer alıp faaliyette bulunmak istediklerini söylüyorlar. Birkaç ay içerisinde Zafer Partisi'nde Türk kamuoyunun tanımış olduğu, yeni isimlerin katılmış olduğunu göreceğiz, mutlulukla bunu göreceğiz. Bu arada var olan teşkilatlar üye sayısını artırma yolunda bir kampanyaya girecekler. Henüz daha kurulu olmayan bazı ilçelerimiz var. Kurulu olmayan yerlerde de Zafer Partisi'nin hızla teşkilatlandığını göreceğiz. Malum Kara Harp Okulu mezunu töreninde genç teğmenlerin Atatürk ilkelerine ve cumhuriyete bağlılıklarını içeren, bunu işleyen bir söz verme, bir ant töreni kendi aralarında yaptıklarının videosu dolaştı. Oysa özellikle Harp Okullarının bazılarının kapatılması olsun, yeni kadro öğrenci alımında bazı kayırma kollamalarının alınması olsun aslında AK Parti zihniyetinin yanında durmayan vatandaşların kaygıyla baktığı bir husus bu yayılan videoyla beraber içimizi serinletti, su serpti yüreğimize su serpti. Gördük ki cumhuriyeti, cumhuriyetin kuruluş ilkelerini ve onun kurucu önlerine sahip çıkan bir gençlik Atatürk'ün yetişmiş olduğu sıralarda oturup oralardan yetişiyor. Bunlar içerisinde özellikle kadın öğrencilerin ve subayların olması da ayrıca sevindirici. Şimdi bu yemin töreninin görüntüleri yayınlandıktan sonra AK Parti'nin içerisindeki Hürriyet ve İtilaf Partisi zihniyetinin devamı olan kafalar bundan rahatsız olduğu gibi beraberinde dünün Fethullahçısı mahkeme kararıyla bugünün FETÖ zihniyetinden gelen fakat hala daha AK Parti içerisinde bulunan bazı kalemşörler, kamu kaynaklarından maaşlandırılan güya gazeteciler ve televizyon yorumcuları görüyoruz ki bu pırıl pırıl cumhuriyet gençlerini, subaylarını zor durumda bırakmak için eski bilindik Fethullahçı tezgahları, numaraları sergilemek için kamuoyu oluşturma çabasındalar. Halbuki sokağa çıkıp baksınlar ki bu gençlerin sergilemiş olduğu bu tavır vatandaşlar da coşku ve umut yaratmıştır. Kaldı ki bir hususu, daha maddi bir bilgiyi daha dikkatinizi sunarak bitireyim. Mezuniyet törenindeki genç temellerin yetmiş olduğu bu ant içme, geçen yıl ve bir önceki yıl resmi törenlerin bir parçası olarak yapılmıştı. Resmi törenin bir parçasıydı fakat nedense, niçinse bu yıl törenlerin içerisinden bu yemin çıkartılmış. Fakat o okulun bir geleneği olarak da öğrencilerimiz bu yemini bu kez kendi aralarında gayri resmi olarak yapmışlar. Yeminin törenin dışında kendi aralarında yemin yapmış olmasından mı rahatsızlık duyuldu yoksa kurulan cümlelerin içeriğinden dolayı mı rahatsızlık duyulduğunu sanırım televizyon programlarında AK Parti temsilcileriyle uzun uzadıya tartışacağızdır.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.